Efendi Miriel
Eire, genç efendiyi ilk gördüğüm kadim diyar...
Gün batımında muhteşemdir. Sein adasının sisli havasından başka güneş hiç batmaz bu diyarda, gökler berrak, tabiatı muazzamdır. Sein rahibelerine katıldığım 15 yıldan sonra çok da yabancı bana.Esaretten kurtulmak gibi, Eydar ormanı insana sonsuzluğu bahşediyor sanki.
Ne kadar yürüdüğümüzü bilmiyorum kafilemizle birlikte. Yaşlı meşe ağaçlarını, minik kuşları, tabiatın tüm güzelliklerini tek tek izliyorum şimdi. Uzaklarda gözle görülemeyen ama tatlı bahar esintisiyle kulaklarımıza gelen arp sesi.. Tapınağa yaklaşmış olmalıyız ki baş drudies, son talimatlarını veriyordu. Burada geçireceğimiz 1 ay boyunca kim bilir neler yaşanacaktı. Ama bol bol Beara adasının nimetlerinden faydalanmalıydık.Binlerce türde bitki bulunuyordu burada, en çokta ökse otu kıymetliydi. Yoldan ayrılmadan biraz toplayabilmek için izin alıp, kuzey yönünde meşe ormanının sıklaştığı tarafa ilerlemiştim. Yabani hayvanlarla dolu bu orman bizler için bile tehlikeliydi. Biraz tedirgin yavaş adımlarla aradıklarımı bulup geri dönmeyi düşünüyordum. İşte çalılıkların ilerisinde büyük ağacın köklerinde aradığımdan fazlası vardı. Buradaki ökse otları oldukça sağlıklı görünüyordu ama bu kıpırdayan şeyde neydi. Dalları ellerimle aralayıp merakla eğildiğimde boğazıma dayanan soğuk metal sayesinde ilk kez böylesine korkmuştum. Ne zaman kaçmam gerekse bürünürdüm, biz Sein rahibelerine
özgü bir yetenekti. Her ne kadar şifacı yada eğitici diyarın halkı da olsak, bazı büyülerde yeteneklerimiz su götürmezdi. İşte göz göze geldiğim, yeşil pelerinin altındaki bu genç yüz, elindeki altın orağıyla nefesimi kesmeye çalışıyordu.Bakışları delici olmasa da yine de rahatsız edilmişcesine öfkeliydi. Kaçabilmem için tek yapmam gereken gözlerimi kapatıp, kadim lisanın büyülü sözcüklerini fısıldamak oldu. Beyaz bir tilki, bu benim en sevdiğim canlı. Bürünmüş ve
korkmama neden olan bu yerden kaçmaya hazır hale gelmiştim. Son bir hamleyle genç efendinin şaşkın bakışları arasında ileri bir kaç adım atabilmiştim ki gözüm meşe dalında asılı
asaya takıldı. Beyaz asanın üzerindeki sembollere bakılacak olursa genç efendi Oğam kullanabiliyordu. Ve sanırım ilk kez bürünebilen birini görmüştü. Şaşkınlığını üzerinden atıp, ormanla vedalaştı.Hızla koşuyordum, kafilenin izini sürerek. Nasılda anlayamamıştım bir Ovetaya rastladığımı. Ama Sein adasında erkeklere yer yoktu ve onlara dair bilgiler sadece yüzeyseldi. Kafileye ulaştığımda genç efendi çoktan Baş drudiesın yanında yer almıştı. Oldukça becerikli biri olmalıydı.Eski halimi almam ilk kez bu kadar uzun sürmüştü, kendi öykümün kahramanı zannederken kendimi, bir başkasının öyküsündeki bir anı olacağımı bilemezdim. Genç efendi kendini tanıttığında saygıla başımı eğebilmiştim sadece.Ciddi halinden eser kalmamıştı, adeta bu ormanda hayat bulduğu, güneş ışığında bir inci gibi parladığı o kadar belliydi ki. Herkes saygıyla önünde eğilebilirdi ve çoktan kafilede geleceğin baş druidi olacağı söylentisi yayılmıştı.Herkes yeteneklerini, bilgisini nasıl faydalı kullandığından bahsediyordu. Ama bu yeteneklere tanık olana kadar ondan hazetmeyecektim. Sanırım biraz kıskanmıştım.Eydar ormanındaki irili ufaklı bir çok tepeyi aşmış sonunda Lonia gölünün karşısındaki tapınağı görebilmiştik.Bu orman gerçekten büyülü bir yerdi, sadece göklerle ve yeraltı dünyasıyla irtibatı vardı. Bir çok yetenekli bilge kadim diyar halkı buradaydı. Çeşitli ritüeller gerçekleştiriliyor, zamanın içinde halkımızı nasıl koruyacağımız konusunda
stratejiler geliştiriliyordu. Ne de olsa altın çağımız sona ermişti, yeni dinin insanları bizleri ya katlediyor ya da göçe zorluyordu. Tek umudumuz birleşerek yeni bir liderin öncülüğünde halkımızı korumaktı. Bunca zaman Eire’de halkımız bu insanlara hizmet etmiş eğitim ve sağlık işlerinin idaresinde yol göstermişti.Şimdiyse sadece düşman taraflarıydık.
