- 1578 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MODERNİTENİN GETİRDİĞİ YENİ FENOMEN: NESNEL AHLAK OLGUSU
İçinde yaşadığımız zamanlar, insan davranışlarını öznelden nesnele, moralden formele doğru yeniden konumlandırırken, işlerliği mekanik olan apayrı bir ahlaki olguyu da hepimizi hizaya getirici, âdeta uyuma ve uygarlığa mecbur edici bir biçimde hayatımıza yerleştirmektedir. Buradan hareketle biz bu yeni ahlakı tanımlarken nesnel ahlak, diğer bir deyişle mekanik veya formel ahlak tabirlerini kullanacağız.
Nesnel veya mekanik ahlak kavramı, kuşkusuz insanlığa yeni bir ahlak modeli veya doktrini ile ortaya çıkan bir olgu değildir. Böyle bir iddiası da olamaz zaten. Bu olgu, insanoğlunu uygar dünyaya uymayı zorunlu kılan, onu aklın ve vahyin denklemleriyle buluşturan, dahası modern davranış modlarına göre yaşamayı dikte eden bir hayat tarzının formatları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bir nevi modern insanı, hayatını devam ettirebilmesi için, insanlığın ortak değerleri hâline gelmiş bir dizi ahlaki ilkeye göre şekillendirmektedir. Bunu; günlük hayattaki birçok ahlaki değerin, konuşulmasından çok yaşama geçirilmesini önceleyen bir dizi paket davranışlar sistemi şeklinde de isimlendirmek mümkündür.
Modern zamanların gittikçe nesnelleştirdiği hayata ait disiplinlerle insanlığın gidişatını daha iyiye ve daha güzele doğru yaklaştıracak izlenimi veren bu teknolojik olgu; vicdanen temiz, iyi niyetli, öznel ahlak sahibi bireyleri daha da mutlu kılacak; bu ahlaki güzellikleri yaşama geçirme noktasında zaaf ve sıkıntısı olan kimseleri ise aklın, mantığın, dolayısıyla vahyin toplumsal pratikleriyle uyumlu olmaya zorlayacak gibi görünmektedir. Netice itibarıyla bilim ve teknolojiyle paralel gelişen bu mekanik yaşam olgusu, insanoğlunu sübjektif öznelliğin dar kalıplarından hızla küreselleşen dünyanın daha geniş, daha nesnel ve daha kuşatıcı disiplin modellerine doğru evirecek, dolayısıyla ona vahyin toplumsal değerleriyle bileşen küresel bir etik kazandırmış olacaktır.
Farkında olmadan günlük hayatımıza yerleşmiş bulunan ve bizi ister istemez mekanik bir ahlak formatına uymak zorunda bırakan bu davranışlar sisteminin işleyişini, şu örnekle daha somut hâle getirmek mümkündür: Mesela bundan yaklaşık yirmi yıl önce, hastane veya banka işlemlerimiz sırasında uzun süre sırada beklediğimiz zamanlar olurdu. Bu bekleme sırasında bazen haksızlıklara maruz kalır, moral bozukluğuna, hatta kavga dövüşe varan bir yığın tatsızlığa tanık olurduk. Fakat yaklaşık yirmi yıldan beri durumlar çok farklı. Hastane veya bankalara gelenler, eskiden olduğu gibi soluğu rastgele bir polikliniğin veya gişenin önünde alarak gelişigüzel bir sıra oluşturmanın karmaşıklığını yaşamıyorlar artık. Herkes geliş saatine göre önce hastane veya bankanın girişinde bulunan sıra sistem cihazına uğramak durumunda kalıyor. Hangi işlemi yaptıracaksa ona göre elektronik bir sıra numarası alıyor, gayet tarafsız bir elektronik mekanizmanın kendisine tayin ettiği hizalama sistemine göre hiçbir haksızlığa uğramadan, herhangi bir kavga veya kötü söze maruz kalmadan, zamanını da israf etmeden etraftaki koltuk veya banklardan birisine geçip oturuyor, beklemeye başlıyor. Sırası çoksa tahmini bir zaman hesabı yaparak gerek duyduğunda dışarıya çıkıyor, bir parka veya bir kafeye oturarak bir yakınını arıyor veya elindeki gazeteyi okuyor. Böylece boş zamanını değerlendirdikten sonra dönüyor, gönül rahatlığı içerisinde sıra numarasının kendisini çağırmasını bekliyor. Dahası, önceki yıllarda karşılaştığımız sırayı ihlal etme, haksızlık, kavga gürültü veya vakit israfı gibi can sıkıcı davranışlarla karşılaşmadan, kendini daha rahat, daha aktif ve daha güvenli hissederek işini görmüş oluyor. Böylece toplulukların, daha geniş bir ifadeyle toplumların davranışları yavaş yavaş ahlaki ölçüler çerçevesinde fark edilmeksizin teknolojik sistemlerle kendine özgü bir dizayna tabi tutulmuş oluyor.
