- 684 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (30)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (09)
UHUD SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (2)
625 yılı Uhut savaşı izleriyle Müslümanların tarihine yazılmıştı. Müslümanların ikinci önemli savaşı… Bedir savaşından sonra gelen bu savaş Müslümanlar için çok önemliydi. Her şeyden önce apansız başlarına gelen bir savaştan çok, Müslümanların bilinçle hazırlık yaptıkları… Mekkelilerin Müslümanları yok etmek için bir yıl boyunca hazırlandıkları bir savaştı. Sonuç belli değildi. Kimine göre Müslümanların zaferiyle bitmişti. Kimine göre Mekkelilerin zaferiyle bitmişti. Kimine göre de yenen de, yenilen de yoktu. Ayrıca savaş sırasında Medine toplumu arasında ayrılıklar başlamıştı. Dört yıl önce Medine’de her türlü şarta, zorluğa karşılık Medine vesikasıyla, Medine’nin barışı, huzuru, esenliği için söz verip resule biat edenler arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Devletin temel taşlarını oluşturan bazı kabileler farklı yol çizme noktasına gelmişlerdi.
Savaşın galibi yok gibiydi. Ancak Mekkelilerin savaşa hazırlanışı dikkate alınırsa, yenilen Mekkelilerdi. Zira Mekkeliler Bedir’in intikamını almak için yola çıkmışlar. Muhammed’i öldürmek, Medine’de kurulan devleti yıkmak için savaşa hazırlanmışlardı. Evet, savaşta Müslümanlar içinden önemli şahsiyetleri şehit etmişlerdi. Ama Muhammed yaşıyordu. Müslümanları Uhut’ta yerle bir edememişlerdi. Üstelik Mekkeliler Uhut’u terk etmelerine rağmen, Muhammed Uhut’tan ayrılmamış. Mekkelileri uzun süre takip ettirmişti.
Savaş meydanda çok kısa sürdü. Ancak soğuk savaş dediğimiz olay, sıcak savaş başlamadan önce, bittikten sonra devam etmişti. Mekkelilerin kara propagandası, Medine’yi yerle bir edeceğiz söylemleri ortalığı sarsmıştı. Sıcak savaş sonrası sıra peygambere gelmişti. Uhut’tan ayrılmıyor. Mekke ordusunu açıkça adım adım takip ediyor. Mekkelilere, buradayım, takip ediyorum, kendinize güveniyorsanız haydi dönün mesajını veriyordu. Ama Ebu Süfyan bu tehdide kanmıyordu. Kurnazdı, sinsiydi, çıkarcıydı. Çıkarını tehlikede gördüğün an geri çekilmesini bilenlerdendi. Öyle inadım inat kanırtanlardan değildi. Herhalde toplumumuzun deyimiyle “yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır” fikrine inanıyordu.
Savaşla ilgili Medine’ye ulaşan haberler ulaşıyor. Haberlere göre, Medine’deki bazı Yahudi kabileleri tavır değiştiriyorlardı. Savaşın ilk bölümünde Müslümanların darmadağın olduğunu duyan Yahudi Kabilelerinin büyüklerinden Beni Nadr kabilesi ve bazı küçük Yahudi kabileleri sevinçten çılgına dönmüşlerdi. Medine vesikası çerçevesinde Medine’ye bağlı bazı putperest Arap kabileleri de Müslümanlar yenildi diye sevinmişlerdi. Ancak savaşın ikinci bölümü Müslümanların Mekkelileri geri püskürtmesiyle sonuçlanmış. Müslümanlar yenilmemiş. Üstelik Mekke ordusunu takip etmişlerdi. Gelişen bu olaylar Müslümanlar yenildi diye sevinen Yahudileri, putperest Arapları allak bullak etti.
