- 1457 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kalbim Sağda Atıyor
Gece yarısı idi. Göğsümde sıkışma ve çarpıntı hissiyle aniden uyandım. Ellerimle ağrıyan yeri sıkıca bastırdığımda kalp atışlarımın giderek hızlandığını hissediyordum. Öyle bir an geldi ki, neredeyse kalbim yerinden fırlayacak sandım.
Daha önce hiç kalp rahatsızlığı geçirmediğimden aniden gelen böyle bir inme karşısında ne yapacağımı, nasıl hareket edeceğimi bilemedim. Derin derin nefes alıp, çaresiz ağrının geçmesini bekledim. Az sonra da ağrıdan eser kalmamıştı.
Tekrar yatağa uzandım. Gözlerimi kapayıp uykunun ellerine teslim olmak üzereydim ki, titreyerek yerimden fırladım, zira ellerimle bastırdığım yer göğsümün sağ tarafıydı.
Işığı açtım. Atletimi çıkartıp boy aynasının karşısına geçtim. Bir mucize seyreder gibi siyah kıllarla kaplı göğsümü ve kahverengi meme uçlarını uzun uzun seyrettim. Ve ellerimi önce sol göğsüm üzerine götürdüm; süt limandı. Sonra sağ göğsüm üzerinde bastırdım; azgın dalgalar kayalıkları dövüyordu. Elektrik çarpmış gibi ellerimi çektim. Sabah bir kalp doktoruna görünmeye karar verdim.
Hastaneye sabahın erken saatlerinde gitmeme rağmen sekreterliğin önü tıklım tıklımdı. Hastaların çoğunluğu ihtiyarlardan oluşuyordu. Demek ki kalp rahatsızlıkları insana yaşlılık dönemlerimde musallat oluyor diye düşündüm. Bir zaman geliyor, tren aniden bozulup raylarından çıkıveriyordu. Ama hastalar arasında benim gibi orta yaşlarda ve genç hastalar da yok değildi.
Numaratörden sıra aldığımda muayenenin başlamasına daha bir saat vardı. Cep telefonumdan internete bağlanıp, günün ilk haberlerini takip ederken kulaklarım arkamda bekleşen ihtiyar kadınların dedikodularına takıldı. Buraya tedavi için değil, sırf dedikodu etmek için gelmişlerdi sanki. O anda hastane bekleme salonlarında bekleşen tüm kadınların bir makine gibi vir vir dedikodu ettiklerini düşündüm. Kendimi ihtiyar kadınlara o kadar kaptırmıştım ki, saatin nasıl geçtiğini anlayamadım;
“Her gece korkulu düşler görüyorum a kardeş. Muskacı Hocalara mı gitmedim, bir de doktora görüneyim dedim. Rüyamda yırtıcı köpekler kovalıyor, çatal dilli yılanlar saldırıyor, yüksek uçurumlardan düşüyorum. Sabahlara kadar oturuyorum odada tek başıma. Beyim yeni vefat etti. Oğlumla birlikte yaşıyorum. 32 yaşında. Evde kaldı, evlenemedi yavrum. Yine işten çıkaracaklar diye ödüm kopuyor. Bu yaştan sonra kim varır ona. Hele bu yarı kör halimle hangi gelin bakar bana. Sonra aha tam şurama bıçak gibi bir ağrı saplanıyor kardeş. Bu ağrı üç beş dakika devam ediyor oradan sırtıma vuruyor. Sırtım taş taşımış gibi ağrıyor. Bir sıkışma bir daralma oluyor ruhumda. Sanırsın koca dağlar kalbim üzerine çökmüş. Şekerim, tansiyonum hiçbir şeyciğim yok ama baksana şu halime somun ekmek gibi şiştim. Hangi elin kızı bakar bu halimle bana. Hem kör hem şişman koca, kart bir karı. Hiçbir iş yapamaz, kendini taşıyamaz, en basit ihtiyaçlarını bile göremez… ”
Muayene saati gelmiş, ekranda isimler birer birer beliriuordu. Bu sefer diğer kadın gelin, ve oğlunun kedi köpek gibi olduklarından, müzmin hastalığından anlatmaya başladı. Onun hikâyesi de bir yarım saat sürdü.
