- 619 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gölge
Var olmak için senin orada olmana ihtiyacım var. O tül perde kımıldamalı arasıra da olsa, ardında bir gölge dolanıp durmalı. İşte o zaman ellerim kımıldamaya başlar benim de, ayaklarım karıncalanır. Onca saat aynı sandalyede oturup durduğumu haykırırlar bana sanki, “kendini yok saymamalısın” derler.
“Bu kadar aciz olmamalıyım ben” derim ayaklarıma iğneler batıp dururken. O pencereden çekmeye çalışırım gözlerimi. Kendi penceremin iki yanındaki eşyalara bakarım: Posterlere, kitaplara, kendi resmime… “O ben miyim gerçekten” derim, genç bir adamın omuzlarından bacaklarını sarkıtan o küçük kızda kendimi bulmakta zorlanarak. Babamın gençleşmiş yüzünde yaşanmamış yıllar vardır. O yüzden böyle güneşli bakabiliyordur zaten, şimdiki gibi kara bulutlar dolanmıyordur gözlerinde.
Yaşanmamış yıllar resimdeki çırpı bacaklı kızın yüzünde de vardır tabii. Gözlerinde öyle güçlü bir parıltı vardır ki kaynağının tek bir şeyle sınırlı olamayacağını haykırıyordur sanki. O küçük kız babasıyla fotoğraf çektirmeden az evvel çok güzel bir şey görmüştür çünkü. Onlarca şey sırf o şeyi oluşturmak için bir araya gelmiştir. Sırf küçük kızın gözlerindeki o güçlü parıltıyı var etmek için…
İşte ben o bütünü kaybettim şimdi. Yani bir şey gerçekten de sadece tek bir şey artık… Onlarca şeyin birlikteliğinden doğmuyor, benim için diğer şeylerden ayrılacak kadar öne fırlayan şeyler. Gözlerim her birinin üzerine mıhlanıp kalıyor. Oysa küçük küçük daireler çizmeliyim bakışlarımla, başka şeylerin de olduğunu hatırlayarak. Yapışıp kalmamalıyım, şimdi şu pencereye yaptığım gibi. Onu zorlamamalı, sadece pencere olduğunu unutturacak kadar evrende kapladığı yeri büyütmemeliyim.
Şu ağlama sesini ele alalım mesela… Onu da sokmalıyım pencerenin var olduğu o yaşam kesitinin içine. Sahi nerden geliyor o ses, ağlayan kim? Genç bir kız sesi sanki… Ne de içli içli ağlıyor öyle, tıpkı eski Türk filmlerindeki o hassas ruhlu kızlar gibi! Kirpiklerini kırpıştırıp duran, hülyalı bakışlı, hep baktığı yerde geleceğe dair bir resim gören mutlaka, pembe panjurlu bir ev mesela… İşte aynen o kızlar gibi ağlıyor bu kız da her kimse. Ağlamasının yüzümde tatlı bir tebessüm olarak yansıdığını görse ne hissederdi kimbilir?!
Şimşek hızıyla zihnimde beliren bir resim o kızın intikamını alıyor benden sanki, artık gülümseyemiyorum çünkü. Aksine son derece öfkeliyim. Hatta az önce alay ettiğim bu kız gibi nerdeyse ben de ağlamaya başlayacağım şimdi. Çünkü az önce sesin karşı apartmandan geldiğini keşfettim. O dünyanın en kocaman penceresinin olduğu binadan yani… Boyutları bakımından diğer pencerelerden en küçük farkı olmasa da sonuçta herkesin kendi algılayışına göre farklı bir dünyası yok mu? Benim dünyamda da o pencere diğerlerine göre en az iki kat daha büyük… Sonuçta bu ağlama sesi onun bulunduğu apartmandan geliyor, önemli olan da bu! O ses her yükseldiğinde tül perdenin gerisinde gezinen gölge de gölgeliğinden biraz daha kurtuluyor sanki, daha bir sana benzeyerek.
Bu gözyaşlarının faili sen misin yoksa?! Yavaş yavaş aralanıyor sis perdesi, geçmişteki bir an parıldamaya başlıyor şimdinin renklerine bulanarak. “Evet, bu kızı gördüm ben” diyorum. Tam da bu sesin sahibi olabilecek yaşlarda sarışın bir kızın apartmanın kapısından çıkışını seyrediyorum, o an’ı yaşarken duyduğum sancının tıpatıp aynısını duyarak kalbimde. “Ya onu gördüyse” diyorum senin için. Kız öyle hoş görünüyor ki, bir erkeğin onu beğenmeyecek olma ihtimalini düşünemiyorum bile... Ciğerim yanıyor.
Ama senin gölgen öyle bir vuruyor ki perdeye, pencerenin ruhumdaki yeri o kadar büyük ki, o kızı unutmam hiç de garip gelmiyor bana. Tülün gerisinde telefonunu eline aldığını görüyorum birden. Bir şeyler yazıyorsun… Birkaç saniye sonra da ses kesiliveriyor.
Yoksa o yazdıkların mı bu mucizenin nedeni? Yani ben az önce boşuna kaygılanmadım mı o sarışın afetle senin aranda bir gönül bağı var mı diye? Telefona yazdığın mesajla bu suskunluk arasında bir bağ var mı?
Kıskançlığın ne kadar güçlü bir duygu olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum. Öyle bir sarsıyor ki insanı, seni sen yapan her şeyi öyle yerlere savuruyor ki; hiçbir şeye tam olarak odaklanamıyorsun. Çünkü hiçbir şey önceden ait olduğu yerde değil…
Çok garip ama uzun zamandır ilk kez penceren koca bir kuyu olup derinlerine çekmiyor beni. O sarışın kızın içimde yarattığı sızı öyle bir canımı yakıyor ki, onu yok etmenin yanında diğer her şey çok küçük kalıyor. Kalbimde yarattığın o tatlı kıpırtı bile…
O kızın güzelliği senin gözlerini veriyor bana sanki. Ona bakıyorum gözlerinle, hatta sadece gözlerinle değil her şeyinle de sen olarak var oluyorum karşısında, senin kalp çarpıntını duyarak içimde, ellerimde senin ellerinin ürpertisi… İşte duyduğum kıskançlık böyle bir iyilik yapıyor bana: Seni anlamamı sağlıyor. Gözlerinden kendimi görebiliyorum.
Kızın ağlaması duyulmuyor artık. Tülün gerisindeki gölgense uzak bir köşeye çekildi. Zihnimde de bir köşede hiç kımıldamadan duruyor şimdi. Ne perdenin gerisinde ne de zihnimde sana benzemeyecek hiçbir zaman artık. Hep az önceki ağlamayı duyacağım çünkü o gölge ne zaman sana dönüşmek için bir hamle yapsa; yürüse mesela, telefonla konuşsa, ya da öylesine baksa belirsiz bir noktaya doğru… O ağlama sesi her seferinde sen olmasını önleyecek onun… Gölge olmaktan kurtaracak beni.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.