"Yine de önceliğimiz gücümüzü aldığımız bu kutsal ormanı korumaktı. Halkımız ancak böyle güvende olacaktı." işte bunlar genç efendinin sözleriydi. Her an bu tapınağında yok edilmek isteneceğinden ve kendimize yeni bir yaşam alanı bulmamızdan bahsediyordu. Nasıl oluyordu da tüm bu yaşlı rahip ve rahibeler bile bu genci önder görebiliyordu. Onu böyle ayrıcalıklı
yapan neydi? Onlarca soruyla beynimin içine yerleşmişti bu Oveta..
Günler boyu bu konuşmalar sürmüş, tüm halk olacakları beklemeye başlamıştı. Artık herkes yeteneklerinin sınırlarını zorluyordu. Bu kadar bilgin insanın bir arada olduğu bu tapınak neredeyse yeri göğü sarsacak kadar enerjiyi toparlayabilmişti. Tüm bu hazırlıklar devam ederken batı yönünden gelen kuş sürüsü dikkatleri bu yöne çekmişti. Halkın en genç üyesi küçük Gallian genç efendiye koşmuş, "Efendi Miriel, Efendi Miriel" demişti. Demek ona verilen ad buydu. Efendi Miriel bugünden sonra ona böyle seslenecek, seyyahlık ettiği zamanlarda ona Eydar ormanında verilen isminde Ardıç kuşu olduğunu yine bu ufaklıktan öğrenecektim. Başlangıçta buna anlam veremesem de Ardıç kuşu yerle gök arasında yeniden altın çağımızı
başlatacaktı.
Eire belki de son kez kadim halka ev sahipliği ediyordu. Haberciler sabahın ilk saatlerinde tapınağa ulaşmış, yaklaşan baskının haberini vermişlerdi. Artık tüm gözler Baş rahip ve Efendi Miriel’in üzerindeydi. Birer savaşçı gibi, gereksiz bir savaşa sürüklenen insanlardık. Tüm güçlerimizi birleştirecek, Efendinin talimatlarınca yeni diyara güvenle ulaşabilecektik. Zaman daralıyor, akın akın düşman yaklaşıyordu. İlk kez Cadı Kazanının içinde kaynayan bir baloncuk gibi hissetmiştim. Benim görevim ilk karşılaşmamızda Mirien’i şaşırtan bürünmekti. Benim gibi pek kimse yoktu ama yinede altın çark dönmeye başladığında bürünecek ve dikkatleri dağıtarak Efendinin ve diğerlerinin zaman kazanmasını sağlayacaktık. Gerçek bir savaştı bu ve acı verici olacaktı.
Efendi Miriel, nedense bugün gözüme sevimli görünmüştü. Yeşil Pelerinin yerine beyazlar içinde işte şimdi gerçekten bir inci tanesini andırıyordu. Ağaçlarla fısıldaşıyor, kuşlara hükmediyordu.
Evet, işler yolunda giderse Efendinin ve diğer beş rahibin sayesinde yeni diyarın kapıları açılacaktı. Öğle vaktini biraz geçmiş, büyük kıyım başlamıştı. İlahi ezgiler tapınağın taşlarını sarsıyor,
dünyayı iki kat daha hızlı döndürüyordu. Savaş başlamış, gittikçe keskinleşen ökse otu kokusu kan kokusuna karışmıştı. Gün batımına kadar süren bu kaosta rahipler Efendinin önderliğinde ritüelin son kısmına geçmiş, çarkı harekete geçirmeye başlamışlardı. Bürünmüş bedenim neredeyse sadece efendiye hizmet ediyor, koruyuculuğunu üstleniyordum. Bu gece dolunay olacak ve tüm herşey son bulacaktı.
