- 3683 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
VEFASIZ DOST
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
DOST
Günün birinde, çok iyi, candan, ahde vefalı diye bildiğim dostum, benden tarih belirterek; şu tarihe kadar bir miktar borç para istemişti. Fakat dostuma parayı vermeden; “bekle geliyorum demiş yanından ayrılarak gitmiştim. Bir iki saat gibi bir süre sonra da geri dönmüş ve dostumun ihtiyacı olan parayı; “hayırdır, ne yapacaksın, bunca parayla? Nereye harcayacaksın?” sorgusunu yapmadan kendisine uzatmış, ardından; “bak dostum bana tarih belirtiyor ve bu tarihte aldığın parayı ödeyeceğini söylüyorsun.” Ola ki yanılgıya düşersin, ola ki temin edemezsin, ola ki bir aksilik doğar. Senin bana verdiğin ödeme tarihine ben de yirmi bir gün yani üç hafta ekliyorum. Sen sıkıntıya düşme! Ama o gün geldiğinde ihmal etme. Ödemeyi aksatma olur mu? Diye tembihlemiştim.
Dostum; büyük bir mutlulukla parayı almış ve gitmişti.
Dostumu mutlu ettiğim için ben de bu durumdan çok mutlu olmuştum.
Aradan uzunca bir zaman gecmiş, dostumun işleri yoluna girmiş, parasına para, servetine servet katmıştı. Ama kazanma hırsı dostumun gözünü o kadar bürümüştü ki, başını kaldırıp ta birinden selam alayım, birilerine selam vereyim diye aklının ucundan bile geçmezdi. Onun tek derdi, daha çok kazanmak olmuştu.
Nihayet, benim de üstüne üç haftalık bir vade ekleyerek verdiğim sürenin son haftasına gelmiştik ki, komşumuz Rıza dayı bir gece vakti kapımı çaldı! Kapıyı açtığımda; Rıza dayı çaresizlik içinde kıvranarak, “Hüma evladım, evim yıkıldı ocağım söndü.” Diye yakınıyordu.
- Ne oldu Rıza dayı, hele bi sakin ol.
- Nasıl sakin olurum oğul, nasıl sakin olurum?
- Hayırdır inşallah Rıza dayı anlat bakalım.
- Nasıl anlatayım oğul yengen çok hasta!
- Kim Melek teyze mi hasta?
- Evet oğul hem de çok hasta.
- Eeee ne bekliyorsun burda Rıza dayı doktora götürsene?
- Eyyi diyon da oğul daha hasat vaktine çok var. Yastık altındakileri de askerdeki oğlana, Ankara’da okuyan kıza gönderdik. Elde avuçta bi şey yok ki. Nasıl götürem?
İş başa düşmüştü. Hüma düşündü ne yapabilirim diye. Aniden dostuna verdiği para aklına geldi. Ama ödeme süresini kendi rızasıyla uzattığı alacağın zamanıma, bir hafta vardı. Hem gecenin bu vakti dostumu nasıl rahatsız edebilirim ki, diye düşündü. Aniden aklına hasta ve yaşlı olan annesi ve aile bireyleri için ayırdığı cenaze işlemleri ve tasarruf için dövize çevirmiş olduğu parası geldi. Hiç tereddüt etmeden içeri girdi ve parayı saklamış olduğu eşinin çeyiz sandığına yöneldi. Telaşla sandığın altını üstüne getirmiş, nihayet parayı bohçalar arasında mendile sarılı bir şekilde bulmuştu. Sevinçle dış kapıda bekleyen Rıza dayıya koşarak;
- Rıza dayı söyle ne kadar vereyim, kaç paraya ihtiyacın var?
- Bilmem ki oğul.
- Nasıl bilmen Rıza dayı?
- Oğul meyhaneye gitmiyom ki! Ben nerden bileyim. Hastaneye gidiyom hastaneye!
- Haklısın be Rıza dayı, benimki de laf işte kusuruma bakma. Diyerek aile bireyleri ve tasarruf için biriktirmiş olduğu defin işlemleri parasının tamamını Rıza dayıya vermişti. Rıza dayı teşekkür ederek konuşa konuşa eve varmış, at arabasını hazırlayarak sevgili eşi Melek teyzeyi de alarak hastaneye getirmişti.
