- 592 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevinç Sokullu- ardahan öyküleri- 351 (yeni yazım)
Bugün, bugün. Yarın, yarın.
Günü güne sattım.
Yarın yazarım dedim durdum.
Yaşlanınca; adam sende işinin adı ne: Yaşlılıkta yazarsın dedim.
" Ne yazmayacaktım ki. Neleri yazmayacaktım."
Bu, bu bunları.
Bunların; bunların hepsini yazacağım derdim.
Kendi kendime söylediğim şeylerdi.
Zamanın Ruhunu yazıyorum, diyenler çıktı. Türkiyenin Ruhunu yazacağım diyenler oldu. Ben de birşey demeliydim şunu bunu yazacağım demeyeceğime göre.
Ben ne demeliydim? Onu yazabilirdim bak!
"Ne demeliyi yazabilirdim."
Ondukuz yaşlardaydık: Kız arkadaşlarım, erkek arkadaşlarım, hasılı gençliktik.
Bursa’da öğrenciyim. Saklamamak ya yaşadıklarımızı!
Bizden evvela yaşamıştı insanlar, onlar saklamadılar hayatlarını.
Bizden sonra çocuklarımız yaşayacakları çok çocuklukları olacaktır.
Bize rahmet minnet okurlar. Biz birşeyler saklamamışsak birşeyler yapmışsak.
Bilen biri bildiğini gence, onun gençliğine esirgerse o insan mıdır Allasen?
Biz bir zamanlar öğrenciydik.
Bursaydı okuduğumuz şehrin ismi.
Öğrencilik izlenimlerim, hatırladıklarım beni etkileyen şeylerdir. Onları unutamıyorum. Tümü de moda deyimle: BİLİŞSEL’dir ne yazık ki.
Sebahattin Bey vardı. Sosyologtu. Eğitim Sosyolojisi dersi veriyordu. Birkaç kelime, kavram, ne sormuştumsa teneffüs zili çalmıştı, Teneffüse çıkmağı benim sorduğum soru engellemişti. Sebahattin Bey cevaplamağa başlamıştı. Çocuklar çıkışın uzamasını benden bildiler. Birisi dirseğiyle sol böğrüme vurmuştu. Halit’ti herhalde. Soru sormayı bırak allahaşkına teneffüse çıkalım demişti.
Sevinç Sokullu Tiyatro Profesörüydü.
İkinci sınıftaydık, Ankaradan gelmişti. Kenan Evren rotasyonla yollamıştı.
Birinci sınıfta lise öğretmenleriyle ders yapmaktan ileriye dönük açıkca ümitsizliğe düşmüştüm.
Hiç mi profesör görmeyecektik?
Sonra öğretmenlik yaparken bunun eksikliğiyle yitip gidecek miydik, doğrusu böyle düşündüm.
Okulumuz Yüksek Öğretmen Okuluydu. Eğitim fakültesi oldu. Fakülte mezunu olacaktım bundan hazetmiştim.
Sonra Doğan Çağlar’lar geldi, Cevat Binbaşıoğlu, Cevat Alkan’lar.
Pedagoji görüyorduk, yanısıra sanat eğitimi: Resim sanatını ise uygulamalı öğreniyorduk. Her iki alanın eğitimini hakkıyla yapmak; şimdiden dönüp değerlendirdiğimde daha ahil bakışla; zevkli ve derin olduğuna kanaat getiriyorum.
ESTETİK sözünü duyduğumda bilmediğim ve uzun yıllarımı alacak bir kelimeye rastlamam gerçekleşmişti.
Sevinç Sokullu Hanımdan Cemil Sena’nın estetiğini istemiştim. Masasının üstündeydi kitap. Merak saikiyle miydi, neydi? İstemiş bulundum.
Hocamız:
- İstediğinden emin misin yoksa öylesine mi istiyorsun. dedi.
Öğleni biraz geçmişti zaman.
"Şimdi alırsam yan sınıfta oturup okuyacağım." dedim.
Sevinç Hanım kitabı verdi. Bir vakit sonra kontrole geldi. Ben okuyordum. Okuduğumu gördü.
Meğer sanatbilimin zirvesi ESTETİK’miş. Yılları alacak olan bir emeği gerektirirmiş. Benim cesaretim ise bilgisizliğimden kaynaklanmıştı.
Cemal Sena, Suut Kemal Yetkin, İsmail Tunalı bizim önemli estetikçilerimizdir.
Bunlar okunmadan önce akademik hazırlık yapılarak buralara geçileceğini Sevinç Hanım bana imayla anlatmak istemişti.
Hocamın üzerimde kalan izlenimleri:
Birgün VAROLUŞCULUĞU özgürlük problemi yani kavramı üzerinden anlatmıştı.
Anlatım tarzı ilgilisine dönük şekildeydi: İsteyen anlar, istemeyen anlamaz.
İster inan, ister inanma gibi yani.
" Bir dağın başında kurt varmış. O kurt eğer o dağda bulunduğunu bilir ve başka bir dağa gitmeğe iradesiyle gitme kararı verirse kurt özgür olurmuş."
Sevinç Hanım’ın anlatışıyla VAROLUŞCULUĞUN bu anekdottan başlayan macerası çok zamanımı almadı diyemem.
Bu anlatıya dönerek vardıkça yine birşeylerin eksik kaldığını halen anlar dururum.
Varoluşçuluk akılcılığı ve aklı önemser.
Akılla yapılan seçimleri hayvanlar, bitkiler yapamıyorsa varoluşçuluk insancıllıktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.