- 903 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
Sevginin Gücü...3
Korucu Mehmet’in küçük kayığının baş üstüne şöyle rahatça kıvrılıp, tek pistonlu pancar motorun kısacık eksozundan yükselen patırtıların ahenkli esintisine kendinizi teslim ettiğinizde; kuzeye, denizin enginlerine doğru yapacağınız üç dört kilometrelik yolculuk, özgürlüğün doyumsuz hazzını tattıracaktır size inanın. Ne zaman motor hız keser; ardından da Korucu Mehmet yekeyi bacaklarının arasına sıkıştırarak ayağa kalkar ve kendine özgü yöntemlerle yer tespiti çalışmalarına başlar; o zaman anlamalısınız ki, bu güzel yolculuğunuz sona ermiştir artık.
Korucu Mehmet’in, kayığının motorunu stop ettirdiği bu nokta, Mezgitin avlanacağınız bölgedir ve balıkçılar arasında ‘’ada’’ diye adlandırılır. Karadeniz’in bu bölümü, sahil tarafında kalan kısmına nazaran daha sığdır. Bu nedenle, bir dip balığı olan Mezgiti avlamak, denizin diğer bölgelerine göre biraz daha az çaba gerektirir burada ama, yine de ona ulaşmak oldukça zahmetlidir. Ya karmak kurarsınız, ya da serpme dediğimiz ağ ile deniz dibine ulaşırsınız. Sakin bir balıktır Mezgit ama, öyle çok da kolay teslim olmaz balıkçıya.
Karmağını denize salalı üç saat kadar olmuştu Korucu Mehmet’in. Daha sonra da, kayığını biraz daha sahile yaklaştırmış; on beş kancalı oltası ile, yarın için hazırlayacağı karmakta yem olarak kullanacağı istavrit balığından epeyce avlamayı başarmıştı. Deniz, gerçekten sakin ve güzeldi bu gün. Böyle zamanlarda, bu yörede doğup büyümüş, bu güzelliklere çokça aşina olmuş olsanız bile, sizi çevreleyen sihirli manzaranın seyrine gerçekten doyamazsınız. Güneyinizde, denize oldukça dik ve paralel yamaçlarla erişen yüksek dağların sergilediği güzellik; araziye inci taneleri gibi dağılmış evlerin ilginç görüntüsü; dağların doruklarıyla nazlı nazlı oynaşan küçük bulutlar; sahillerde ve yamaçları kısa aralıklarla yaran vadilerdeki hareketlilik, seyrine doyum olmayan bir manzara sunar gözlerinize.
Birbirine yakın avlanan balıkçıların neşeli sohbetleri eşliğinde, sabahın erken saatlerinde serilen karmakların denizde kalma süresi çabucak doldu. Güneş, çoktan Kaçkarların doruklarından veda etmiş, göklerin derin maviliğine doğru tırmanmaya geçmişti. Gün doğumu tarafında Trabzon, gün batımında ise Yoruz feneri, karanlık bir gecenin daha vukuatsız finaline varmamın tatlı yorgunluğu ve sevinci içinde, zayıf göz kırpışları ile kadim dostlarını, bu suların balıkçılarını selamlıyorlardı.
Korucu Mehmet, oltasını toparladı; motorunu çalıştırdı ve karmağını kurduğu bölgeye doğru hareketlendi. İlk şamandırasına varması, uzun ipi toplaması, balıkları kancalardan sökmesi ve dönüş yoluna koyulması bir saat kadar sürdü. Kayığının burnunu köyüne doğru çevirdi; motoru, alışageldiği hızı getirdi; toparlayabildiği bir kasa balığı da ön tarafa,baş üstüne yerleştirdi. Av çok bereketli geçmemişti ama, kısa günün karı diye düşündü ve Allah’a şükretti.
