Geleceğe mektuplar
GELECEĞE MEKTUPLAR
SOMA MADEN FELAKETİ - 1
ÖNEMLİ BİR UYARI: Sayın okuyucu, aşağıdaki “İRONİ”yi okurken, lütfen (her ihtimale karşı, bir gözünüzü yedeğe alarak) yani tek gözünüzü kapatarak okuyunuz. Şayet, iki gözünüzle birden okursanız, kızgınlık ve sinirlilikden.. dolayı, şaşı olma ve yaşadıkça şaşı kalma ihtimaliniz mevcutdur. Bizden söylemesi!...
Röportajın konusu ……. : Manisa Soma ilçesinde, 2114 yılında meydana gelen maden kazası,
Röportajı yapan ............. : Mürsel Münevveroğlu, Araştırmacı. Bu röportaj, Surprizsite.com adına Soma şehitlerininunutulmaması adına yapılmıştır. Alıntı yapmakserbesttir.
Röportaj konuğu ……….: 2114 yılı Manisa Vali Yardımcısı, Sedat Ahmet Konuşkan.
Röportajın tarihi..............: 19 Mayıs 2114. (Dikkat, tarih yanlış yazılmamıştır. Doğrudur. M.S. 2114)
Röportajın yapıldığı yer : Soma kömür madeninin giriş kapısı. (Seyyar canlı yayın merkezinden)
Röportajın konusu ……. : 13-Mayıs-2114 tarihinde yaşanan maden kazasındaki alınan önlemlere, BİRLEŞMİŞ MİLLETLERGenel Kurulu tarafından verilen “ÇEVRE VETEKNOLOJİÖDÜLÜ”
Röportajın saati ………...: 18:45 (B.M.G . Kurulu’nun Serdar Ahmet Konuşkan’a verilen ÖDÜL takdim töreninden hemen sonra)
Röportajın yayınlandığı yer:Bütün resmi ve özel haber kanalları ve haber siteleri. Not: Kâğıda basılı yayınlar, 45 yıldır tamamen kalktığı için, gazeteler ve dergilerde yer almamıştır.
RÖPORTAJA GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
Mürsel Münevveroğlu: – Hoş geldiniz. 2114 yılı Manisa Vali Yardımcısı, Sayın Sedat Ahmet Konuşkan.
Sedat Ahmet Konuşkan – Hoş bulduk, Sayın Münevveroğlu..
M.M. – Sayın Konuşkan; Zat-ı alinizin de yakinen bildiği üzere büyük bir tevafuk eseri olarak, bundan tam yüzyıl önce yine bu gün (sanki parelel zamanlara bir misal oluşturmuşcasına) ve yine bu ay ve bugün (13- Mayıs- 2014 günü) yine şu anda üzerinde bulunduğumuz bu kömür madeninde, yine büyük bir patlama yaşanmıştı ve (301) madenci işçisi şehit olmuştu.
Öncelikli olarak geçmişdeki o günlerde yaşanan kazayı ve arkasından yaşanan olayları yeniden hatırlayıp, röportajıma şu soru ile başlamak istiyorum. Yüzyıl önce yaşanan o meş’ûm patlama sırasında, kömür ocağının içinde olduğu gibi, ocağın kapısında ve civarında yaralı veya vefat etmiş işçilerin dışarıya çıkarılışı sırasında, resmi yetkililer tarafından portatif sığınma kafesleri arkasına büyük bir kalabalık doldurularak, büyük bir curcuna ve büyük bir itiş-kakış rezaleti yaşanmış.. insanlar sanki, milenyumun 14. yılında değil de; üçyüz sene öncesinde meydana gelmiş ilkel bir kömür ocağı patlamasındaki davranışlar gibi davranmaları için, adeta sürü (yığın) muamelesi yapılarak ikinci bir felâket ile karşı karşıya bırakılmışlar. Sanki başka bir duyuru şekli ve imkânı yokmuş gibi. Portatif bu demir kafeslerin arkasındanki halk, felâketin heyacanı ile madenin kapısından dışarıya çıkarılan her bir madencinin “sağ mı veya yaralımı, kendi yakını veya tınıdığı mı..” diye diye merakla cesedlere doğru uzandıkça birbirlerini eziyor, sıkıştırıyor.. itilip kalkılanlar, bütün güçleri ile bağırıp çağıranlar, kendi kişisel acıları yetmezmiş gibi, bir de bu canhuraş bağrışma ve çağrışmalardan çile ve ızdırap çekiyorlardı...