Peygamberin 700 kişilik ordusundan 70 kişi şehit olmuş. 630 kişilik ordu, 3000 kişilik Mekke ordusuna yenilmemiş. Yenilmediğini, savaşın devam ettiğini göstermek için Uhut’tan ayrılmamıştı. Uhut’ta Mekkelilerden 22 civarında ölmüştü. Görünüşte Mekkeliler her bakımdan üstündü. Güç gösterisi psikolojik savaşın kurallarındandı. Peygamber savaş öncesinde, savaş anında, savaş sonunda, bir komutan olarak üzerine düşen bütün görevleri yapıyor. Tavırlarıyla, savaşsa savaş, meydan okumaksa meydan okumak, tehditse tehdit algılarını mükemmel uyguluyordu. Müslümanlar Uhut’tan ayrılıp Medine’ye hareket ettiğinde ihanet eden Yahudiler ne yapacağını bilmiyorlardı. Medine vesikası altına imza atan Beni Kaynuka, Beni Kureyza ve Beni Nadr kabileleri Bedir savaşında Müslümanların galibiyetine şaşırmışlar. Müslümanların Mekkelilere üstün gelmesini anlayamamışlardı. Enfal suresinin ayetleri gelip okundukça içlerine telaş düşerken, yıllarca oradan oraya sürülen, kendi ülkelerinde yaşamayan Yahudiler olarak kıskanmışlardı. Bu üç kabileden Beni Nadr kabilesi kıskançlığının getirdiği ivmeyle daha sinsi planlar yapıyor. Mekkelilerle gizliden gizliye görüşüyorlardı.
Arap kabilelerinden Hazreç Kabilesinin lideri Abdullah bin Ubey bin Selül, Müslüman olmadan önce Medine’nin lideri olarak tayin edilmişti. Peygamberin Medine’ye gelmesiyle bütün planları altüst oldu. İbni Selül’de siyasi yönden zeki biriydi. Peygamberin gücünü hissediyor. Bu nedenle açıkça karşı çıkmıyordu. Hayallerini, düşüncelerini içinde gizliyor. Medineli olarak Medine’de yaşayan bütün kabilelerle iyi dostluklar oluşturarak gelecek hazırlıyordu. İbn-i Selül Hazreçliler arasında Esad Bin Zurare’nin gücünü biliyor. Peygambere karşı çıkarsa, hazreç kabilesinin de liderliğinden olacağını düşünüyordu. İşin ilginç tarafı, İbn-i Selül Medine’deki krallığın peygambere geçişini içyapısında kabul edemese de, Uhut savaşı sırasında Müslümanlara karşı cephe almamış. Tam tersine Medine’nin korunması için 300 kişilik ordusuyla Medine’de kalmıştı. Beni Nadr kabilesi, peygamberin Uhut savaşında yenilmeden güçlü bir şekilde Medine’ye geri dönmeye başlayınca, hemen İbn-i Selül ile görüşmek istedi. Çünkü savaşın ilk dönemlerinde Müslümanlar yenildi diye sevinmişler. Gizliden gizliye Mekkelilerle görüşmüşlerdi. Bu durum açıkça Medine vesikası altına attıkları imzayı iptal demekti. Peygamber dönünce elbet bunun hesabını soracaktı. Peygamber gelmeden Medine’nin asıl sahiplerinden olan Hazreçlilerle anlaşıp güç elde etmeye çalışıyorlardı. Hazreç’in lideri İbn-i Selül durumu kavramayacak kadar aptal değildi. Yahudilerin aradaki dostluğu kullanarak İbn-i Selül’e yaklaşma nedenlerini anlamıştı. Tuzağa düşmedi. Yahudilerden yana olmadı.