Böylesi bir sisteme gidilmeden önce ne mi oluyordu? Her şeyden önce insanlar daha sıkıntılı ve daha belirsiz bir bekleyişe maruz kalıyorlardı. Dolayısıyla bu konuda insanlar arasında bazı haksızlıklar rahatlıkla yer bulabiliyordu. Sonuç itibarıyla haksızlığa uğramak morali, moral gerginliği, gerginlik sinirleri, sinirler güvensizliği, güvensizlik ahlakı olumsuz yönde etkilemiş oluyordu. Şimdi ise her şey âdil bir sıralama işlemine tabi tutulmuş, modüler bir işleyiş sistemi içerisinde nesnel bir otomasyona bağlanmış, şahıslar ve kitleler işinin görülmesi için başkalarının kayırmacılığına gereksinim duymamış oluyordu. Bütün bu olumlu davranışların akli ve vahyî bileşenleri toplumsal bir düzlemde buluştuğunda ise şöyle bir sonuç çıkıyordu ortaya: “Mutlu ve müreffeh bir toplum inşa etmenin yolu uygar olmaktan, ahlaklı ve ilkeli yaşamaktan, insanların hakkına ve hukukuna saygılı davranmaktan geçer.” Modern zamanlar, insanoğluna kesinlikle uyması gereken bir dizi modüler kalıplar sunmakta, toplumların davranış kalıplarını fark ettirmeden yükseltmekte, dahası yepyeni bir nesnel ahlakı çok dolaylı bir biçimde kendisine dikte ettirmektedir. Dahası bütün bu teknolojik sistemler; insanı kendi sübjektifliğinin dışına çıkarmakta, onu daha objektif ve daha nesnel bir yaşam modeline doğru evirmektedir. Dolayısıyla bireyleri ve toplumları; “Bunlar, Allah’ın sana gerçek olarak okuyageldiğimiz ayetleridir. Allah âlemlere hiçbir haksızlık etmek istemez” (Âl-i İmran 3/108) ayetinin yanı sıra “Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız” sözleriyle aynı düzlemde buluşturmaktadır.
Modern zamanlar bilişimi, bilişim etkileşimi, etkileşim bütünleşmeyi, bütünleşme küreselleşmeyi hızlandırdı; dahası aklın denklemleri, toplumsal açıdan vahyin bileşenleriyle birebir örtüşmeye başladı. Başka bir deyişle aklın, sermayenin ve teknolojinin sınır tanımazlığı; bir yandan insanoğlunun dünyevi tutkularını kamçılamakta; diğer yandan da onun sübjektif ve bencil duygularının daha kontrollü yaşam modelleriyle dizginlenmesine yol açmaktadır. Bu da bireylerin ve toplumların birbirlerine karşı daha anlayışlı olması, düşük gelirli birey ya da toplumların bütçelerden daha âdil pay alması, dolayısıyla insanın başlı başına bir kıymet sayılması sonucunu doğurmaktadır. Buradan, teknolojik gelişmelerin modern toplumlara çok yönlü birtakım etik kazanımlar yüklediği sonucunu çıkarmak; dolayısıyla aklın vahiyle, teknolojinin teolojiyle, sosyolojik korelasyonların Kur’an’ın toplumsal kurallarıyla aynı düzlemde bir araya geldiği tezine ulaşmak mümkündür. Nitekim bilişimin çağdaş bir değer olarak gün geçtikçe önem kazanmış olması; soy, klan, kabile ve ırk gibi bazı toplumsal eklemlerin yok olması, dolayısıyla çözülme ve ayrışmanın dolaylı bir biçimde tarihin çöp sepetine atılması gibi bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Mesela bundan kırk elli yıl önce başta Amerika olmak üzere dünyanın bazı ülkelerinde ırk ayrımcılığı söz konusuydu. Siyahlar istedikleri her yere girip çıkamazlardı. Lokantaları, alışveriş yerleri, otelleri bile ayrıydı. Dolayısıyla insanoğlu birbirine daha mesafeli, yanlı ve sübjektifti. Bir siyah, beyazlara ait bir otele girecek olsa kapıdaki görevli buna mani olur, geri döndürürdü. Siyahlar da ya bunu ister istemez kabul eder ya da beyazlara içten içe kırgınlık