Nihayet ekranda ismim belirdi. Muayene odasına henüz girmiştim ki; “hoş geldiniz beyefendi şikâyetiniz nedir?” dedi genç doktor. Büyük ihtimalle asistandı ve zaman konusunda bir hayli aceleciydi. “Efendim sağ göğsümde aniden başlayan bir ağrı var” dedim. “ kalbe benzemiyor, yanlış gelmişsiniz burası kardiyoloji, isterseniz genel cerrahiye gidin” dedi hemen yeni hasta çağrılması için yan masadaki sekretere talimat verirken. “Daha muayene bile etmediniz, bir tansiyonumu ölçseydiniz en azından” dedim kararlılıkla. Suratı asıldı. “Peki açın bakalım göğsünüzü” dedi gönülsüzce. Steteskopu alıp sol göğsüme götürürken; “Efendim ağrı sağ göğs…” demeden beni tekrar susturdu ve sol göğsümü dinlemeye başladı. Boynundaki steteskopu çıkartarak; “Allah kahretsin çalışmıyor” dedi.
Başı ağrıyor gibi şakaklarını ovuşturdu. Kaşlarıyla oynamak gibi tiki olmalıydı. Kaşlarıyla oynayarak zemindeki fayansları seyretti. Sekreter yedek steteskopu getirmeye koşarken masasına geçti ve bana sorular soracağını seri cevaplar vermemi istedi. Daha önce kalp rahatsızlığımın olup olmadığı, aile öyküm, tansiyonum, şekerim, kolestrolüm, nefes darlığım, sigara alkol kullanıp kullanmadığım… vs sorular sordu. Tüm sorulara cevabım hayırdı. Şu aniden iniveren inmeden başka hiç bir rahatsızlığım yoktu, şimdiye kadar hastanelerin önünden geçmiş değildim.
Sekreterin uzattığı yedek steteskobu kulaklarına takan doktor tüm dikkatini vererek tekrar sol göğsümü dinlemeye koyuldu. Gözlerinden sinirlendiğini görebiliyordum ama bu sefer yumuşak bir tavırla; “ya siz bir ölüsünüz ya da hastanedeki tüm steteskoplar bozuk” dedi.
Doktorlar, hastalarının dertlerini dinleme alçak gönüllüğünü bir gösterebilseler. Hastalara da birkaç dakikacık söz verebilme cesaretini bir gösterebilseler...
Nihayet; “efendim ağrı sağ tarafımda” diyebildim. Ya hafızamdan geçen düşünceleri okudu ya da çaresizlikten peki bir bakalım diyerek sağ göğsümü dinledi ve; “Hayret ki ne hayret, sizin kalbiniz sağda atıyor” dedi.
Hemen telefona sarıldı. Aradığı hocası olsa gerekti, onunla saygılı, edepli bir öğrenci gibi konuşuyordu. Tamam hocam, anlaşıldı hocam, peki hocam diyerek telefonu kapattı.
“Şimdi sizden bir takım tahliller isteyeceğiz. Bunları en kısa zamanda yaptırıp tekrar geleceksiniz. Kontrolü Prof. Dr. Hocamız yapacak” deyip sekretere yazmasını söyledi. Sekreter söylenenleri bir çırpıda yazarak elime uzun bir liste uzattı.
Listede neler yoktu ki; kan verecektim, idrar tahlili yaptıracaktım, kalp eko’su, ekg’si çektirecektim. Akciğer filmi, börek ultrasonu, dalak sintigrafisi, mide tomografisi, karaciğer röntgeni… vs
O gün kırmızı halı üzerinde fotoğraf çektiren film yıldızlarından bir farkım yoktu, zira ultrasondan tomografiye, tomografiden sintigrafiye, sintigrafiden röntgene koşuşturarak bir dizi filmler çektirdim.