Beni Nadr kabilesi Medine merkezinde yerleşik bir kabile değildi. Medine sınırları içinde Medine’nin merkezine bağlı, Medine’ye iki saatlik mesafede yaşıyorlardı. Kendilerine ait kaleleri vardı. Kendilerinin Hz. Harun’un soyundan geldiğini iddia ederek, diğer Yahudi kabilelerine karşı üstünlük iddia ediyorlardı. Dinlerine bağlılığıyla övünüyorlar. Özellikle Bedir savaşından sonra gelen ayetleri işittikçe içten içe Muhammed’in peygamber olduğunu düşünüyorlar. Ama tarihsel din anlayışlarındaki, “peygamber gelecekse ancak bizim soyumuzdan gelir” düşüncesiyle kabul etmiyorlardı. Yani bugünkü Müslümanların düşüncelerinde olduğu gi düşünceleri vardı. Hani Müslümanlar da artık Hz. Muhammed’den sonra bir peygamber gelmeyecek. Bizim peygamberimiz son peygamberdir. Ancak mehdi gelecek. Mehdi de Müslümanların içinden gelecek. Hatta Mesih Mehdi’ye tabi olacak diyorlar ya, aynı mantık. Bu mantık yapısı Yahudilerin mantık yapısıydı. Yani onlara göre Allah resul veya mehdi seçecekse, mutlaka bizden seçecek mantığıydı. Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar hep kendilerini haklı gören, Allah’ın takdirine, seçimine karışan düşünceleriyle dinlerini oluşturuyorlardı. Bu bencillik, Allah’ın ilahlığına, gücüne, otoritesine karşı başkaldırış olarak ne yazık ki, ehli kitap olan ve olmaya yönelen bütün inanırların temel yanılgısı olarak tarihte yerini alıyor. Hâlbuki Allah hiçbir zaman insanların düşüncelerine, yalan yanlış inançlarına göre hareket edecek değildi. Hiç kimse Allah’ın yeniden peygamber veya mehdi gönderip göndermeyeceğinin, göndereceği peygamber veya mehdinin illaki şu kavimden olacağın iddiasını yapamazdı. Putperest Araplar aynı mantıkla “eğer bir peygamber gelecekse, içimizden birini seçerdi” diyorlardı. “Yahudiler oğulları gibi tanıdıkları peygamberi, sırf kendi soylarından gelmediği için kabul etmiyorlardı” Sonraki dönemlerde aynı spekülasyonlar mehdilik üzerinde oluşmaya başladı. Hıristiyanlar İsa’nın geleceğine Müslümanları da inandırmış. Müslümanlar da Hıristiyanların Mesih’ine karşılık Mehdilik icat edip, İsa’yı Mehdi’ye tabi kılan düşünceler üretmişlerdir.
İbn-i Selül peygambere söylediği gibi, Medine’nin korunmasını üstlenerek savaşı takibe aldı. Müslümanların yenilgisiyle ilgili haberler geldiğinde Yahudilere uyup Medine vesikası altına attığı imzasına aykırı hareket etmedi. İsteseydi, Peygamber Uhut’ta iken, Yahudi Beni Nadr kabilesiyle anlaşır. Diğer kabileleri de yanına alır. Oluşturacağı 700-800 kişilik orduyla peygamberi Medine’de karşılardı. Zira zaten kendisinin 300 kişilik ordusu vardı. Müslüman olan Evs kabilesi tamamıyla resulün yanında Uhut’taydı. Putperest Araplardan bazıları da zaten Yahudi kabilesi Beni Nadr’lılar gibi, peygamberin yenilgi haberlerine sevinmişlerdi. Medine’nin liderliğine hevesli, peygamberin Medine’ye gelişiyle liderlik hevesi kursağında kalan İbn-i Selül böyle bir oyunun içinde olmadı. Tarihi bilgiler İbn-i Selül’in Yahudilerle görüştüğünden söz etse de, Uhut savaşı sırasında ve sonunda, onun Yahudilerle birlik içinde olduklarına dair herhangi bir kesin bilgi yoktur. Üstelik Allah resulü Uhut dönüşü, Beni Nadr kabilesine savaş açarken, İbn-i Selül’e, dolayısıyla Hazreçlilere karşı savaş açmamıştır. İbn-i Selül geride kalıp, ihanet içindeki Yahudi ve Arap kabileleriyle birlik olup resule karşı çıksaydı, Ebu Süfyan bu fırsatı hiç kaçırmazdı. O nedenle bu tür haberlerin spekülatif olduğuna inanıyorum.
Peygamber Bedir savaşı dönüşü gibi olmasa da, Uhut savaşından sonra da alnı açık Medine’ye döndü. Müslüman ordusu Uhut’ta Mekkelileri beklerken, Müslümanlar savaş meydanına koşarak. Savaş alanında şehit düşen Müslümanların cenazelerini topladılar. Bu yönde gelen tarihi rivayetler çok acıdır. Müslümanların dağıldığı anda Mekkelilerin, özellikle Mekkeli kadınların yaptığı şehit düşen Müslümanlara işkencelerini anlatan bilgiler dehşet vericidir. İntikam hırsları gözlerini boyamış Mekkeliler, insanlıktan çıkan davranışlarıyla tarihe yazılmışlardır. Tarihte yazılan bu olayların ayrıntılarını burada nakletmek istemiyorum.
