- 813 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
tavan arası mektupları
İçimde bir sıkıntı var.
Sana bundan epeydir bahsetmek istiyorum. Ellerim uyuşuyor içimi daraltan bu mevzu aklıma düşünce. Yerim yurdum daralıyor. Yüreğimde hür olan hiçbir duygu birikmiyor. Sesim kısık. Dinlemeye kapadığından beri kulaklarını, kelimelerimi bir araya toplayamıyorum artık. Dünya tüm sempatikliğini yitirdi şimdi benim gözümde. Elimden düşürdüm kalemimi. Sözlerim düşüyor dilimden. Değersizim şimdi, ilk gün ki gibi.
Kime ihtiyacım olsa yemin etmişçesine yok oluveriyor yanımdan. Kötülüklerle dolu bir yığın hatıram var sanırım insanların zihninde. Yalnızlığımı daha çok hissediyorum böyle durumlarda. Ne zaman söyleyecek iki kelime takılsa avurtlarıma, paylaşacak kimsem kalmıyor yanımda. Bundan mıdır yalnızlaştıkça en çok boğazımın ağrıması?
Yine bir gün, ( her zamanki günler gibi ) sana ihtiyacım vardı. Oturdum bir banka, elimde tükenmez kalem ( tükenmezliği yalnızca adındadır onun da. O da bizler gibi bir fani oysa), buruş buruş, arkası yazılı bir parça kâğıt ve aklımda kelimeler. Tüm servetimle öylece bekliyordum gelmeni. Elini kolunu sallaya sallaya bir “merhaba!” demeni.
Sen, bir Mayıs öğleden sonrası, güneş yüzünden doğuyormuşçasına aydınlıkken çehren, ellerin ceplerinde, ıslıklar çalarken kaldırımda, öylesine bir neşe seline kapılmışken gövden, birden bire önümden geçecek ve “merhaba” diyecektin. Hepsi bu.
Gülümsemen de kâfiydi aslında, hatta hiçbir şey yapmadan, yüzüme bile bakmadan, ayaklarını taşlara vura vura ve ayakkabılarının ucuna baka baka yanımdan hızla uzaklaşman da olasıydı.
Bana düşen beklemek… Elimde kalemim vardı, anlatacak hikâyelerim, yazılacak şiirlerim, hayallerim…
Ihlamur ağaçlarının baş döndüren kokularıyla sarhoş olmuşken, oturduğum bankta seni beklemek kaygılandırmıyordu beni ve acıtmıyordu henüz ruhumu.
Seni beklemek yeterliydi şimdilik. Yalnızca yapmaya yeltendiğim eylemin cümlesinin içinde, her hangi bir vazifeyle senin adının bulunuyor oluşu bile mutlu edebiliyordu beni çünkü.
Sonra bir gün ansızın, senli cümleler kurmam yasaklandı senin ağzından.
Çılgın bir suskunlukla cezalandırıldım. Kahreden bir ıstırabın içine fırlatılmış gibi hissediyordum kendimi.
Beklemelerimi yitirişim böyle başladı seni.
Önce, Mayıs bitmemişti henüz, sonbahar geldi takvimlerimde. Sonra yapraklarını döktü ıhlamur ağaçları. O nefes kesen rayihasını esirgemeyen ıhlamurlar birden bire sükûta erdi. Hiç mahsul vermediler o mevsim. Yağmurlar yağdı başımızdan aşağı. Ve ben kalkamıyordum, senin gelmeni beklediğim o banktan bir türlü. Bedenim bir cesede dönüşüyordu giderek. Bedenim kendine yük olan ruhumu tanımaz olmuştu ilk defa.
O bankta ağlamaktan ve nefes almaktan başka bir eyleme karışmayan kaskatı kesilen beden bana ait değildi sanki. Ve ben, o bedeni, öylece oraya bırakıp çırılçıplak bir ruh huzmesi halinde ıhlamur ağaçlarının gölgesine oturtulmuş banktan kalktım.
Şimdi yoluma devam etmeliyim.
Unutmaya da başlarım belki yavaş yavaş.
O şişman besili beden, orada, yapayalnız beklemeye mahkûm oysa hala.
Fakat sen, ne zaman ihtiyacım olsa, hala yoksun. Anlamsız bir cümle gibi dilimden dökülen…
YORUMLAR
Sevgiliye hitaben kaleme alınan yazıları hiç sevmedim bu güne kadar.
İçimizde bir yerlerde,
farkında olmadığımız ama, inceden inceye ruhumuzu hala acıtan bir sevimsizliklerin yaşadığından mıdır, bilemiyorum sözün doğrusu.
Bu nedenledir hiç okumayışımız bu tür çalışmaları.
Ama,
bu kez öyle yapmadık.
Hüzün esintilerini,
duygularımızı sarıp sarmaladığı bu mahzun anlatımı,
aheste aheste okuduk,
kendi bildiğimizce yudumladık,
kendi arzuladığımız realitede sindirdik.
Ne demeli?
Hazin bir tabloydu çizilen.
Hayatın kendisiydi.
Yürünmesi gereken yolun acı bir tarifi idi.