Karadeniz sahiline yakın aralıklarla dizili küçük köyler, denizden bakıldığında çok daha güzel bir görüntü sergilerler. Cami, okul, fırın ve kahveden oluşan küçük bina topluluğu, köylerin ortak kullanım alanlarıdır ve birbirlerine yakın inşa edilen müstesna yapılardır. Genellikle alçak damlı, küçük pencereli, doğaya inanılmaz bir ahenkle uyum sağlamış evler, dik eğimli araziye sihirli bir el tarafından itina ile serpiştirilmiş hissi uyandırır insanda. Tarıma müsait az miktardaki tarlalar, genellikle zeytin ağaçları, ya da su arkları ile birbirinden ayrılırlar. Bu tarım ve deniz insanları için en önemli servet, şüphesiz topraktır burada. Anlaşmazlıklar, kavgalar, vurgunculuklar hep toprak yüzünden meydana gelir. Sırf bölünmesin diye, kız çocuklarına topraktan pay verilmez, yerine bir miktar para ödenir mesela. Maalesef bu saçma gelenek, bu gün bile geçerliliğini sürdürmektedir.
Hızlı akışlarla denize ulaşan az debili kısa derelere yataklık eden sığ vadilerin doğuya bakan bölümleri, güneşi fazla aldıklarından, genellikle tarım alanı olarak kullanılır. Batı yamaçları ise, fındıklıklar, ya da ağırlıklı olarak karaağaç, kızılağaç, meşe ve gürgenlerin oluşturduğu ormanlarla kaplıdır.Bu yörede hakim rüzgar olan karayeli kesen Yoroz burnu, 20-30 kilometrelik bir mesafede, nispeten sıcak bir iklim kuşağının oluşmasını sebep olur. O nedenle bu koridorda, Akdeniz Bölgesinde görmeye alışık olduğumuz zeytin, narenciye, nar ve ütün gibi bitkilere rastlamak mümkündür.Her tarlanın bir köşesinde, dam dediğimiz iptidai bir baraka mevcuttur ki; içerisinde barındırdığı vagon adı verilen hoş bir sistem vasıtası ile tütünlerin kurutulması görevini üslenir.
Sahile yaklaştığında, her av dönüşünde yaptığı gibi, keskin bakışları ile evine ve bahçelerine göz gezdirdi. Sefiye Ana görünürlerde yoktu. Oysa bu saatlerde o, bahçesindeki zarzavatları suluyor olmalıydı. Alışagelmediği bu duruma pek anlam veremedi. ’Herhalde önemli bir işi çıktı; suyu da komşularla değiş tokuş yaptı’ diye düşündü. Denizin bu günkü bereketini merak eden köylüler, sahildeki kahvenin önündeki kokulu üzüm asmasının sarıp sarmaladığı çardağın altında toplanmışla; hem sohbet ediyor, hem de onun dönüşünü gözlüyorlardı. Balıktan ilk dönenin,her zaman Korucu Mehmet’in olacağını bilirlerdi zira.
Kayık, bu işte oldukça becerikli olan köylülerin yardımı ile çabucacık sahildeki yerine çekildi. Kimi altına felenk verdi, kimi ırgata asıldı, kimi de barbasını vurdu. Yakalanan balıklar da, uygun bir fiyata almak isteyenlere satıldı. Korucu Mehmet,köy gençlerinin yardımı ile kayığını önce güzel bir yıkadı,temizledi, düzenledi. Amerikan bezinden oluşan tentesini, kayığı üzerine kadar uzanan kara ağaç dallarından da faydalanarak, güzelce üzerine örttü. Kayığını evladı gibi severdi o zira, gözü gibi bakardı ona. Nafakasının bir bölümünü onun sayesinde çıkarmaktaydı çünkü. Karmağını ve yemlik İstavritlerini yanına aldı; sahilden yukarılara kıvrıla kıvrıla yükselen patikayı takiple, yamacın tepesindeki evine doğru yavaş yavaş tırmanmaya başladı.Güneş iyice yükselmiş, öğlen ezanı yaklaşmıştı.