Hastanenin acil kapısından doktorlara seslenerek; “Yetişin doktor eşim hasta, umudum, dayanağım hasta, yardım edin nidaları arasında eşini muayene odasına alınmışlardı. Doktorların ilk müdahalesinde tetkikler istenmişti ve hastahaneye yatırılmıştı
Sabahı ayakta eşinin başucunda geçiren Rıza dayı, Tetkik ve tahlil sonuçlarını almak için doktor tarafından laboratuvar’a gönderilmişti. Uzun bir bekleyişin ardından tetkik sonuçlarını alan Rıza dayı, sonucları, eşinin doktoruna vermisti.
Üç ay kadar hastahanede eşinin yaninda kalan Rıza dayı banyo yapmak ve kıyafetlerini degistirmek için köye, evine gitmişti.
Geri döndüğünde örtüyle sevgili eşinin üstünün örtüldüğünü ve morga götürülmek üzere hazırlandığını gördü!
Rıza dayı perişan bi halde ve şaşkınlık içinde olduğu yere yığılıp kalmıştı.
Görevliler eşini gözleri önünde morga kaldırılmıştı, bir an önce köye dönerek konu komşuya haber vermeliyim. Birkaç kişiyle gelir cenazeyi alırız diye mırıldandı.
Apar topar köyüne döndü. Köyde yapması gerekenleri yaptı. At arabasını hazırlayarak tekrar ilçeye döndü. Atı, hastahanenin bahçesinde bir ağaca bağladı. Köyden birlikte geldiği dostlarıyla morg’dan cenazeyi aldı ve hastahananin bahçesinde bulunan at arabasının yanına geldi. Atın başından yem torbasını çıkarırken, en yakın dostuymuş gibi sesi titreyerek; “Bak gördün mü, o da beni terkedip gitti. Ne yaparım şimdi ben yalnız başıma? Diye mırıldadı.
Rıza dayı yaşaran gözlerini kollarının ağzıyla silerek hazırlandı ve yola koyuldu.
Köye varır varmaz hemen caminin imamına gitti ve eşi için sela okumasını istedi. İmam, Rıza dayıya başsağlığı diledikten sonra sela okudu. Sela okunmasını duyan bütün köylü Rıza dayının evinin önünde toplandı. İş bölümü yaparak kimileri mezarlığa mezar kazmak için giderken, kimileri ocaklar kurdu, ateşler yaktı ve su kaynatmaya başladı. Usullere uygun bir şekilde Melek teyze, köy mezarlığına defnedildi.
Malum ya, köy yerlerinde cenaze kaldırmak, en az düğün yapmak kadar meşaketli ve de külfetli bir iştir. Rıza dayı Hüma’nın vermiş olduğu parayı üç gün boyunca harcamalar yapmış ve bitirmişti. Üstelik de Hüma’nın annesinin de hasta, yatakta olduğunu biliyordu.
Bir kaç gün sonra Rıza dayı atını ve arabasını kasabaya indirmiş ne olur ne olmaz diye satılığa çıkarmıştı. Neyse ki akşama doğru bir alıcı çıkmış ve Rıza dayı atını ve arabasını satmıştı. Hüma’dan aldığı parayı karşılayacak kadar olmasa bile en azından durumu idare edecek kadardı.
Diğer taraftan Hüma, dostuna verdiği paranın vakti geldiğini biliyor ve her şartta üç beş gün sonra nasılsa dostu almış olduğu parayı getirip verir diye düşünüyordu. Nihayet kararlaştırılan tarih gelmiş geçmişti. “Olsun, gecikme olabilir.” Diye içinden geçirdi bir an. Ama bu gecikme bir haftayı, ardından ikinci, üçüncü haftayı buldu!
Nihayet, Hüma dostuna giderek; “Bak dostum, benden borç para aldın ve bir tarih koyarak o tarih geldiğinde vereceğini söyledin. Ben ise, dostum zorda kalmasın üç hafta da benden yana diyerek bu tarihi uzattım. Buna rağmen bir üç hafta daha geçti ve senden ses seda çıkmadı. Beni buraya kadar getirmeye mecbur bıraktın.
Hüma’nın dostu ya da dost bildiği kişi, yemin billah ederek; “İnan Hüma yirmi beş kuruş param yok, birkaç yerden beklentim vardı onlar gelmeyince ben de mağdur oldum, seni de mağdur ettim. Sana söz on gün sonra vereceğim. Diyerek Hüma’yı gönderdi.
On gün dediğimiz zaman dilimi nedir ki çabucak gelip geçmişti.
On birinci gün.