Peygamber Uhut’tan döndükten sonra Yahudi kabilelerinden Beni Nadr kabilesine yaptıkları yüzünden gerekli dersi vermek istiyordu. Onların geçmişte de Resule karşı yanlışları olmuştu. Ortaya çıkan bir diyet olayında, görüşmek için resulü kalelerine çağırmışlar, kalelerinde resulü öldürmek için tuzak kurmuşlar. Ancak tuzaktan Allah resulü kurtulmuştu. Toplumsal yapılaşmanın yeni olması, Müslümanlarla Mekkeliler arasında gelişen savaş durumları nedeniyle resul suikast olayının ardından hemen harekete geçmemiş af yolunu seçmişti. Ancak Uhut savaşı sırasında Beni Nadr kabilesinin yaptıkları onlara olan inancın iyice kaybolmasına neden oldu. Resul Beni Nadr kabilesinin Medine vesikası altına attığı imzaya saygılı olmadığını, artık bu anlaşma şartlarının ortadan kalktığına inanıyordu. Fakat Medine toplumunu oluşturan herkes aynı düşüncede değildi. Uzun seneler Beni Nadr kabilesiyle iyi dostlukları olan İbn-i Selül peygamberin Beni Nadr kabilesine karşı sert tutumundan yana değildi. Daha siyasi davranmayı… Yapılan anlaşma şartları doğrultusunda hareket etmenin daha iyi olacağını düşünüyordu. Belki de bu düşüncelerinin ardında Yahudi kabilesiyle uzun süreli dostluklarının payı vardı. Bazı tarihçiler, müfessirler, Beni Nadr kabilesiyle, Hazreçliler, özellikle Hazreç kabilesinin lideri İbn-i Selül’ün yakın ilişkisi üzerine Maide suresindeki “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Yoksa onlar cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır? Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır” (Maide: 49-51) ayetlerinin bu olay üzerine gönderildiğini söylerler.
Allah’ın ayetleri yaşayan bir toplum üzerine inmektedir. Yaşayan toplum, neyin iman, neyin küfür, neyin münafıklık olduğunu gelen ayetlerle öğrenmektedir. Mesela Enfal suresinin ayetleri Bedir savaşından sonra gelerek, hem müminlere destek sağlarken hem de savaş anında yaşanan duyguların, hareketlerin itikadı açıdan ne olduğunu ortaya koymuştur. Bizim kabataslak bedrin aslanları olarak tarif edip methiyelerle andığımız sahabeler ayetler tarafından en şiddetli şekilde eleştirilmişlerdir. Şunu unutmayalım ki, “kalplerinde nifak hastalığı olanlar, münafıklar, şu şu yaptıklarıyla küfredenler” olarak gelen bütün ayetler, biz Müslüman’ız diyenlerin üzerine gelmiştir. Yani insanlar yaptıklarıyla, düşündükleriyle kötü bir şey yapmadıklarını, insani çıkarlarını koruduklarını düşünürlerken, Allah onların, düşünceleri yaptıkları üzerine ayetler göndererek, durumlarını nifak, küfür olarak belirtmiştir. Toplumların yönetilmesi sırasında ortaya konacak görüşler, siyasi mülahazalar, anlaşmaları ayakta tutacak düşünceler, tavırlar, yerine göre güçlü bir imanı, yerine göre nifak alametini gündeme getirebilir. İnsan her zaman bunların ölçüsünü bilemeyebilir. O nedenle ayetler gelmekte, Müslümanlara yol göstermektedir. Allah’ın sonuna kadar açtığı af kapısı, Müslümanların yanlışlarından dönme kapısıdır. Değilse, sahabelerin dediği gibi “Ant olsun ki nifak ayetleri geldikçe birbirimizin yüzümüze bakıyorduk. Sanki her ayet bizi tarif ediyordu” mantığında ayetler geliyor. Müslümanların duygularına, düşüncelerine, yaptıklarına hitap ediyordu. Müslüman tarihçilerin bazı isimleri münafık olarak tarihe geçirmeleri, diğerlerini ayetlerin açılımından kurtarmıyordu.