Patlama haberini duyup madenin kapısına gelmeyenler ise, yaralısını veya ölüsünü bulmak için; o hastahane senin, bu hastahane benim.. diyerek gayesiz ve ümitsizce hastahanelerin arasında mekik dokuyor veya ilk bulduğu hastanenin önüde, yahut da içinde gayesizce koşturuyor, dolayısiyle de; hastanenin çalışma düzenin ve temposunu aksatıp, hastalara ve hastahaneye destek yerine köstek oluyorlardı. Koordinasyon bozukluğundan en normal olan insanların bile psikolojileri bozulmuş, Soma’nın her yeri adeta tam bir “CAN PAZARI”na dönüşmüşdü.
Şimdi ise, yüzyıl sonraki bu seferki patlamada; ne madenin ağzında, ne hastaneler arasında ve ne de hastaneleri içlerinde, yukarıda da belittiğim gibi “ne bir curcuna ne bir rezalet ve ne de bir koşuşturma yok.” Sanki bu kömür madeninde hiç patlama yokmuş gibi. Aldığınız tedbirlerin sonucu olarak, halka yaşattığınız bu olağanüstü değişikliği nasıl başardınız? Lütfen, bize özetle anlatırmısınız?
S.A.K. – Sayın Münevveroğlu. Evvela, bana böylesine bir önemli bir patlama olayını ve bu patlama öncesinde ve sonrasında
alınan önlemler sonucu, ortaya çıkan başarıdan dolayı verilen B.M. ödülünü anlatmak ve açıklamak fırsatı verdiğiniz için Siz’e teşekkür ederim.
Öncelikle şunu belirteyim ki, bu röportaj sadece B.M.’nin verdiği ödül ile bir kömür madeninin dış kapısından itibaren başlayan kısmını ihtiva eder. Hiçbir zaman bu kömür ocağının kapısından içerisi ile ilgili olmayıp, o konu apayrı bir
röportajın konusudur.
Konumuza öncelikle sizinde belittiğiniz gibi, yüz sene önce yine buay ve bu gün ilçemizdeki bu Soma madeninde meydana gelen patlama ile başlayalım. Bu patlamadan üçyüz sene öncesine kadar, ne Türkiye’de ve ne de dünyada; hiçbir kömür ocağı patlaması yaşanmadığı için(!) o zamanın ilgili tüm yöneticileri, olmayan patlamaları “bizim bugün yaptığımız gibi yakından inceleyip bir sentez yapamamışlar ve dolayısiyle de yaşanacak yeni felaketlere karşı bir önlem alamamışlardı.
Sonunda da, o çok büyük ve çok korkunç 13-Mayıs-2014deki “MADEN FELÂKETi” ile karşı karşıya kalmışlardı. Bu yüzden de, 301 maden işçisi yok yere şehit olmuşdu. Ancak; “Tek ölçümüz olan akıl, kıyas ile çalıştığından” dolayı, yine o 2010’lu yıllarının yöneticileri, haklı olara kıyas yapacak bir kömür ocağı patlamasını hiç ama hiç yaşamadıklarından(!) ve dünyada da böyle bir kömür madeni patlaması örneği bulamadıkları için; o zamanın ve ortamın da koşullarına ve de teknolojisine.. göre bir tedbir de alamamakda, kendi
açılarından haklı bile sayılabilirlerdi.
Biz, 2114 Türkiye’sinin; hükümeti, devleti, halkı, sivil toplum kuruluşları, üniversiteleri, yazarları, çizerleri.. gibi, bu konuda söz söyleyebilecek, yol gösterebilecek.. velhasıl yaraya merhem olacak her kişi ve kuruluş ile dirsek teması yapıp, önümüze gelen her öneriye dikkate olarak ve bilim ile teknolojiyi de bu çalışmaların belkemiği yaparak.. önce kendimizi, sonra da halkı topyekün bir “BİLİNÇLENDİRME SEFERBERLİĞİ”ne tabi tuttuk. Sonuçta da, bu muhteşem başarıya böylece imza attık. Bu başarı bizim kişisel başarımız olmayıp, bize “EL VERİP, DESTEK OLANLARIN BAŞARISIDIR.”