Eline filmi alan teknisyen, çekimde bir yanlışlık olmalı deyip tekrar çekiyordu. Yok olmadı bu sefer görüntü bozuk çıktı deyip çekimi yeniliyordu. Sonra cihazda arıza olduğuna kanaat getirip teknik servisi çağırıyor, teknik servise biyomedikal eşlik ediyoror ancak makinede herhangi bir arıza olmadığı ortaya çıkıyordu. Bir yerlerde terslik var diyerek başını kaşıyan teknisyen bir türlü işin içinden çıkamadı.
Nihayet gerçek anlaşıldı. Terslik cihazda değil bende, yani iç organlarımda idi. Çünkü kalbim gibi tüm organlarım yerli yerinde değildi. Mide ve dalak sağda, karaciğer ve safra kesesi solda, bağırsaklar ise sarmaşıklar gibi birbirine dolaşıktı. Bu halimle tam bir puzzle oyuncağı gibiydim. Parçacıkları yanlış yerleştirilmiş bir puzzle…
Daha önce doktorluk hiç işim olmadığını söylemiştim. Bundan dolayı organlarımın ters yönde olduğunu nasıl bilebilirdim. Peki ya doğduğumda… doğduğumda hiç kimse kalbimi dinlememiş miydi? Genel bir muayene etmemiş miydi?
Birkaç gün sonra elimde kabarık bir pembe dosya Hoca’nın huzuruna çıktım. Beni titizlikle muayene etti. Gözlüğünü takıp uzun uzun filmleri inceledi. Karşıma geçip içinde Latince kavramların geçtiği bir takım şeyler anlattı; “Dekstrakardi ve Situs İnversus Totalius vakaları ile karşı karşıyayız, yani kalbiniz sağda atıyor. Bu da 130 bin kişide bir görülen ender bir durum. Kalbi sağda olanların genellikle iç organları da normal bireylere göre ters tarafta bulunmaktadır.”
Hemen hesap yaptım. Demek ki bizler Türkiye’de beş yüz, dünyada sadece beş bin kişi kadardık. O anda ne kadar özel insanlar olduğumuzu düşündüm ve kendimle gurur duydum. Ayrıca Romalı komutan isimlerini çağrıştıran hastalıklarım da çok hoşuma gitmişti.
Bu düşüncelerden sıyrılıp bir hasta olduğum ve ortada ciddi bir durum söz konusu olduğunu hatırlayarak doktora sordum; “Peki ne önerirsiniz doktor?”
“Kalbinizi sağdan sola nakletmek böyle bir operasyon için henüz erken. Ve söyleyeceklerimi yaparsanız hiç gerekmeyebilir. Şimdi sizden kalbinize bakmanızı ve onu korumanızı istiyorum. Spor yapın, sabahın serinliğinde bir saat hızlı tempo ve akşamın gurubunda bir saat yavaş tempo yürüyün. Her şeyin çoğundan sakının. Çok yağlı, çok tuzlu ve çok şekerli yemekler yemeyin. En önemlisi de hiçbir şeyi kafaya takmayın. Bir günlük ömrünüzün kaldığını söyleseler, sedirde ölünüz olsa fazla üzülmeyin. Bu hayatı yaşarken rahat ve sakin olun, sinirlenmeyin ve stresi yaşamınızdan söküp atın. Çünkü stres tüm hastalıların başıdır. Nasıl ki; ulu bir çınarı kurtçuklar içten içe yer, çürütür ve devrilmesine sebep oluyor, stres de insanı işte aynen öyle içten içe yer ve en savunmasız anında insanı yere serer.”
“peki ya aniden iniveren ağrılar?” “Kalp eko’nuz ve ekg filminiz temiz. Dediğim gibi kalbinizi ihmal etmeyecek ve gözünüz gibi koruyacaksınız, üç ayda bir kontrole geleceksiniz. Bırakalım kalbiniz sağda atmaya devam etsin.”
Tüm endişelerim sabun köpüğü gibi uçup gitmişti. Ben şanslı bir adamdım. Kalbi sağda atan, iç organları tepetaklak olan ender bir insandım. Endişe ve moral bozukluğuyla geldiğim hastaneyi şimdi muzaffer bir Romalı komutan gibi terk ediyordum.