Medine vesikasıyla birlikte Medine’de resulün liderliğinde bir devlet kurulmuştu. Devletin yapısında, 4000 Yahudi, 4500 putperest Arap, 1500 Müslüman vardı. Müslüman kabileler içinde Hazreç kabilesi önemli bir yer tutuyordu. Başlarında da Abdullah bin Ubey İbn-i Selül vardı. Kabile reisleri, her şarta rağmen peygamberi başlarına lider seçerek Medine vesikasının altına imzalarını atmışlardı. Bundan önceki bölümlerde Medine vesikasının şartlarını gözden geçirmiştik. Medinelilerin, Yahudi’siyle, putperest Arap’ıyla, Müslüman’ıyla ortak derdi, esenlik, barış, huzur içinde yaşamaktı. Esenliği, barışı, huzuru korumak, özellikle kabileleri adına barışı, huzuru, esenliği korumak her kabile reisinin birincil göreviydi. Kabile reisleri bu şartlar doğrultusunda Medine vesikası altına imza atmış. Bu şartların oluşmasını takip ediyorlardı. Bu nedenle bazı kabile reislerinin kendi kabilelerinin haklarını korumak adına geliştirdiği siyasi düşünceleri, kararları, nifak çıkarmak olarak algılamaları mümkün değildi. Onlara göre, haklarını korumak, başlarını belaya sokmamak düşüncesi vardı. Özellikle Medine’nin sahibi olduğunu birincil dereceden iddia eden Hazreç kabilesi ve lideri Abdullah bin Ubey İbn-i Selül, esenlik, barış, huzur adına, peygamberin Mekke ile savaşlarında endişe duyuyordu. Çıkarlarını birinci derecede önde tutan Yahudilerle bu noktada aynıydılar. Bu nedenle zaman içinde peygamberin kararlarına karşı görüşleri ileri sürebiliyor. Bu nedenle, kabileler arası görüşmelere devam edebiliyordu. Şurası muhakkak ki, her görüşmede, görüşen tarafların gerçek niyetlerini bilmek zordur. Görüşen taraftan biri, diğerinin kalbindekini bilemez. Biz Beni Nadr kabilesinin kendi çıkarları doğrultusunda Abdullah bin Ubey bin Selül ile görüşmelerinde hangi tarafın kötü niyetli olduğunu ölçemeyiz. Onun için ayetler geliyor. Bu tür yaklaşımların, bu tür görüşmelerin altında nifak alameti olduğunu belirtiyordu. Biz Müslüman’ız diyen toplumun üzerine inen nifak, münafıklıkla ilgili ayetler, Müslümanları muhatap alıyor. Dikkat edin, bu düşüncelerinizle, bu tavırlarınızla nifak içinde olursunuz. Münafıklar safına girersiniz diyordu. Önemli olan ayetler geldikten sonra nifak içinde olanların ne yaptığıydı. Görünen o ki, Hazreç kabilesinin lideri Abdullah bin Ubey bin Selül, bir çok nifak olayı içinde olsa da, ciddi bir şekilde resule karşı çıkmamıştır. Ayetler gelince geri adım atmış. Sözleşme hükümlerine riayet etmiştir. Tarih, resulün hazreç kabilesine veya İbn-i Selül’e savaş açtığından söz etmez. Veya tarih, Resulün İbn-i Selül’ü Medine vesikası şartlarına uymamaktan dolayı yargıladığından söz etmez.
Peygamber Beni Nadr kabilesine haber gönderdi. Sözleşmeye aykırı hareket ederek ihanet ettiniz. Derhal Medine’yi terk edin. Bu karar hem Müslümanlar arasında, hem de Beni Nadr kabilesinde şok etkisi yaptı. Hazreç kabilesi lideri İbn-i Selül eski dostluklarını düşünerek, Beni Nadr kabilesinin sürülmesine karşı çıkıyor. Görüşmelerin devam ederek işin tatlıya bağlanmasını istiyordu. Ancak resul onların yaptığının açık bir ihanet olduğunu düşünüyor. Kesinlikle tekrar bir araya gelecek güven unsurlarının oluşmayacağına inanıyordu. Ben-i Nadr kabilesi peygamberin isteğini ret etti. Peygamber çıkıp gitmezlerse üzerlerini savaş açacağını belirtince de, yaşadıkları yerleri, mallarını, canlarını korumak için savaşacaklarını söylediler.
Hicret’in 4. senesi Rebiülevvel ayında peygamber, Medine’de yerini Abdullah İbni Ümmî Mektum’u bırakıp Nadiroğulları yurduna doğru hareket etti. Sancağı Hz. Ali taşıyordu. Beni Nadrlıların kalesine yaklaşınca, Nadiroğullarının bağ ve bahçeleri arasında ordunun karargâhını kurdu. Nadiroğulları, kuvvetli kalelerine sığınmışlardı.