M.M. – Bu anlattıklarınız, daha tohum aşamasında bile tek kelime ile “MUHTEŞEM” sözünü layıkıyla hakediyor. Bu röportajı okuyanların kişilerin bu çalışmalardan örnekler alıp, işin tatbikatına da geçmeleri için; bana başarınızın yukardaki tohum aşamasından sonraki safhalarını da anlatmanızı rica etsem; nereden, nasıl başlar ve neleri, hangi sıraya göre ve de ne şekilde yaptığınızı da, sırasiyle lütfen anlatır mısınız?..
S.A.K. – Elbette. Seve seve. Yukarıda da bahsettğim gibi, evvela bir komisyon kurup bir “BİLGİ HAVUZU” oluşturduk. Ayrıca
herkesin devamlı görüş ve önerilerini sunduğu, günlük olarak güncellenen bir de “WEB SİTESİ” kurduk. Bu web sitesine,
ayni zamanda “CAYDIRICILIĞI DAHA ÇOK SAĞLAMAK İÇİN” yine bir de, her yazı yazana ve okuyana veya okuyana açık olacak şekilde bir “İHBAR VE ŞİKAYET” sayfası ekledik. Bu sayfaya gönderilen bilgilerin her türlü
istismarını önlemek içinde, ilgili sendikada da görülecek şekilde yapılandırdık. Böylece bu sayfaya yağmur gibi yağan
bilgileri, belli guruplara ayırarak tasnif ettik. Daha sonra bu gurub genişleyip hantallaşınca, gurubu da ikiye böldük.
Birinci guruba; teori oluşturma, tasnif, arşiv, dökümantasyon, entegrasyon, koordinasyon.. gibi, sabit büro görevleri
verdik.Ancak bu büro, bir takım işleri yapıp bitirince dağılmayacak ve ikinci gurubun stratejisini de aralıksız tesbit ve
tashih ederek takibinin yapılmasını da koordine edecekdi. Yani bu birinci gurup, ikinci guruba, bir çeşit “BEYİN” görevi
görecekdi. Halen tam kapasite ile ve başarılı olarak çalışıyor. Türkiye var oldukça da, değişen şartlara adaptasyon için; her
zaman ve hep var olacak. Ancak, doğacak bütün sorumlulukların tamamını da, ayni zamanda bünyesinde taşımak üzere…
M.M. – Bu birinci gurubun işi, gerçekden de çok zor ve de çok sorumlu bir görev. Bu görevi yapacak yeterince yetişmiş teknik eleman bulabiliyor musunuz?
S.A.K. – Tesbitiniz çok doğru. Ancak, bu günlere büyük bir başarı ile geldik ve B.M.’den de bu konuda ödül kazandıysak, bu elemanları bulmuş veya bulamadıklarımızı da kendimiz yetiştirmiş olduğumuzun bir kanıtı ve arkamızdan gelenlere de, üstelik de denenmiş bir çeşit bir pusula ve cesaretle uygulanacak bir el kitabı örneğidir.
M.M. – Sayın Konuşkan. Yaptığınız iş, gerçektende, tam bir “ÖDÜLLÜK İŞ.” Sizleri tebrik etmemek mümkün değil. Bahsettiğinizya, ikinci gurubun görevi!..
S.A.K. – İkinci gurubun görevi, öncelikle birinci gurubun emrinde ve kendilerine verilen “SAHA GÖREVİ”ni, sınırları belirlenen
emir ve yasaklar çerçevesinde “SINIRLI ve SORUMLU”olarak yerine getirmektir. Ancak, tek bir selâhiyeti vardır. O da,
sahadaki tatbikatı sırasındaki eksiklikler ile aksaklıkları ve de yeni ortaya çıkan ihtiyaçları devamlı olarak rapor edip, birinci gurubun emrine sunmakdır. Her iki gurubun birer başkanı, her iki başkanında üstünde bir müdürü vardır. Bu müdür doğrudan Başbakan/Başkan’a doğrudan bağlı bir sekreterya olarak sorumludur.
M.M. – Sayın Konuşkan, konumuz gittikçe uzuyor ve ciltler dolusu kitabları dolduracak gibi görünüyor. Halbuki bizim yerimiz
de zamanımız da çok sınırlı. Siz’den ricam, bize yapılan işlerden sadece birini müşahhas misal olarak anlatır mısınız?
