SEKERAT - SON DUA (4.Bölüm-SON)
BÖLÜM IV - SON DUA
Olduğu yere çöktü. Başını ellerinin arasına koyup saçlarını çekiştirdi. O sırada mutfağın girişi önünde nokta nokta beliren kanları gördü. Gittikçe çoğalan koyu kırmızı kanlar...
Birden kapı yumruklandı. Başını çevirip kapıya doğru baktı. Yutkundu. Ardından kanlara başını tekrar çevirdi. Fakat ortada ne kan ne de izleri vardı. Yer tertemizdi. Bu sefer zil çalmaya başladı. Israrla çalıyordu. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştı. Delikten baktı. Kapıdaki yaşlı adamı unutamazdı. "Aman Allah’ım!"
Hemen kapıyı açtı. Bir süre yüz yüze bakındılar. "Evlat vaktimiz yok. Bırak da içeri geçeyim. Sana anlatmam gereken önemli şeyler var."
Kapıyı ardına kadar açıp başını öne eğerek gir işareti yaptı. Konuşmadı. Adam içeri geçip koltuğa oturdu. "Geç, sen de otur. Şimdi anlatacaklarımı iyi dinle. Yoksa sonun yakındır. Bu işi bu gece çözmelisin."
" Bak amca son iki gündür ne yaşadığımı anlamadım ve çıldırmak üzereyim. Ne diyeceksen hemen söyle." Bu ihtiyarla ilk rüya gördüğü gün caminin bahçesinde karşılaşmıştı. İhtiyar onunla daha hiç konuşmadan bütün rüyada gördüğü her şeyi ona söylemişti.
" Bak evlat. Lafı uzatmadan anlatacağım. Bir süredir seni rüyamda görüyordum. Hemen ardından çirkin bir varlık tarafından tehdit ediliyordum. Eğer sana yardım etmeye kalkarsam beni öldüreceğini söylüyordu. Fakat sözümü seni cami bahçesinde görünce bozdum. Ve yüksek sesle konuşarak sana mesaj vermeye çalıştım. Başında mesajı aldığını düşünüyordum ama paniğe kapılıp hemen ortadan kayboldun. Şimdi senin peşinde olan şey benim de peşimde. İşin aslı bundan 12 yıl önce dedenin evinde dururken yaşlı bir adamın elinde yüzü kanlar içinde bir bebekle eve gelişini hatırlıyor musun?"
Şok içindeydi. Kekeleyerek; "e..evet" diyebildi. İhtiyar devam etti;
"Peki o bebeğin geldiği gecenin sabahı nerede uyandığını hatırlıyor musun?"
Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Yine kekeleyerek "bo..bodrumda.." diyebildi.
" Evlat... O gün adamın getirdiği bebeğe sekerat büyüsü yapılmıştı. Bebek adamın torunuydu ve onun o halde büyümesine izin veremezdi. Geceleyin seni ve bebeği bodruma indirmiş ve ondaki büyüyü senin üzerine geçirmişti. Şeytanın zamanı gelince seni ele geçirip öldürmesi için... O sabah ne adamı ne de bebeği bir daha görmedin öyle değil mi? Sadece gözlerini bodrumda açtığını hatırlıyorsun."
Şok içinde kalmış bir vaziyette yutkunmakta güçlük çekti. "Peki bunları sen nereden biliyorsun?"
İhtiyar yerinden doğruldu; "Nereden bildiğime değil, ne bildiğime bak evlat! Seni bu akşam alacağım bu büyüyü üzerinden kaldırmak için tanıdığım bir hocaya gideceğiz. Gitmeden önce akşama kadar vaktin var. O pusulayı bul. Yoksa bu gece uyuyacağın yer, yatağın değil, toprağın altı olur!"
İhitiyar dışarı çıktıktan sonra arkasından kapıyı kapattı. Geri dönüp koltuğa oturdu. Mutfağın önüne gözü iliştiğinde kanlar tekrar belirmişti. Bu sefer şekle bürünmüş - س - harfi oluşmuştu. Birden kafasında bir şimşek çakmıştı. Korkacak vakit yoktu. Bahçeden baltayı alıp harfin önüne geldi. Baltayı hızlıca kaldırıp sert bir şekilde indirdi. Parke parçalanmıştı. Bir kere.. Bir kere daha. Alnında biriken terler baltayı vurduğu yere damlıyordu. Parkeler tamamen parçalandıktan sonra altının boş olduğunu fark etti.Parçaları bir tarafa çektikten sonra elini boşluğa soktu. Bir kumaş parçasına dokunduğunu anladı. Kavrayıp çıkardı. Dizleri üzerine çöküp kanlı mendili açmaya başladı. Kat kat sarılmıştı. Sonuna geldiğinde bulduğu şey onu sevindirmiş olsa da bunu belli etmedi. Pusulanın kuzey göstergesine karşılık gelen yerde bir mezar sembolü, güney göstergesinin karşısında ise sütunlarla yapılmış bir kapı sembolü vardı.