Sahile inmek kolaydı da, yokuş yukarı tırmanmak gerçekten oldukça zorlamaktaydı artık onu. Yaşlı ciğerlerinin her hücresini çoktan istila etmişti nikotin denilen canavar; soluk alması oldukça zorlaşmıştı artık. Eve yaklaştığında garip bir olay dikkatini çekti.Sulama suyu, bahçenin kenarındaki arktan boşu boşuna akıp gidiyordu. Oysa sıra kendilerinde idi ve bu akan su, şu anda kendi bahçelerindeki zarzavatı suluyor olmalıydı. Bu olaya biraz sinirlendi ve gıyabında ihtiyar hayat arkadaşına söylene söylene yürümeye devam etti. Suyu boşa akmasını engellemesi gerektiği için de adımlarını hızlandırdı.
Yolun kenarındaki tütün damının hemen yanı başındaki yüksek zeytin ağacının eteklerinde yetişen genç filizlere tutunarak, toprak zemine iptidai bir şekilde kazılan bir kaç basamak merdiveni tırmandı, evinin önündeki genişçe avluya girdi. Koltuğu altındaki karmağı, evin önündeki incir ağacının altına bıraktı, balıkları da dalına astı. Eşine birkaç kez daha seslendi, cevap alamayıncada, kazmayı kaptığı gibi bahçeye yöneldi. Seri hareketlerle suyun önünü keserek , bahçeye doğru akmasını sağladı. Bir taraftan çalışıyor, bir taraftan da meraklı gözlerle etrafta eşini araştırıyordu. Bir süre çalıştıktan sonra komşu kadına seslendi.
-Emine, gızım!...
-Ne oldi Memed emice?
-Sefiye anan nerde gızım? Habu suyu boşa goyvermiş?
-Bilmiyrım!... Sabah gonişduğumuzda, suya gideceğuni soylediydi.
İhtiyar adam, bu cevap karşısında kısa bir süre düşündü. Alnında biriken teri, sol elinin tersiyle silip atarken; zihninin derinliklerinden kopup gelen bir endişe bulutu, yorgun bakışlarının griliğine yerleşti kaldı.Daha sonra, ani bir kararla elindeki kazmayı bir kenara fırlattı, koşar adımlarla eve gitti. Alel acele kapının arkasındaki su tenekelerinin yerlerinde olup olmadıklarını kontrol etti. Onları göremeyince, hızla içme suyu temin ettikleri küçük çeşmeye giden patika istikametinde koşmaya başladı. Onun bu telaşını ve koşuşturmasını gören komşular,pek alışık olmadıkları bu durum karşısında işlerini bırakarak arkasından gittiler.
-Sefiye!...Sefiye!...
Hem olanca sesi ile bağırıyor, hem de olabildiğince hızla koşmaya devam ediyordu. Yüzüne gözüne değen alçak dallara ve sert yapraklara aldırmadı; fındık bahçelerini geçip, sarp yamaçtan dereye doğru inen ince patikanın başlangıcına geldi. Biraz durakladı ve aşağıda akmakta olan dere yatağını endişeli ve korkulu bakışlarla taradı. Görünürlerde kimse yoktu.Dikkatle etrafı dinledi.Uçuşmakta olan kuşların ve usul usul akan derenin sesinden başka ses duyamadı. Daha fazla beklemedi, patikadan aşağıya inmeye başladı.
-Sefiye!...Sefiye!...
İhtiyar adamın gür sesi kısılmış, öksüz bir çocuk mahzunluğu ile başı omzuna doğru eğilmişti. Gözlerine, yabancı duyguların yağmurları, yüreğine ise tahammülü zor bir acının asla tükenmeyen nöbetleri düşmüştü. Bunca yıllık evli olduğu; bunca yıldır bir yastığa baş koyduğu; bunca yıldır her güçlüğe birlikte göğüs gerdikleri sevgili eşi için, hiç bu kadar korkuya kapılmamış;bu kadar çaresiz, yalnız, ümitsiz olmamıştı.
-Sefiye!...Sefiye!...