Hüma bir kere daha dostuna uğradı ve bu sefer parasını istemeye değil, ona söyleyecek bir çift sözü vardı! Ki öyle de yaptı.“Sevgili dostum, sana bir tavsiyem var. Ananı, babanı, servetini kaybetmeyi göze al. Ama benim dostluğumu kaybetmeyi asla!..” Dedikten sonra hiç beklemeden dostunun yanından ayrıldı.
Aslında bu söz çok anlamlı ve bir o kadar da derin bir sözdü. Çünkü Hüma birçok defa gece sıcacık yatağından kalkmış bu dostunun zor anlarında yanında olmuştu ve bunu en iyi bilen de oydu. Aynı zaman da Hüma gibi bir dostu kaybettiğinde neleri kaybedeceğini de çok iyi biliyordu!
Nitekim Hüma hasta olan annesini bir gün kaybetti ve bu sefer kendisi zor durumdaydı. Hem de çok zor durumdaydı. Çünkü Hüma başkaları gibi gidip te kimseden bi şeyler istemeyi gururuna yediremezdi. Öyle ki annesini kaybetmenin üzüntüsüyle komşusu Rıza dayıya verdiği parayı bile unutmuştu.
Sağolsun Rıza dayı ahde vefanın ne demek olduğunu bilen eski topraktı. Boşuna atını arabasını satmamıştı. Hemen Hüma’ya koşmuş, bir kenara çekerek; “al oğul senden aldığımı karşılamıyor ama Allah kerimdir.”
Hüma anca o zaman Rıza dayıya para verdiğini hatırlamıştı. Kendisine teşekkür ederek parayı almış ve annesinin defin işlerinde kullanmştı.
Hüma’nın ahde vefasız dostuna gelince; Meğer İnsanlar arasında kredisini tükettiği gibi maddi değerlerini de tüketmiş, eşinden, çocuklarından ayrılmış, piyasada daha nice kişilere bu şekilde borçlanmış, ve kendisini alkole vererek daha da rezil bir duruma düşmüştü.
Daha düne kadar kendi işinin başında, dediğim dedik çaldığım düdük diyen dostu şimdi bir yayınevinin iletişim bürosunda odacılık ve çaycılık yapıp akşamları ise, meyhane meyhane dolaşarak; “olur da bir tanıdığa rastlarım masasına davet eder. Ben de bir iki kadeh içkiyle günümü gün ederim." düşüncesiyle hâlâ meyhane eşiklerini aşındırıyor.
Hüma ise, şu anda dahi dostunun düştüğü bu duruma üzülüp kahroluyor.
Efkan ÖTGÜN
YORUMLAR
İlginç bir hikaye.
İlginç olduğu kadar da güzel.
Helal olsun Hüma'ya.
Ben olsaydım,
çoktan kaşını gözünü yarar,
hastanelik ederdim şerefsizi.
Ders verici, dostluğu, arkadaşlığı, insanlığı ön plana çıkaran güzel bir hikaye.
cankenarı
Hüma Efkan
Evet eksik yönleriyle, bana kalmasını istediğim yönleriyle bu öykü tamamen gerçekçi olup, Hüma şu anda dahi dostunun düştüğü bu duruma üzülmektedir.
Teşekkürler...
Eski zamanlarda bir mürşid müridlerini alıp onları doğru yola sevk etmeye çabalamış aylar yıllar sonra bütün müridlerin gözleri hakikate açılmış hakikat penceresinden bakan müridler ne görsünler kendilerini bu aşamaya getiren Mürşidleri cehennemlik imiş bütün müridler birer birer terk etmişler hocalarına arkaya bir dost kalmış öyle bir dostmuş ki bırakıp gidememiş.Hocası ona sormuş neden gitmediğini cevap şöyleymiş " sen getirdin bizi bu aşamaya sen açtın hakikat penceresini nasıl terk ederim seni" demiş.
Sonra dönüp hocasına sormuş peki sen niye hala hocalık yapıyorsun hala geceler boyu Allah'a yalvarıp duruyorsun demiş.Hoca şöyle cevap vermiş " Ben Allah Kapısının önündeyim oradan girmeye çalışıyorum söyle varsa başka kapı ona gideyim.Hem maden sana birşey gösterenin vefasını biliyorsunda bana size öğretmeyi öğretenin vefasını neden görmüyorsun ben neden vefa etmeyeyim" demiş.
Allah herkese vefalı dostlar nasip etsin