Rotasız Cümleler
İnsan, yaratılmış varlıkların en üstünü olarak gelir dünyaya. Yaratılanlar arasında akıl, idrak ve vicdan sahibi olan tek varlıktır. Allah böyle yaratmıştır işte insanı. Ona değer vermiş ve insanların da kendilerine ve birbirlerine değer vermelerini istemiştir. Bir çift kötü sözü bile yasaklamıştır mesela. Peki ya bu özelliklerle yaratılan insan, kendine ve diğer insanlara ne kadar değer veriyor? Allah’ın bu denli özenerek, kıymet göstererek yarattığı varlığı ne kadar önemsiyor?
Karanlık bir dünya bırakıyor insanoğlu ardında. Çocuklarına kalacak paraları, evleri, arabaları hesap ediyor; onlara onurlu bir geçmiş, sağlam birer karakter, başkalarını anlama ve dinleme yetisi, kendinden başkasını düşünme meziyeti bırakmayı hayal etmiyor. Kendi derdine düşüyor, etrafına gözlerini kapatıyor ya da özellikle gözleri kapattırılıyor, gerçekleri görmesin, sesini çıkarmasın diye… Para olsun, onur ya da değerler olsun zor kazanılıyor, ama kolay kaybediliyor, kolayca tüketiliyor. Her şey bir yana cana değer vermeyi bile başaramıyor insanoğlu artık. Tabi ya ne de olsa insan, sahip olduğu bedeni kazanabilmek için hiçbir bedel ödemedi, yaratılan her bir hücrenin nasıl var olduğu da insanı hiç mi hiç ilgilendirmedi. Hoyratça kullandı insan kendine verilen vücudu. Hele ki başkalarının mutluluğu, huzuru, yaşam hakkıyla ilgili hiçbir fikri olmadı. Kendi kazandığına baktı, kendi malına, kendi işine, kendi kazandıklarına ya da kaybettiklerine… Ne de olsa acı şeyler hep başkalarının başına gelirdi. Hastalık mı, o da neydi ki? Ölüme ise daha çok zamanı vardı Ademoğlunun… Dünyanın öbür ucundaki depremler, seller, yangınlar, tayfunlar hiç ilgilendirmedi onu. Cennetti çünkü onun vatanı, bu topraklarda öyle felaketlere sık rastlanmazdı. Sonra bencilliğinin zirvesine yükseliverdi birden ve şükretti aynı insan kendi ülkesinde bu tür felaketlerin olmamasına. Gözlerini kapadı gerçeklere, izlediği kanalı değiştirdi vicdanından kaçmak için. Hayatına kaldığı yerden devam edebilmek için…
Yıllarca ekmek aslanın ağzında türküsü söylendi, sonra zaman geçti yetmedi ekmeği aslanın midesine indirdiler. Ne oldu ne değişti de sözler bile değişti zamanla? İnsanoğlu alın teri ile para kazanmanın zor olduğunu gördü belki de. Önce işsizlikten dert yandı. İş buldu, çalıştığı işin zorluklarından dem vurmaya başladı. Çalışma saatlerinin, çalışma koşullarının, sistemin zorluğundan ve bozukluğundan yakındı saatlerce. Ne işsizlik ne de elin ekmek tutması yetmedi insanoğlunun mutluluğunu sağlamaya. Şükretmeyi unuttu, işsiz gezdiği günleri de… Başkalarının gözünden dünyaya bakmayı ise zaten bilmiyordu. Evine ekmek götürecek bir işi olmayanları ya da ailesine helal lokma yedirebilmek için ölümü göze alanları görmedi bile… Şimdi ise hayat tüm insanlığa bir tokat gibi indiriyor gerçeklerini. Dünyanın bir ucunda hatta aynı ülkenin bir köşesinde insanlar sahip olduklarının hesabını tutmakta zorlanırken diğer tarafında saati beş lira için ölmeden önce mezara girmeyi göze alan binlerce insan olduğunu gösteriyor hayat bize.