Peygamber onlara emrini bir kere daha tekrarladı: “Medine’den çıkıp gidiniz!”
Benî Nadîr, bu teklifi kabule yanaşmadı. “Ölüm bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır. Ölümü göze alır, teklifini kabul etmeyiz!” diyerek adeta meydan okudular.
Savaştan başka yol kalmamıştı. Yahudiler kuvvetli kalelerine sığındıklarından, kalelerden çıkıp çarpışmayı göze alamadıklarından çarpışmanın zor olacağı muhakkaktı. Peygamber kaleye saldırıp Müslümanların kale burçlarında, eteklerinde heder olmasını istemiyordu. Savaşı psikolojik savaşa dönüştürdü. Yahudilerin en zayıf olduğu nokta, mallarına mülklerine düşkünlüğüydü. Bunu bilen peygamber kaleye en yakın Yahudi evlerini, küçük kalelerini yıkma, hurma ağaçlarını yakıp kesme emrini verdi. Mülklerinin zarar gördüğünü gören Yahudiler belki kaleden çıkıp savaşırlardı. Peygamber için dışarıda savaşmak daha iyiydi.
Evlerinin yıkıldığını, hurma ağaçlarının kesilip yakıldığını gören Yahudiler, “Ya Muhammed! Sen bozgunculuğu, bozup dağıtmayı yasaklar ve bunu yapanları ayıplardın; şimdi ne diye yaş hurma ağaçlarını kestiriyor ve yaktırıyorsun?” diye kalelerinden seslendiler.
Yahudilerin bu sözleri üzerine Müslümanlar arasında tereddüt başladı. Öyle ya, buraya, Yahudilerin bağlarına, bahçelerine, evlerine zarar vermek için gelmemişlerdi. Bunun üzerine Haşr suresinin 5. Ayeti gelerek peygamberin yaptığına destek verdi. “Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah’ın izniyle ve O’nun, yoldan çıkanları cezalandırması içindir” Bu ayetin doğrultusunda artık Müslümanlar da, kalelerine sığınmış halkı zor durumda bırakarak savaştan vazgeçmesi veya açığa çıkıp savaşması için maddi zararlar vererek zorlayabilirlerdi. Müslümanlar ayeti işitince tereddütlerini bırakıp, kararlı bir şekilde kalenin dışında beklemeye başladılar.
Bazı tarihi rivayetler; Abdullah bin Übey bin Selül’ün Yahudilere, “Eğer Müslümanlara karşı direnir ve karşı koyarsanız, biz sizi onlara teslim etmeyiz. Siz çarpışırsanız, biz de sizinle birlikte çarpışırız. Siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, biz de sizinle birlikte çıkıp gideceğiz” diye haber gönderdiğinden söz ederler. Öncelikle muhasara altındaki böyle bir haberin nasıl gönderilebileceğinden söz etmiyorlar. Diğer taraftan çok dikkatli, savaşı çok iyi yöneten peygamberin bundan haberi olmaması mümkün değildir. Allah resulü böyle bir şeyi tespit etmiş olsaydı kesinlikle İbn-i Selül’den hesabını sorardı. Zira böyle bir durum açıkça resule savaş açmaktı. Eğer Abdullah Bin Ubey bin Selül böyle bir şey yapmış olsaydı. Resul Medine’ye dönüşünde hesabını keserdi. İddia edildiği gibi İbn-i Selül böyle bir şey yaptığında Medine vesikasına ihanet etmiş olurdu. Peygamber Beni Nadr kabilesine sözleşmeye aykırı hareket ettikleri için savaş açarken, İbn-i Selül’e açmazlık edemezdi. O zaman toplum üzerindeki güvenirliliğini, yönetimini kaybederdi.
Ancak; Haşr suresinin 11-14 ayetleri “Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz, dediklerini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder. Ant olsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, onlara yardım etmezler; yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez. Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur” derken, bu tür düşüncelerin varlığından haber veriyordu.