ve kızgınlık duyarlardı. Şimdi ise durumlar çok daha farklı. Bugün bu ayrımcılığı destekleyen hiçbir teknolojik emare bulunmamaktadır. Bilgisayarlar, mailler, vep siteleri, dijital portallar, elektronik ortamlar; hatta otellerin, lokantaların veya bankaların girişlerindeki sensörlü kapılar açılırken sen zenci misin beyaz mı, dinli misin dinsiz mi, Arap mısın İngiliz mi diye sormamaktadır. Kısacası kırk elli yıl öncesine göre her şeyin çok değiştiği, hatta kafalarla birlikte kapıların da değişmeye başladığı görülmektedir. Bu da “Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle iletişim kurmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık...” (Hucurat 49/13) ayeti ile “İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittirler” (Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve İstilahat-ı Fıkhiye Kamusu, II. 73-74.) hadisi ile doğrudan örtüşmekte; insanoğlunun bu alandaki sübjektif fonksiyonlarını yavaş yavaş tarihe gömmektedir. Bunun yanında, daha başka somut örneklemelerle tezimizi daha net ve daha anlaşılır bir hâle getirebiliriz. Mesela her geçen gün kentleri, ülkeleri ve dünyayı kuşatmakta olan kamera ve görüntülü sistemlerin; gözlük, dürbün, teleskop, elektronik mikroskop ve benzeri alet ve aparatların nasıl bir sona doğru gittiğini bugünden kestirmek oldukça zor. Bunu, en külli biçimiyle, insanoğlunun görme duyusunun, Tanrı’nın görme duyusu olan “Basîr/ En mükemmel gören” ismine doğru yaklaştırmakta olduğu şeklinde bir açılımla izah edebiliriz. Dolayısıyla bu, insanoğlunu daha etik ve daha ilkeli yaşamaya mecbur edecek; haram-helal demeden haksız kazanç elde etmeye çalışanlar, yoldan geçen bir yayaya çarpıp kaçanlar, kimse görmez zannıyla yanlış iş yapanlar eskisi kadar rahat hareket edemeyecek demektir. Yine; her geçen gün yeni gelişmelerle ayrı bir boyut kazanan ve baş döndürücü bir hâl alan dinleme ve ses kayıt cihazlarının da, insanoğlunun işitme duyusunu Tanrı’nın işitme duyusu olan “Semî/ En mükemmel işiten” ile aynı korelasyonda buluşturmaya doğru gittiğini ilave edebiliriz.
İşte bütün bu teknik ve elektronik gelişmeler, sonuç itibariyle insanoğlunu etik ve moral değerler açısından küresel bir hizalanmaya sevk etmekte ve kendisine ister istemez bir çeki düzen vermeye zorlamaktadır. Başka bir deyişle dijital teknoloji; yalanı doğruya, haksızlığı Hakk’a, eksiyi artıya, karanlığı ışığa doğru evirmekte; farkında olmaksızın insanoğlunu hem maddi hem ahlaki açıdan üniversal bir ayıklanmaya doğru dönüştürmektedir. Bu da etik olarak aklın vahiyle, maddenin manayla, mefulün faille, nesnenin özneyle, var olanın Var Eden’le ilişkisini daha da güçlendirecek ve insanoğlunun yaşam kalitesini çok yönlü bir interdisipliner sonuçla buluşturacaktır. Dolayısıyla dijital çağın bu teknolojik gelişmeleri; yakın gelecekte beşeriyetin en kronik açmazlarından olan yalanın, haksızlığın, hırsızlığın, zulmün ve faili belirsizliğin tedavül hızını daha da düşürecek ve etik anlamda insanın öznel olumsuzluğunu en aza indirecektir. Bu da; birçok şeyi tüketen veya tüketecek gibi görünen modern zamanların, sadece aklın Tanrı sözüyle (vahiy) bileşenlerini tüketemeyeceğini göstermekte; medenice yaşamak isteyen hemen herkesi, ister istemez semavi dinlerin getirdiği temel etik değerleri yaşamak gibi bir aidiyetle karşı karşıya bırakacak izlenimi vermektedir.
