- 1010 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖNCE TANZİMAT SONRA TAZMİNAT
Hep söyleyegeldiğimiz bir cümle var:
Bu Haçlıların aklı fikri; sömürmek, öldürmek, yıkmak, yakmak, katletmek çerçevesinde şekillenir.
Çünkü medeniyetlerinin temeli budur, sermayeleri böyle oluşmuştur. Bugünkü Avrupa’nın sermaye birikimleri diğer ülkelerden, özellikle Müslümanlardan sömürdükleri, çaldıkları, çırptıkları zenginlik kaynaklarından oluşmuştur.
Haçlılar bu emellerini gerçekleştirebilmek için her yola başvururlar. Yaptıkları anlaşma veya sözleşmeleri punduna getirip yalamakta hiç bir beis görmezler. Tarihte sayısız örnekler vardır, bunu doğrulayan. 1444 Segedin anlaşması bunlardan sadece biridir.
Dişlerine göre algıladıkları ve gözlerine kestirdikleri ülkeleri, önce iyi niyetliymiş gibi çeşitli anlaşmalar ve sözleşmelerle bağlarlar, sonra vakti zamanı geldiğinde bütün bu mevzuatı yok sayıp, yani yalayıp asıl niyetlerini gerçekleştirmek için harekete geçerler.
Bu girişten sonra, Kıbrıs konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinin, Türkiye’yi mahkum ettiği son tazminat konusuna gelmek isteriz.
1960 yılında Londra ve Zürih anlaşmalarına göre Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere bu bağımsız cumhuriyetin garantörleri olmuştur. Bu Haçlıların imza koyduğu Kıbrıs’ı tanzim edici bir anlaşma olmuştur.
Gelin görün ki, 1963-1974 yılları arasında adadaki Rumların uyguladıkları katliamlara, Haçlı dünyası adeta göz yummak ve daha da ilerisi himaye etmek durumunda olmuşlardır. Garantörlük görevi gereği adada barışı sağlamak isteyen Türkiye’yi hep engellemişlerdir. Yani kendi imzaladıkları garantörlük anlaşmasını yalamışlardır.
1974 yılında Kıbrıs’ı bir darbe ile yıkıp Yunanistana bağlamaya çalışan Rum çetelerine karşı bu katliamı önleyip barışı sağlamak isteyen Türkiye’nin, bu barışçı hareketini Haçlılar asla tasvip etmemişlerdi. Ama iktidardaki MSP-CHP koalisyonunu ve onun kararalı kanadı olan Erbakan ve Milli Görüş’ü durdurmayı başaramamışlardı.
Türkiye’nin bu başarısını ve KKTC’nin bu kazanımlarını sıfıra indirmek için her fırsatı değerlendirmeye başladılar. ABD ve Batı’nın desteğinde iktidara gelen AKP’nin tecrübesiz yetkililerini, verdikleri sahte çözüm ve KKTC’ni tanıma sözleri ile aldattılar. Birleşmiş Milletlerin hazırladığı binlerce sayfalık bir çözüm taslağını referanduma sundurdular. Başbakan Sayın Erdoğan’ın o günlerde söylediği “çözümsüzlük çözüm değildir” benzeri acemice sözlerle, sorunu ve çözümü en iyi bilen yetkilileri dışlayarak, bu binlerce sayfalık taslağı tetkik bile etmeden referanduma konu etme acemiliğini gösterdiler. Haçlılar; bu taslağa Türk tarafı evet der, Rum tarafı hayır derse, KKTC’ni tanıyacaklarını, ticari münasebetler kuracaklarını, liman ve havaalanı ulaşımlarını serbest bırakacaklarını söylemişler, bizimkiler de buna inanmışlardı. Referendumun bu şekilde çıkması için bütün ağırlığını koyan AKP hükümeti bunu başardı. Lakin KKTC’ni ne tanıyan çıktı, ne de münasebet kuran. Haçlılar sözlerini yine yalamışlardı. Sayın Başbakan kendisi de itiraf etmişti ki, batılılıar Türkiye’yi aldatmışlardı.
KKTC’ni Rumlara peşkeş çekmek ve adadaki Türk Askeri’ni geri göndermek için Haçlıların çok çeşitli teşebbürleri oldu. Kendi açılarından büyük mesafe de aldılar.
ABD ve Batılı üst düzey diplomatlar bu günlerde Kıbrıs’a ziyaret kuyruğuna girdiler. Kan kokusu almış köpekbalıkları gibi…
Şimdi, 1960 Londra ve Zürih anlaşmalarındaki garantörlük hakkımız dahil, sonradan yapılan bütün mutabakatları yok sayıp, yani yalayıp, yeni ve en tehlikeli adımı attılar: 1974 harekatından dolayı Türkiye’yi tazminata mahkum etmek…
Tazminatın miktarı önemli değil. Mahkumiyet kararı almak önemli. İnsan düşünmek bile istemiyor ama, bundan sonraki adımlar çorap söküğü gibi gelebilir. Hatta Ermenilere tazminat, Pontuslulara tazminat veya Bizanslılara tazminat’a kadar işi vardırabilirler. En başta dedik ya, işleri güçleri önce, sömürü, yıkım, kandırma, katliam.. Metodları ise önce tanzimat, sonra tazminat!
Dışişlerimizin cılız bir sesi duyuldu: “Karara uymayacağız, ödemeyeceğiz, ayırımcılık yapıldı” felan, filan!
Avrupa Birliği’ne girmek için histeri nöbeti geçiren biz, içeri alınmayı hazırolda bekleyen biz, bu uğurda bakanlık kuran biz, papa heykelleri gölgesinde görkemli törenlerle teslim anlaşmaları imzalayan biz, tek taraflı gümrük tavizlerini yürürlüğe koyan biz, mahkemelerinin kararlarını bağlayıcı kabul eden biz, bu güne kadarki kararlarını uygulayan biz, illa bizi içlerine alsınlar diye bütün kanuni yapımızı tahrip edercesine değiştiren biz…
Şimdi tutmuş ödemeyeceğiz, diyoruz. Bu Türkiye için yeni bir sayfa demek değil midir?
Beyler güzel söylüyorsunuz da, ödemeyince alınabilecek dehşet yaptırım kararlarına karşı nasıl direneceksiniz? Yapayalnız bıraktığınız Türkiye nasıl ve hangi destekle ayakta kalacak? Alternatif hangi hazırlığınız var? İslam birliğini ağzınıza hala almıyorsunuz. Şanghay blokuna alınmadınız. Rusya çevresini işgal ederek ilerlemekte.
“Dik dur eğilme, Türkiye seninle!” Bu slogan güzel, seçim bile kazandırabilir. Peki bu Haçlı yayılmacılığına karşı, ülkemizi ve onurumuzu hangi tedbirle nasıl dik tutacaksınız?
BİR ÇUVAL İNCİR
Dost zannettin Haçlı’nın birini,
Döktü bir anda yumurtasını;
Mahvetti bir çuval incirini,
Kirletti bir anda tam ortasını.
Ekrem Şama
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.