Ayetlere dikkat ettiğimizde böyle bir olay olmuştur. Müslümanlarla birlikte Medine vesikasının altını imzalayanlardan bir grup Beni Nadr kabilesine sahip çıkmışlardır. Ancak bunların kimler olduğu konusunda netlik yoktur. İbn-i Selül olayların kahramanı gibi görünse de, resulün onun üzerine savaş açmaması, ondan hesap sormaması onu konu dışına itiyor gibi görünüyor. Üstelik resul, Uhut savaşı sonunda, ihanetlerinden dolayı Beni Nadr kabilesinden sonra, Enmar ve Sa’lebeoğulları kabilelerinin üzerine savaşmak için yürüdü. Resulün topladığı ilgiler, onların ihanet içinde olduğuna yönelikti.
Muhasaranın 15. Günü Benî Nadîr Yahudileri, teslim olmayı kabul edip aman dilediler. Peygamber kendilerine aman verdi. Hiçbirinin canına dokunmadı. Silahlarından başka, mallarından develerine yükleyebildikleri kadar eşya alarak çıkıp gitmelerine izin verdi. Beni Nadır kabilesi altı yüz deveye yükleyebildikleri kadar mal ve eşya yüklediler. Medine’den ayrılacakları sırada, sağlam kalmış olan evlerini, Müslümanlar oturmasın diye kendi elleriyle yıktılar. Başlarına gelen bu hadiseden dolayı güya üzülmediklerini göstermek için, kadınlar en kıymetli elbiselerini giyindiler. Ziynetlerini taktılar. Kibir, onur, gösteriş içinde defler, düdükler çalarak Medine’yi terk ettiler. Bir kısmı Şam, bir kısmı Hayber, bir kısmı da Yemen tarafına gittiler.
Benî Nadîr Yahudileri geride hurmalık, ekin, akar ile davar, sığır ve at gibi birçok hayvan bıraktılar. Ayrıca arkalarında elli adet zırh, elli adet miğfer, üç yüz kırk kadar da kılıç kaldı. Bütün bu mallar, devlet malı olarak doğrudan doğruya devletin yöneticisi peygambere kalmıştı. Çünkü çarpışmasız, at ve deve koşturmaksızın elde edilmişlerdi. Böylece Müslümanların yaşamına yeni bir anlayış girdi. Fey: Fey, Allah’ın, din düşmanlarından savaşmadan, belki sürgün yahut cizye üzerine sulh olmak suretiyle alınan ganimetlerdir. Bu ganimetler diğer ganimet hükümlerinden ayrı tutulmuştur. Allah ayrı tutma hükmünü Haşr suresinin 6-8 ayetlerinde şöyle bildirmektedir. “Allah’ın, onlardan Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir. Allah’ın, ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir. Yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır”
Medineli Müslümanlar gönülden, “Yâ Resûlallah! Nadiroğulları mallarını muhacir kardeşlerimiz arasında taksim ediniz. Onlar şimdiye kadar olduğu gibi evlerimizde otursunlar. Bizim mallarımızdan da istediğiniz kadarını alıp onlara veriniz!” dediler.
Ebû Bekir ayağa kalktı; Ensar kardeşlerine teşekkür ettikten sonra, “Allah, sizi hayırla mükafâtlandırsın. Vallahi, bizimle sizin benzeriniz yoktur” diye konuştu.
Peygamberimiz de, “Allah’ım! Ensarı ve Ensarın evlatlarını koru, onlara merhamet et!” diyerek dua etti.
Allah müminlerin bu güzel davranışlarını bir ayet göndererek tescil etti. Bize de unutulmayacak bir ahlak emretti. Haşr suresi 9. Ayet “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir”
Resul Medine’ye dönmüş. Uhut savaşı sırasında ihanet ettikleri için Beni Nadr Yahudi kabilesini Medine’den sürmüş. Sıra ihanet içinde olan Arap kabilelerine gelmişti. İhanet içindeki Enmar ve Sa’lebeoğulları üzerine seriyyeler gönderdi. Onlar aman dileyerek İslam’ı öğrenmek için tebliğci istediler. Ancak tebliğcileri öldürdükleri için haklarında kesin hükmün verilmesine neden oldular.
Mekkelilerle Uhut savaşı bitmiş. Savaş sırasında ihanet içinde olanlar cezalandırılmıştı. Sıra savaşın yaralarının kapatılmasına, barışın, esenliğin, huzurun korunmasına yönelik çalışmalara gelmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.