"İşte bu kadar!" Korkuyla karışık bir gururun içinde bocalıyordu. Koltuğa geçip oturdu. Başını arkaya yasladı. Gözleri kayıyordu, yorgundu.
“ Kapılar açıldı. Açılmasaydı bu kapılar yada kör olsaydım. Belki bütün bunları görmezdim. Çok geç kalınmış ya Rab ! ”
Birden çalan zille irkildi. Saat akşam dokuzu gösteriyordu. Yarı kapalı gözlerle kapıya gitti. Açtığında derin soluklarla bekleyen ihtiyarı gördü. "Haydi vakit geldi. Acele et."
İçeriye gidip pusulayı aldı. Ceketinin iç cebine koydu. "Nereye gidiyoruz?" İhtiyar hiç konuşmuyordu. Hızlıca yürüdüler. Semtin dışında harabe bir köşkün önünde durdular. İhtiyar;
"Burada bekle."
Beş dakika sonra ihtiyar kapının önünden eliyle "gel" işareti yaptı. İçeride lamba yoktu. Bir kaç mum içeriyi güçlükle aydınlatıyordu. Keskin bir koku hakimdi. Bu kokuyu biliyordu. Sesini çıkartmadı. Harabe köşkün üst katına çıktılar. Her adımda yanında soluklanan bir şeyler olduğunu hissediyordu. Duvarlar tılsımlarla doluydu. Burada olmayı hiç istemezdi. Ama kurtulmak zorundaydı. Karşı duvarda asılı duran bir sayfa dikkatini çekti. İçi boş dokuz kare çiziliydi. Tam o sırada bir ses geldi. "Orada durun!" Bu ses hiç yabancı gelmiyordu. Daha öncesinde beyninde patlayan bir ses gibiydi.
"Sen! Üzerindekini çıkart ve şuraya uzan." Samandan yapma mindere oturan adam ayağa kalktı.
İhtiyar yere uzanması gerektiğini belirten bir göz işareti fırlattı. Tereddütlü bir şekilde üzerindekileri çıkartıp yerde çizili yuvarlağın ortasına uzandı. Bir gözü ihtiyardaydı. İhtiyar yavaş yavaş geri adım atıyordu.
Gölgelerden çıkıp yanına yaklaşan sivri yüzlü adam "Beni tanıyor musun?" dedi. O an kafasında dank etmişti. Elleri zincirle bağlanmış halde konuştuğu adam bu adamdı. Bu ses tonunu unutamazdı. Yüzünü hiç görmemişti. Ama artık sesin onun sesi olduğuna emindi. Sivri yüzlü adam yaklaştıkça şekli değişiyor insan suretinden çıkıyordu. Vücudu yerde kaskatı kesilmişti. Kıpırdayamıyordu. Çıkarttığı ceketine ilişti gözü. Pusula oradaydı. Gitgide şekli değişen şey aslında şeytanın ta kendisiydi. Sonunda yalnızca duvarlarda beliren kapkaranlık bir gölgeye dönüştü. Uğultulu sesler sarmıştı odayı.
"Seni buraya getirmek gereğinden fazla zamanımı aldı çocuk."
İhtiyar yavaş adımlarla odanın köşesindeki sandığın yanına gitti. Açıp içinden üzerinde kan lekeleri olan bıçağı çıkardı. Ardından iki eliyle dikkatlice eski bir kitap çıkarttı. Yerdeki ceketin yanına gidip mendile sarılı pusulayı aldı. Bu sırada yerde öylece yatmış, olan bitene anlam vermeye çalışıyordu. "Amca! Neler oluyor. Sen ne yapıyorsun. Kimsin sen!" bağırdı.
İhtiyar şöyle bir baktıktan sonra; " Ben kim miyim? O gün elinde kanlı bir bebekle dedenin evine gelen adam. İşte o benim evlat. Çok kolay inandın. Torunumu kurtarmanın başka bir yolu yok. Ona dokunmaması için senin ölmen gerekiyor. Ne yani o gün bodrumda sapa sağlam uyanmakla kurtulabileceğini mi sandın. O sadece bu zamana torunumun sağ salim gelebilmesi için şeytanla yapılmış bir anlaşmaydı.Şimdi herkesin vakti doldu. Anlıyor musun Herkesin. Eğer sözümde durmazsam torunum, ben hepimiz ölürüz. Ama şimdi senin ölmen ile biz kurtulacağız. "
"Ama bütün o evde anlattıkların?"