Bir ölüm onurlu olursa en büyük ödülünü almıştır, diyor Heraklaitos. Ödül mü oldu arda kalan acılar, sitemler, gözyaşları? Helal lokma kazanmak için yerin metrelerce altına girmek ve oradan çıkamamak, savaşta ülkesini savunmak için şehit düşen bir askerin ölümü kadar onurlu ve şereflidir elbette. Bir günde yüzlerce canın gitmesi, yüzlerce yuvaya ateş düşmesi ve binlerce insanın bağrına kor düşmesi… Helal para kazanmak için bir insanın yok yere hayata gözlerini yumması. İnsan hayatı bu kadar ucuz ve bu kadar değersiz mi yani? Gidenlerin ardından ağıt yakmak mı sadece bunca canın bedeli? Klavye tuşlarından dökülen birer mesaj, telefonlardan gönderilen birer matem türküsü, televizyonlardan yapılan basın açıklamaları ve kader deyip yetinmek midir ölmek? İnsan canı bu denli ucuz mudur yani? Onlarca işçiyi çalıştırmak, onlar çalışırken işverenlerin parasını her geçen gün katlaması ama o işçilerinin can güvenliğini sağlayamamak ya da sağlamamak… Yetkisi olduğu halde taşın altına elini koymak yerine yüzlerce canı toprak altında bırakmak… Ne acıdır insan hayatının kâr sağlamak adına hiçe sayılması. Ne acıdır sorumluluk sahibi olduğunu düşünen kişilerin bunlara göz yumması. Şimdi yüzlerce can girdi buz gibi toprağa. İşlerinin amacı insanoğlunu ısıtmaktı uzun kış gecelerinde. Ama şimdi asıl ateş onların evlerine düştü. Eşler kaldı arkada gözleri yaşlı; evlatlar yetim; ana babalar mahzun, hüzünlü; kardeşler kederli; dostlar elemli… Ekmek parası için uğurlandılar, akşam evlerine dönerken karşılanmaların en güzelini hak ediyorlardı ama en kederli dönüşlerini yaptılar işlerinden. Bir daha dönmemek üzere girdiler bu kez yerin altına. O kadar çok can gitti ki, tabutlar yetmedi soğuk bedenleri almaya. Kazılan mezarlar da yetmedi o bedenleri sarmaya… Şimdi o evleri kimler ısıtsın? Kim çare bulsun arkada kalan gözü yaşlı çocukların derdini sarmaya? Kanayan yüreklere kimler merhem sürsün? Hangi zenginin milyon dolarları yeter giden canları geri getirmeye? Hangi aklı selim insan rahatça uyur kendi yatağında? Her ölüm erken ölümdür denir aslında ama daha yirmili yaşları görmemiş insanların ölümü, daha doğmamış çocuğunu göremeyenlerin ölümü ya da daha “baba” demeyi yeni öğrenmiş çocukların tabut başındaki matemini hangi sözcükler yeter tasvir etmeye? Eller boş kaldı, yürekler perişan; bedenler yorgun uykusuzluktan, kederden…
Gitmek mi daha acıdır yoksa geride kalmak mı? Ölmek mi zordur yoksa ölümün kahredici acısıyla yaşamaya çalışmak mı? Gidenler gider, ebedi yurduna gönderilir. Ağıtlar yakılır, yaşların bazısı gözden dökülür çoğu ise yürekten akar gider. Gidenler gitmiştir çoktan da kalanlar için daha zordur yaşamak artık. Her gün cenaze vardır o evde o günden sonra. Hatıralar demlenir yeniden zihinlerde. Akıl en kötü oyunlarını yapar, rüyalarda bile acıyı hatırlatır insana. Kalanlardır asıl ölenler. O acıya alışmaya çalışmak bir ölümdür aslında. Tarifi de yok aslında bu acının. Bir anne babaya evladının, bir kadına eşinin, bir çocuğa babasının öldüğünü anlatmak… Kelimelerin kolu kırık, rotası kayıp cümlelerin…
YORUMLAR
Böyle bir yazıya yorum yazmak zor.
Böyle bir hayatı yaşamak da zor aslında.
İnsanın soluğu kesiliyor, kalbi daralıyor.
kendinizi koyuyorsunuz o gariplerin yerine,
arkada bırakacaklarınızı hayal ediyorsunuz.
Gerçi,
biz gurbet insanları,
her ayrılıkta benzer bir senaryoyu yaşamıyor muyuz?
Tek fark,
şimdilik evlerimize, sevdiklerimize sağ salim dönmeyi başarabildiğimizdir.
O ocaklara düşen acıyı hiç birimiz tasavvur edemeyiz.
Hiç bir söz ile tarif edemeyiz.
Hiç bir yazı ile dillendiremeyiz.
Ama,
yine de duyguları paylaşmak güzel.
Acılara beraber göğüs germeye çalışmak.