- 1437 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
19 MAYIS' NASIL GELİNDİ...
Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan İtilaf Devletleri, Osmanlı ülkesini kağıt üzerinde paylaşmışlardı. Bu planlara göre Türk ulusunun siyasi varlığı bütünüyle yok ediliyor ve üzerinde yaşadığı bin yıllık vatanı da ufak bir bölge dışında elinden alınıyordu.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi hükümlerine dayanarak 1 Kasım 1918’den itibaren Türkiyenin bazı yerleri işgal edilmeye başlandı. Türkiye ordusu dağıtılırken, ülke içinde çeşitli ayrılıkçı örgütler ayaklanma hazırlıklarına girişmişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. İstanbul’da yaklaşık 6 ay kaldı. Bu süre içerisinde vatanın kurtuluşu için çeşitli girişimlerde bulundu. Padişahla birkaç kez görüştü ve ona bu konuda düşüncelerini aktardı. Güçlü bir hükümetin kurulması için çaba gösterdi. Basın yoluyla geniş kitleleri bilgilendirmeye, halkı aydınlatmaya çalıştı. Kurtuluşa giden yolun temel ilkelerini yine bu dönemde ortaya koydu. Bunları çok yakın arkadaşlarına anlattı.
ANADOLU’DAN BAŞLATILACAKTI
Böylece milli mücadeleden yana az sayıda, fakat etkin bir grup oluşturmayı başardı. Milli mücadele Anadolu’dan başlatılacaktı.
Bunun için öncelikle birer görevle Anadolu’ya geçilecek, mecbur kalınmadıkça görev terk edilmeyecek, görevi bırakmak gerektiğinde asla İstanbul’a dönülmeyecek, çalışmalar gayrı resmi sürdürülecekti.
Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne atandıktan sonra Harbiye Nezareti’nden çıkarken çok heyecanlıydı. Oldukça sıkıntılı, zahmetli bir yolculuktan sonra Samsun’da milletiyle kucaklaştı.
CANİK SANCAĞI’NIN MERKEZ İLÇESİ
Samsun, o dönemde doğrudan Dahiliye Nezareti’ne bağlı Canik Sancağı’nın merkez ilçesiydi. Karadeniz kıyısındaki bu şirin kasaba, Birinci Dünya Savaşı’nın yükünü taşıyan yerlerden biriydi. Savaş sırasında özellikle Rus istilasına uğrayan Türkiye topraklarından göç eden çok sayıda insan buraya gelmiş, kasabanın havası birdenbire değişmiş, yeni gelenlerin barındırılması sıkıntılar yaratmıştı.
Bunlar bir yana, Samsun aynı zamanda Pontuscu faaliyetlerin yoğun olduğu bir yerdi. Karadeniz’de dolaşan İtilaf donanmasından, Yunan savaş gemilerinin varlığından cesaret alan ve Samsun Rum metropoliti Germanos tarafından örgütlenen Pontus çeteleri sokaklarda dolaşıyor, asayişi bozuyor, köylere baskınlar düzenliyor, evleri, binaları ateşe veriyor ve korumasız Türkler’i öldürüyorlardı.
9 Mart 1919’da Samsun’a çıkarılan 200 kişilik İngiliz birliği, Pontus çetelerini destekledi. Mütarekenin bozulacağı endişesiyle güvenlik kuvvetleri ya kullanılamıyor ya da asayişsizliği önlemede yetersiz kalıyordu.
Bu durumda sırf kendini savunmak adına Türkler de harekete geçince, bu zamana kadar Pontus çetelerinin faaliyetlerini seyreden İngilizler seslerini yükselttiler ve 21 Nisan 1919’da Osmanlı Hükümeti’ne bir nota vererek Orta Karadeniz’de Türklerin Hristiyanları katlettiklerini öne sürdüler. Bunun önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği tehdidinde bulundular...
MUSTAFA KEMAL GELİYOR
İngilizler gerçekleri tahrif ederek, Pontuscuları korumayı ve karışıklıkların devamını amaçlıyor, bölgeyi işgal etmek için bahane arıyorlardı.
İstanbul Hükümeti hemen bölgeye yetkili birini göndermek için kolları sıvadı. Derinlemesine araştırmadan sonra Mustafa Kemal Paşa üzerinde mutabakat sağlandı.
Çünkü, O, İkinci Meşrutiyet’in çalkantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer kazanmış başarılı bir kumandandı. İşte bu noktada Mustafa Kemal ile Samsun’un, bütün Anadolu’nun ve Türkiyenin kader çizgisi kesişti.