S.A.K. – Memnuniyetle. Mesela biz, bir “kurtarma işlemini” üç ana gurupta değerlendiririz.1) Bir kaza meydana gelmeden önce, çok ince eleyip sık dokuyarak ve her şeyin en ince detayları hesaba katarak, ‘TIP’da hastalanmayı geri dönüşsüz hale gelmesini engelleyen ERKEN TEŞHİS’de olduğu gibi nefes alan her insanın yaşadığı zaman içinde, karşı karşıya kalabileceği her türlü riski ve kazayı, çok daha önceden görüp tesbit etmek ve bunu engelleyecek, her türlü tedbiri, alet ve edavatı.. bir an önce ve işleri mümkün mertebe aksatmadan almakdır.
İnsanların en çok yanıldıkları ve gevşeklik gösterdikleri kısımda tam burasıdır. Bunun için de, devamlı olarak; devamlı kurs, bazan imtihan, broşür, duyuru, vidyo, afiş, film.. elimize geçen her imkan vasıtasiyle, iş güvenliği ve işçi sağlığı gündemini hep sıcak tuttuk. Her çalışanımızın, iş yerinde ve evinde; kendi dışında en az üç kişiden daha sorumlu olduğunu bilerek, onun yalnız iş kapasitesi ile değil; ilmine, inancına, kişisel zevk ve istidatlarına, sosyal yaşamına.. da, imkân ve fırsat dahilinde yardımcı olmaya, yönlendirmeye, eğitmeye.. çalıştık. 2) Aldığımız bütün önlemlere rağmen, beklenmeyen bir kaza sırasında, önceden yapılan bütün planları ve bu planların tatbikatlarını da hesaba katarak, o kazayı en seri şekilde izole etmenin bir yöntemini bularak, alınabilecek en iyi sonuca ulaşmak. 3) Ortaya çıkan herhangi çeşit bir kazada, gerekli ilk tedbirleri ve yardımları yaptıkdan sonra; normal olarak ortaya çıkabilecek veya önceden hesaplanarak tedbiri alınmayan bir sebepden dolayı, gelişebilecek; heyacan, telaş, kargaşa, sitres, baygınlık, istismar, yağma.. gibi, istenmeyen olaylara karşı tedbir almak.. normal giden bir kazanın akışını takip ederek gerekli eksiklikleri tamamlamak, kazanın (yangın gibi olaylarda) geri dönüşümünü kökten bitirmek.. daha bir çok sorunu, tesbit ederek gerekli tedbirler almak… Bunlar genel ifadeler, işler, işlemler ve görevler. Ayrıca çok az da olsa, bazan da hiç bilinmeyen ve beklenmeyen, hesapta ve kitapta olmayan bir takım özel ve yepyeni oluşumlara da yepyeni çareler de üretmek. Hep, faal halde, sıhhatli ve dinamik olmak…
M.M. – Sayın Konuşkan . İsterseniz bir de şu, Birleşmiş Milletler’in verdiği o çok özel ve de ses getiren ödülden sözedelim. Bu konuda da, bize biraz açıklama yapar mısınız?
S.A.K. – Bu ödül, bize iş güvenliği ve işçi sağlığı konularındaki; seyyar hastane ile seyyar televizyon ve web sitesi hizmetleri
alanındaki bulduğumuz ve başarıyla uygulamaya koyduğumuz her yer ve her alandaki pratik çözümlerimize verildi.
M.M. – Sayın Konuşkan. Konuyu Türkiye’de başka şehirlere ve dünyada da başka milletlere örnek oluşturması açısından biraz daha detaylandırır mısınız?
S.A.K. – Elbette. Öncelikle şunu belirteyim ki, eğer bu üç buluşumuz; yani seyyar hastane ile seyyar televizyon ve web sitesi hizmetleri şayet yüzyıl önce, yani (13- Mayıs- 2014) yine burada meydana gelen patlamada uygulansaydı, insan zayiati bu kadar çok olmaz, ayrıca çevreden madenin kapısına gelenler, hastanelere koşanlar, bu arada merak ve endişe içinde sitresli günler geçirenler.. de bu kadar rezil, bu kadar sefil ve bu kadar perişan olmazlar ve de psikolojileri de bu kadar bozulmazdı. Felaketin korkunç acısına, bir de bu rezaletlerin, çilelerin.. gamı, kederi, ızdırabı.. yüklenmezdi.
