- 1932 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖZLEM’E MEKTUP
ÖZLEM’E MEKTUP
Diyalektik akışı fark ettikten sonra elbette ki yetersiz kalıyor sözler. Ancak, kifayetsizi yeğlemedim...
Yalnızca dört renk üzerine mi kurulu dünya? Mahkûm olmak zorunda mı herkes bu renklere?
Küskünlüğü, sırt dönmüşlüğü ve solgun yüzünle yaşama ne kadar sarılabilir insan? Sonra, korkunç yabancılığı ve zıtlarla dolu bir yaşama sahip olan sevgili ne kadar yer edebilir ki yürekte?
Hep Çarşambalara mı denk gelir karamsar hayallerini dile getirmek acılı dizelerle? Uyku tutmayınca engel olabilir misin gözlerinin iri iri açılmasına? Engel olabilir misin gecenin bir anında upuzun kirpiklerinin gamzene düşmesine? Ne kadar dayanabilirsin yalnızlığın uykusuna?
Yaşamak bir an, bir dem, bir rıza lokması. Kaybetmek de içinde… Kaybetmek, yeniden başlamanın başlangıcı… Biraz isyan, biraz yanılgı, biraz sevinç, biraz da hüzün… Biraz da avunmadır yeniden bulmak…
Yaşam acılarla başlar, acılarla sürer. İnsan eti acılarla yoğrulur. Acılar yaşamın tuzu biberi olur.
Yaşam, bir armağandan öte, kazanılan bir ödüldür. “Tırnak ile, diş ile/Sevda ile düş ile” uğraşı verilerek… Kendimizle uğraşımız da bunun içinde... İncinmelerimiz, ihanet, unutulma ve daha birçok olgu yer alır bu akışta. İşte o zaman tutunacak dala, tutulacak ele gereksinim duyarız.
“Yaşıyor gibi görünüp de yaşayamamak” da var elbette ki. Ne acıdır ki, birçok insanın yaşamında bu var. Dostluk, insanlık, kardeşlik birbirine eşlik ederken, tüm insanlar bir yerde halka olacaklar, savaş ve kin uzaklaşacak, türküler söylenecektir güzel, saf ve temiz yüreklilikle. Reddedilsek de, dışlansak da, kötülensek de, dünyamız ne kadar kirletilse de;
“Dostluk insanlık kardeşlik
Birbirine eder eşlik
Varlıklar olmuşlar bebe
Dünya sallanmakta beşik”
Özlemimiz, daha iyi ve daha güzel yaşanası bir dünyadır. Sevgiyle dokunduğumuz her yürekte hainlik sezmişse, kangren olmuş, karmaşık, tatminsiz, tahammülsüz, sınırlayıcı bir toplumla kuşatılmışsak; çemberi kırmak gerek!
Ne diyordu şair?
“Bütün umudum sende…”
Evet, bütün umudum sende!
Ay harmanlamış, içine düşüyorsun. Gecenin üçü ve ben hala yazıyorum. Ağustosböcekleri, baykuşlar susmuş, duyulmuyor artık tren düdükleri, korna sesleri. Kent derin uykuda, bir ben uyanık…
Birden solgun yüzün beliriyor yere düşen ayın ortasında. Titrek dudaklarında acılı bir gülümseme, ışıltılı gözlerinde ihanetin nemi, incecik parmakların bağlamanın tellerinde geziniyor.
“Aaah ah!” diye şarkına başlıyorsun;
“Seher yeli dağıt beni kır beni”
Tam bu sırada Filistin’den, Lübnan’an çığlıklar getiriyor güney yeli. Sesindeki acılık güneyden gelen yele karışıyor;
“Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil, yüreğine sor beni”
Oysa daha sehere çok zaman var. Birden uyanıyorum düşümden. Özlemimin bahardan sonbahara düşmesi hiç bir şeyi değiştirmiyor ve hala sessizliği dinleyerek yazıyorum…
Gözlerinden öpmüyorum, eskirler…
Bir dahaki mektubunda upuzun kirpiklerinde hüznü görmemeyi bekliyorum.
Güzel gözlerinin güzel günler görmesini, güzel bir yaşamın olmasını diliyorum.
Süleyman ÖZEROL
26 Ağustos 2006
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.