ATATÜRK’ÜN ANLATIMIYLA 19 MAYIS
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıktığındaki durumu şöyle anlatıyor:
“1919 yılı Mayısının 19uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar.
Padişah ve halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki Hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilaf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya ile Konyada İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.”
NASİHAT HEYETLERİ
Mustafa Kemal’e asayişsizliğe neden olan olayları tayin ve tespit ile bunların ortadan kaldırılmasının yanında daha başka görevler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. Mustafa Kemal, söz konusu yetkilerini değerlendirirken, bunları çok fazla bulduğunu ve İstanbul Hükümeti’nin bilerek, anlayarak bunları kendisine vermediğini belirtti. Aynı günlerde ve daha sonra Anadolu’ya bir kısmı şehzadelerin başkanlığında olmak üzere heyetler gönderildi. Bunlar da önemli yetkilerle donatıldılar.
“Nasihat heyetleri”, “tahkik heyetleri”, “teftiş heyetleri” adı altında Anadolu’da dolaşan bu kurulların da vatanın kurtuluşu yolunda büyük sonuçlar elde edecekleri bekleniyordu. Basın, bu beklentilere tercüman oluyor, heyetler hakkında geniş bilgiler veriyor, gittikleri yerlerde karşılanmalarından her türlü faaliyetlerine kadar hemen her konuda kamuoyunu aydınlatıyor, hadiseyle yakından ilgileniyordu.
Halbuki Mustafa Kemal ’in Anadolu’ya gönderilmesi, İstanbul basınında çok az ve sadece haber niteliğinde yer almaktaydı. Bu halde esas olan görev ve görevin gerektirdiği yetkiler değil, yetkileri yerinde ve zamanında tam bir liyakatle kullanmak, mutlak zafere ulaşabilmekti.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden 1 gün sonra 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal, karargahına aldığı bazı arkadaşlarıyla İstanbul’dan Anadolu’ya hareket etti. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla Türkiye tarihinde kişisel egemenlikten ulusal egemenliğe geçiş süreci başladı. Bir milletin kaderi değişiyordu...
Samsun’da ve daha sonra da Havza’da yapılan hazırlıklar ilk kurtuluş meşalesini tutuşturdu. Türk tarihine geçen 19 Mayıs 1919, Anadolu’da yeni Türkiye devletinin fiilen temellerinin atıldığı gün oldu. Atatürk’ün kendi anlatımıyla Türk ulusunun milli mücadeleye gittiği yolu özetlediği gibi...
“Temel ilke, Türkiye’nin onurlu ve Şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz. Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa, Türkiye’nin onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir...”
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün mücadelesi önünde saygıyla eğiliyor,gerçek Atatürkçülüğün Atatürkün fikirlerini zamana uyarlamaktan geçtiğine, ve ileri sürekli ileriyi görmek olduğuna inanıyor ve mücadelemizin bu yönde olmasını diliyorum...Ve Ekonomik olarak İmf ye Ab ye bağlı olan ülkemizde bir bağımsızlık mücadelesi daha verilmesi gerektiğine inanıyorum...
Kazım Doğan
19.05.2008
YORUMLAR
Kalemine sağlık.
Ah herkes bu 'milli mücadele' denen kavramı ve olayı bilse de,
gerektiği zaman tekrar da olsa yine gereği yapılabilse... Ama artık ne kişisel ve ailesel çıkarını düşünmeyecek gönlü yalnız vatanı düşünecek insanlar çok ve ne de bir GAZİ MUSTAFA KEMAL daha yok. İşte elimizi kolumuzu bağlayan gerçek bu! Çözümsüzlüğe götüren neden böyle bir liderin çıkmayışı ya da çıkamayacak oluşu. Çünkü milletin beyni öylesine başarılı ve katı bir şekilde 'kısa yoldan köşe dönmeye' ve 'bireysel emperyal' olmaya kurgulanıp ve şartlandırılmış ki, önüne konacak bütün tuzaklı ve zehirli yemekleri ( dahili ve harici kökenli rüşvetleri) her şartta reddedip ULUSAL ÇIKARI DÜŞÜNECEK öyle bir insan maalesef çıkaramayacağız gibi... ve çıkmayınca da bireler çıkara esir yaşadıkça da ULUSAL BİR SİLKİNİŞ olmaz demiyorum ama çok çook zor artık.
Svg&Syg