M.M. – Sayın Konuşkan. Konunun önemine binaen, lütfen biraz daha ayrıntılarına girsek…
S.A.K. – Evvela işe bir mimar gibi başladık. Soma ve yöresi; gerek kömür ocaklarının çokluğu ve bunların patlaması riski, gerekse
çevredeki büyüklü-küçüklü yerleşim merkezlerinde meydana gelebilecek; kömür ocağı patlaması, deprem, yangın, hatalı
yapılan bir veya daha çok katlı bina çökmesi, şiddetli bir kasırga veya belki kıyı kısımlarında bir tusunami.. gibi, “önceden
öngörülmeyen böyle büyük tabii AFET’lerde; ortaya çıkacak hasta ve yardıma muhtaç insan sayısı, bir anda devesa boyutlara ulaşabiliyor. Bu insanları içinde bulundukları yerlerden ve şartlardan kurtarıp, onlara ihtiyaçları olduğu çeşitte acil yardım etmek, yine en yakın hastahaneye en güvenli ve en kısa zamanda, en az fakat mecburi olacak müdahaleyaparak taşımak, psikolojilerini en üst düzeyde tutabilmek.. hem çok zaman alıyor, hem sağlık açısından birçok riskler içeriyor, hem de maliyet pahallanıyor. Ayrıca en önemlisi de, daha çok personelin, hem de en çok lazım olduğu bir yerde ve zaman da, personel azalmasına ve de yakınlarının da, gereksiz yere ve ümitsizce sitres içinde hayatlarının alt-üst olduğuna, her türlü insani ve diğer kaynakların çok düşük bir verim ile çalıştığına.. şahit olduk. Sonra da, bu çok çetrefilli sorunları gidermek için çareler aramaya, sonuçta da çözümler bulmaya başladık. Uzun inceleme ve araştırmalardan, hesaplamalardan ve deneylerden.. sonra, imkânlarımızı daha verimli kullanmak adına; hastayı hastaneye taşımak yerine; hastaneyi hastanın ayağına , T.V.’yi de, bizzat olayın olduğu yere taşımaya, karar verdik.
M.M. – Sayın Konuşkan. Hastaneyi hastanın ayağına taşımak, başlangıçta insanı biraz heyacanlandırsa da, sonuçda bana biraz
romantik geldi. Haydi diyelim ki, deniz kenarlarında ikibinli yıllarda da kullanılan gemiden bozma hastahaneler zaten
vardı. Ancak karaların içlerinde bu gemi hastaneleri (Fatih’in torunları olarak) nasıl yüzdürmeyi düşündünüz!
S.A.K. – Evet, çok doğru ve çok haklısınız.. Başlangıçda, biz de sizinle ayni sorunları paylaşmış ve ayni şeyleri düşünmüştük.
Mesela, hastahane demek kocaman kocaman binalar demekti. Bunları hangi tekerlek taşır, hangi yola sığar ve hangi yol bu
ağırlığa dayanabilirdi?.. Ancak; azmin, sebatın, ilmin, sabrın, kararlılığın, istikrarlı arayış ve bir şeye iman etmenin elinden,
hiç ama hiçbir şey kurtulmuyor. Konumuz, “KOCAMAN BİNALAR” olsalar da!..
M.M. – Yani, nasıl?.. Siz, bu sözlerinizle beni iyice şaşırttınız! Hokus-bokus yaparak, binaların ebadını mı küçültünüz?
S.A.K. Gülüşmelerden sonra, – “Hayır!.. Hayır, hokus-bokus yapmadan, uzun ince yollardan gitmedik, fakat uzun ve ince birçok fikri kendi aramızda ve yetkili bulduğumuz birçok kişi ve kurumlarla paylaştık, uzun-uzun tartıştık. Sonra da, yukarıda da bahsettiğimiz gibi “işçi sağlığı ve iş güvenliği” gibi konularda; seyyar hastane ile seyyar televizyon ve web sitesi hizmetleri
alanında bulduğumuz ve başarıyla uygulamaya koyduğumuz pratik çözümlerimize ulaştık. Bahsettiğiniz ödül de, işde bu çabaların bir meyvesi, Türkiye’nin dünyada ilk defa geliştirdiği bir “YÜZAKI PROJESİ” oldu.
M.M. – Sayın Konuşkan. Benim şaşkınlığım, daha henüz geçmedi. Yani, Fatih Sultan Mehmet Han gibi, gemileri (hastaneleri) karadan yürüterek mi başardınız?..