"Evet. Ama sana olanları nereden bildiğimi söylemedim. Sen de hiç diretmedin. Bunun için teşekkür bile edebilirim." Gülümsedi.
Eski kitabı açıp çemberin üçgenle kesiştiği yerine koydu. Pusulayı çıkartıp mezar sembolünü ayak ucuna gelecek şekilde yerleştirdi. Duvardan dokuz karelik tılsımı alı pusulanın üzerine koydu. Bıçağı avucuna koyup elini yumruk yaptı. Bıçağı birden çekti. Kesilen yerden akan bir kaç damla kan kitabın üzerine düştü. O anda içeride müthiş bir sarsıntı hissedildi. İçerisi uğultularla dolmuş. Gülüşmeler, kahkahalar ve çığlıklar. Mumlar sönüverdi. Derin bir karanlık içinde ihtiyarın okuduğu İbranice büyü sözcükleri yükseliyordu.
Çemberin içinde sıkışıp kalmıştı. Artık yapacak hiç bir şeyi kalmamıştı. Korkunun zirvesinde göğsüne saplanan acı kendinden geçmesine yetecek kadardı. Direniyordu. Belinde oluşan baskı kemiklerini kıracak gibi hissettirdi. O sırada tavanda beliren şekilleri gördü. (س-ك-ر-ت)
İhtiyar çemberin başucuna geldi. Dizleri üzerine çöküp iki eliyle bıçağı kavrayıp havaya kaldırdı. Yerde yatmış sadece ihtiyara bakmakla yetinebiliyor ve kıvranıyordu. Hiç bir şey söyleyemedi. İhtiyar bıçağı beynine saplamak için ayinin parçası son sözleri mırıldanırken tavanda beliren (س-ك-ر-ت) harfleri rüyasını hatırlattı. Rüyasında söylediği şeyler... Rabbine yalvarmalıydı. Bu güne kadar inanmadığı için pişmandı. Hemde çok. Şimdi o inanmadığı yaratıcıdan medet ummak zorundaydı. Kalbiyle utanıyordu artık. Rüyasındaki sözleri hatırlamaya çalıştı. Hepsi bütün harfler bir trenin vagonları gibi ardarda diline dizildi. Gözlerini kapadı, haykırarak bağırdı.
“ Kapılar açıldı. Açılmasaydı bu kapılar yada kör olsaydım. Belki bütün bunları görmezdim. Çok geç kalınmış ya Rab ! Pişmanım! Beni affet. Beni affet ve koru! Ya Rabbi... ”
Her şey sus pus olmuştu. Çıt çıkmıyordu. Bedenindeki kasılma geçmişti. Hiç bir yeri göremiyordu. Karanlıktı. Muazzam bir oyunda hedef olmuştu. Korka korka gözlerini yavaşça açtı. Bir kaç saniye bekledi. Kıpırdamadı. Titreyerek ve aynı kelimeleri söyleyerek kalkmaya çalıştı. "Çok şükür geçti." Yerinden doğrulurken odanın içi aydınlandı. Mumlar yanmaya başlamıştı. İçine girdiği yerde çizili çember yoktu. Tavana baktı. Harfler yoktu. Gözü yerdeki kitabı ve pusulayı aradı. Yoklardı. Odada hiç bir şey yoktu. "Peki ihtiyar. İhtiyara ne oldu?" Bir an düşündü.
Topallayarak kapıya yöneldi. Islak bir şeye bastığını fark etti. Mum ışığında beliren kanlar merdivenlerden aşağıya doğru iniyordu. İzleri takip ederek aşağı doğru indi. Son basamaktan adımını atacağı sırada gördüğü manzara karşısında hayretler içinde kaldı. Midesi ağzına geldi neredeyse. Eliyle ağzını kapattı. Merdivenin başında az evvelki ihtiyarın yarım cesedi duruyordu. Gözleri sonuna kadar açıktı. Dehşet verici bir ana tanık olmuş gibiydi ihtiyarın yüzü. Sanki tam belinden ikiye bölmüşlerdi. Bedeninin diğer yarısı da köşkün girişinde kapının yanında duruyordu.
Eli ağzında, topallayarak köşkten dışarı çıktı. Başını gökyüzüne kaldırıp bir süre bakakaldı. Dudaklarından, çok zaman duyduğu ama anlamını bilmediği bir kelime döküldü.
"ELHAMDÜLİLLAH"
"... Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur.
Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildir."
NİSA SURESİ / 119,120. Ayetler
----- SON ----
Bahattin BERKDİNÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.