Çarkın dönmesiyle yer sarsılmış, yıldızlar meşe dallarına birer yaprak gibi tutunmuştu. "Acele edin, Acele edin.." efendinin sesi yankılanıyordu. Ormanın en yaşlı meşe ağacının koruduğu mağaraya akın
ediyorduk. Efendi ne zaman asasını yere vursa yer hiddetle sarsılıyor ters düz oluyordu. İşte dolunay geceyi aydınlattığında yeraltı dünyasındaki yeni diyara ulaşabilen kadim halk, büyük seti çekmiş
sonsuza dek Eire ye veda etmişti. Temiz havayı içimde hissettiğimde anlamıştım Ardıç kuşunu, kadim halk içinde neredeyse asırlardır bunu yapabilen bir kaç kişiden biriydi o.
O gece bir çok kayıpla sığınmıştık yeraltına. Karanlık çağın bilge halkı artık yeryüzünün efsanelerinde yaşayacaktı. En azından bir süre böyle olmak zorundaydı. Sığındığımız bu yer Meşe Dibi yeryüzünden farksız gibi görünse de uzun zaman burada kalamazdık. Gerçekten bir şeyler yapılmalıydı, bu kadar bilge insanın bile kaos yaşayacağı anlardı. Artık ne Beara ne de Sein vardı. Efendi Miriel tüm bu gürültüden uzak bir ağacın köküne yaslanmış derin düşünceler içinde, ince parmakları zarif yüzünde en ufak bir tedirginlik yok. Gözlerim üzerinde onu izlediğimin farkında olacak ki minik bir tebessüm yüzünde.Sesler çoğalıyordu zifiri gecede. Bir tek onun sesi yankılanıyordu sulardan yerin duvarlarına. Büyük su yatağını işaret ediyor, "Kadim zamanın eski efendilerince inşa edilen Carland Köprüsü burada, bilenler azdır ama eğer görünür hale
getirilirse bir çıkış yolu bulabiliriz."diyordu umutla. Hayret ve gıptayla izliyordum genç bir efendiyi önce bizi kurtarmış şimdiyse çıkış yollarını gösteriyordu. Ne büyük bir ilim, ne büyük zeka bir kez daha hayran oluyordum. Yine efendinin sesiydi beni kendime getiren "Ama unutmayın, bir şey almışsak mutlaka yerine başka bir şey koymak gerekir." Kadim kuraldır, doğadan ne alırsan yerine bir şey koymak lazımdır..
Yeraltı ki diyar-ı sır, her hali bambaşka kasvetli, sesler ki duymak istemez kimseler, işiteni sağır eder. Zaman az diyor genç efendi bilgelerin bilgesi. Lazım olan yapılmalı diye ekliyordu o kuvvetli sesiyle.
Hazırlıklar bir koldan başlamıştı. Biraz su, biraz mürekkep,biraz keten kumaş ama en çokta ökse otu ve diğer malzemeler..Bakır kazanın suyu kaynamaya başlamıştı bile. Efendi Miriel ve diğerleri kazanın başında daire oluşturmuştu, ben ise dairenin ortasında elimde mürekkep, efendi söylüyor ben çiziyordum Carland köprüsünü. Bazen bakışlarımız çarpışıyordu, herşey parmaklarımın ucunda. Korkuyordum...
Efendimin bakışları ellerimde, sesi zihnimde konuşuyordu benimle. Her çizgi darbesinde sarsılıyordu Meşe Dibi. Uğulduyordu ağaçlar, sular dalgalı. Kaynıyordu şimdi kazanda her bir kadim yolcunun kan zerresi. Efendi Miriel zihnimin içinde "git diyor yeni diyarına" bedel ödenmeliydi nasılsa o bedel ben olsamda, sürgün edilsem de diyarımdan. Gözlerim kapanıyordu, kulağımda hala efendimin sesi, burnumda misk amber kokusu.. Kadim halk bana veda ediyordu hep bir ağızdan. Efendinin adımları ağır Carland köprüsünü aşıyordu. Koparılıyordum bir kez daha beni ben yapan herşeyden.
Gözlerim kimbilir ne zaman sonra gökyüzüne uyandı bilemiyorum. Zihnim bomboş hiç bir hatıra yok geriye. Tek bir şeyden başka, kulağımdaki o ses "zaman alacak hatırlamak, zaman alacak..."
Ah Efendi Miriel, kadim zamanın genç seyyahı.Sonun başlangıcındaki kapıyı açan kişi, Meşe Dibinin Efendisi...
Aradan yüzyıllar geçmiş, Kimi zaman ormanda karşılaştığım ardıç kuşlarına, kimi zaman sessiz mağaralara, kimi zamansa seyyahlara sorar, ondan ufak haberler almama rağmen bir daha görememiştim onu.
Ama onun kutlu halkı yalnız bırakmadığını ve kudretli koruyuculuğunun yanımızda olduğunu hep hissedecektim...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.