Çünkü insan doğası; akıl, mantık, vicdan ve dinle uyumlu bir mizacı ifade etmektedir. Modern uygarlığın, bugün insanlığın yol haritasını vahyin öncelediği etik değerlerle koşut hâle getirmesinin temel sebebi, aslında modernitenin göz kamaştırıcı ışıltılarını bilim yıldızından, bilim yıldızının da ışıklarını vahiy güneşinden alıyor olmasındandır. Matematiksel bir deyişle üç ayrı tayf vektörü, aynı düzlemde bir üçgen meydana getirmektedir. Bir yönüyle toplumlar ne kadar modern olursa o kadar medenileşecek, ne kadar medenileşirse o kadar dengeli/nötr hâle gelecek, ne kadar dengeli olursa o kadar etik kıymetlerle bezenmiş olacaktır. İnsan doğasının gidiş yönü, aklıselimin ortak zemini, gönüllerin akış istikameti budur ve böyle olacaktır. Netice itibarıyla bu durum, toplumların gidişatını, iyiliğin en küresel ifadesi demek olan "estetikle normalliğin disipliner modeli/ vasat toplumu/ orta ümmet” ile şekillendirecek, insanlığı bekleyen daha sistemli, daha mutlu ve daha huzurlu bir yarın inşasının yolunu açacaktır.
Nesnel ahlakın klasik ahlaktan ayrıldığı en belirgin özellik, bu ahlaki olgunun; insanoğluna kuru öğütler vermek yerine, bireyi ve toplumu olumsuz davranış kalıplarına iten faktörleri sosyal ortamdan kaldırmayı kendisine amaç edinmiş olmasıdır. Bu nedenle mekanik veya nesnel ahlak; sübjektif değil objektif, vicdani değil icabi, ayrıştırıcı değil ayıklayıcı bir özellik taşır. Kuşkusuz nesnelliğe en yakın sözler, matematiksel kesinliğe en uygun tanımlamalar, varlığı içine alan en kuşatıcı önermeler, insan doğasını okşayan en sıcak ifadeler; sadece Tanrı’nın diyalektiğine mazruf olan yüce ayetlerde bulunabilir. Bunu, “Akıl ve Vahiy Düzleminde İslam-Modernite Buluşması” şeklinde de ifade etmek mümkündür. Binaenaleyh bir toplum ne kadar medeni ve ne kadar modern olursa o kadar İslam’ın sosyal pratiklerine yakın demektir. Dolayısıyla moderniteyle gelen nesnel ahlak olgusu, bir yönüyle Farabi’nin "Medinetü’l-fazıla/ Erdemli kent" modelinde ön görülen dengeli/ nötr toplum olma hâlinin yaşama geçmiş şeklinden başka bir olgu olmasa gerektir. Bugün insanlığın aklından, irfanından ve kamusal vicdanından süzülerek gelen ve beşeriyetin en küresel birikimi demek olan uygarlık, eninde sonunda bizi en nesnel ahlaki pratiklerle bir hizaya getirecek, dolayısıyla ışığını akıl ve vahiyden alan bir rıza yurdunun mutlu sakinleri hâline dönüştürecektir.
Tabii her olumlu gelişmenin menfi bir yönünün bulunması gibi, bütün bu gelişmeler bizi bir yönüyle bazı endişelere de sevk etmektedir. Bu endişelerin en başında, etkisi şimdiden hepimizi ürkütmeye başlayan “mahremin ifşası”, diğer bir deyişle insanın kendi özelinde kalması lazım gelen birtakım mahremiyet ve gizliliklerin alenileşmesi sorunu gelmektedir. Elbette birçok gizliliğin bilim ışığı ile sobelenecek olması, bazı kötülüklerin saklanabilirliğini ortadan kaldıracak ve insanlığı daha net, daha samimi ve daha dürüst olmaya zorlayacaktır. Ancak -mahremiyet de dâhil- günlük hayatın hemen her yönünü denetim ve gözetimi altına alacak olan bu teknolojik aparat ve donatılar, bir taraftan insan merkezli olumsuzlukların azalmasına, diğer taraftan da insana ait bir yığın özel yaşantının ortaya dökülmesine sebep olacaktır. Dolayısıyla toplumlara, daha kaliteli bir yaşam modu noktasında büyük katkılar sağlayacak olan bu teknolojik olgu, mahremiyetin ihlali noktasında da binlerce istenmeyen yerel veya küresel hukuki sorunun da odağı hâline gelebilecektir.
Kısacası, dijital çağın getirdiği artılar götürdüğü eksilerden daha çok olacaktır. En genel ifadesiyle modernite denilen bu yeni olgu, pozitif bir biçimde insanın cüzi iradesini külli iradeye doğru yaklaştıracak; çok yönlü bir dönüşümle insanoğluna, deyim yerinde ise Tanrısal ahlaka doğru yönelişin kapılarını aralayacaktır.
MESUT ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.