S.A.K. – Yine uzun bir kahkahadan sonra – “HAYIR” dedi ve sözlerine şöyle devam etti. “2110’lu yıllara, 2010’lu yıllardaki hatalara düşseydik, çocuklarımızın- torunlarımızın.. yüzüne nasıl bakardık? Bu zorlama, bizi bir takım çareler aramağa ve sonunda da bulmağa itti. Nihayetinde şöyle bir karar verdik. Öncelikle yüzyıl önce 13- Mayıs- 2014 günü yaşanan, Soma’daki maden felâketi çok ayrıntılı inceledik. “Hangi hatalara karşı, hangi tedbirleri alırsak, daha başarılı olur ve hangi sorunu çözer; hangi yöntemi takip ederek, en az zamanda, en az maliyet ve işgücü.. ile maksimum başarıya ulaşabilirdik?..”
M.M. – Sayın Konuşkan. Yalnız, 2010’lu yıllara çok haksızlık etmiyor musunuz?
S.A.K. – Dünyanın en tehlikeli afetlerden birisi de, maden ocaklarıdır. Bahsettiğiniz yıllarda, yazılı basına akseden haberlere göre;Soma maden faciasında öncelikle çok “AĞIR İHMAL” var. İş güvenliği denetiminde eksikler ve hatalar var. Maliyeti mümkün mertebe düşürme adına elektrik panolarına aşırı yüklenme var. Oksijeni ölçen sensörlerin gösterdiği tehlikeli değerleri gözardı etmek var. Madende çalışan ve felâkete uğrayan işçilerin üstünde bir künye bile bulundurmasını bilmeyen, doğru-dürüt bir kurs göstermeden 18 yaşındaki toy sayılabilecek gençleri işe girdiğinin üçüncü günü madene indiren, gaz maskelerinin nasıl kullanılacağını işçinin kafasında ve bizzat işçi tarafından denetmeyen, insanlar çalıştığı halde bir ilkyardım odası bulundurmayan, iş hukukunda sığınma kafesi kanunu bile olmayan.. bir ihmaller dizisinin resmi geçidi var. Bakın yüzyıl önce kağıda basılı olarak, Türkiye’nin en büyük dergisi olan AKSİYON dergisinin o hafta bu felaketle ilgili bir dosyasının başlığında şöyle yazıyor. “MEVZUATA UYGUN FACİA SOMA”. Yine de beni haksızlıkla suçlarsanız, verecek başka cevabım olmaz.
M.M. – Sayın konuşkan. Sizce bu zaman diliminin, (2000’li yılların) hiç iyi tarafı veya olayı yok mu?
S.A.K. – Var olmasına bir tane var da, ancak “ONU DA SATMAYI BECEREMEMİŞLER.” (Yani, tescil ettirip tarihe kaydetmeyi beceremişler.)
M.M. – Bu neymiş diye, merak ettim desem!..
S.A.K.– 1970’li yıllarda yapılan araştırmalarda, İzmir Aliağa Rafinerisinin ilk yapılışındaki (BADGER CO: LTD)de, İş güvenliği departmanı yaklaşık 26 milyon iş saatinde tek bir ölüm vakası vermeden bir dünya rekoru kırmışlar. Halbuki o günün dünya standardlarına göre, her bir milyon iş saatinde bir ölüm vak’ası normal sayılmıştı. Fakat, ilgili yerlere müracaat ederek kendilerinin kırdığı bu rekorunu kayda geçirip tanıtamamışlar.
M.M. – Sayın Konuşkan. Bu dünya rekortmeni ekibin içinden bildiğiniz isimler var mı?
S.A.K. – Evet. Hem de beş kişilik bu ekipden, üçünün adını verebilim. Şef: Nuri Yaraş, Şef yardımcısı: Ahmet Koray memurlardan da, Mürsel Münevveroğlu. Diğer iki memurun ismini hatırlayamadım. Kayıtlarda var.
M.M. – Sayın Konuşkan. Tekrar karadan yürütülen şu meşhur seyyar hastanelere dönecek olursak..
S.A.K. – Evet, öncelikle şunu belirteyim ki; (devam edecek)
Not: Alıntı yapmak serbestir. Eğer bu röportajı beğendiyseniz ve Soma maden felâketine benim de bir katkın olsun diyorsanız, bu röportajı yayınlayacak gazete ve dergilere gönderebilirsiniz. En azından arkadaşlarınıza göndererek, onlarında okumasını sağlayabilirsiniz.
Selâm ve dua ile.
21 / Mayıs /2014
Mürsel Münevveroğlu
Surprizsite.com ve Has-gül vakfı.com
Genel Yayın Yönetmeni
Konak –İZMİR.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.