Sağlıklı olarak düşünemiyordu artık. Gözlerinde biriken yaşlar, yürüdüğü yolu doğru dürüst görmesine engel oluyordu. Yuvarlanır bibi patikadan ilerliyor, aklında bin bir türlü düşünceler geçiyor, yüreğindeki acı şiddetini arttırıyordu ki, duyduğu küçük bir ses ile irkildi.
-Ula Memed!...
Birden bire durdu ihtiyar adam.Önce hayal gördüğünü, gerçek olmayan sesler duyduğunu zannetti. Sağına soluna bakındı, bir şey göremedi. Yoluna devam etmek için ilk adımını atmıştı ki, ses tekrar duyuldu.
-Memed!...Haburadayım da!...Aşağada!...
Heyecanla, sesin geldiği yöne döndü. Gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamadı. İhtiyar kadın, yamaçtan aşağıya yuvarlanırken, oralarda bir yerlerde kendiliğinden büyüyen bir yabani incir ağacının dalına takılan peştamalı sayesinde, büyük bir şans eseri ölümden kurtulmuştu. Saatlerdir sesini duyurabilmek için bağırmış ama, başarılı olamamıştı. Sesi soluğu kesilince de, asılı kaldığı yerde, kaderini beklemeye başlamıştı.
Komşuların yardımı ile, onu bulunduğu yerden kurtarıp eve götürdüler. Acilen Sıhiyeci Yusuf çağrıldı. Kırığı,çıkığı yoktu;sadece dikenler yüzünü, gözünü,vücudunu oldukça yaralamıştı. Gerekli tedaviler yapıldı; ağrı kesici ilaçlar verildi; sonra da yatağına yatırıldı. Eşinin yanı başından bir an için dahi ayrılmayan ihtiyat adam, sevgili hayat arkadaşının elini tuttu, gözlerine baktı.
-Sen...Dedi.
-Sen bu günden sonra bi daha su almağa gitmeyecesun.
Sefiye ana, sevgiyle gülümsedi ıslak kirpikleri ardına gizlediği mahzun ve utangaç bakışları ile kendini süzen eşine.
-Susuz mi yaşayacağuk gorici?
-Yok!...Suyumuz olacak!...Ama, sen suya gitmeyecesun artuk; suyu sana getureceğum.
Sefiye ana, Korucu Mehmet’in ne demek istediğini pek anlayamadı. Herhalde suyu kendi taşıyacak diye düşündü ve avuçlarındaki elini biraz daha sevgiyle sıktı. Eşinin aklındaki delice fikri bilseydi, kim bilir o gün nasıl bir cevap verirdi ona?
-Ula sen, esetten delisun Gorici!...Derdi herhalde.(Devamı var)
Bir tutam hayat-13.05.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
Kıymetli dostum
Büyük keyif alarak okuduğum yazınızı, mükemmel anlatma kabiliyetinizi tebrik ederim.
Kaleminize yüreğinize sağlık
Saygı selamlarımla
Bir tutam hayat
Soma faciası aklımızı başımızdan almış.
Teşekkür ediyorum efendim.
Bir müddet ara versek hikayeye iyi olacak.
Az biraz kendimize gelelim.
:)
Bu gülümseme iki şey içindir bilesin BTH.
Birincisi, yaşadığın ülkenin diline olan hakimiyetin. O dili yazdığın yazılara, hatta okurlara bile çok iyi tanıtabildin. Artık senin yazılarını okuyan hemen hemen herkes Azeri dilinden bir kaç kelime öğrendi.
Gelelim ikincisine; şu Sefiye ana ile Gorici'nin o yaşta birbirine olan sessiz aşkları... İşte o benim yüzümde güzel bir tebessüm oluşturdu. Hemde öyle bir tebessüm ki, onun içinde hüzünde vardı.
Yazmadan geçemedim.
Tebrik ederim.
Bir tutam hayat
Güzel yorumlarınız olmasa,
yazma cesaretini kendimizde bulacağımızı hiç zannetmiyorum.
Hep destekçimiz, hep yüreklendirenimiz oldunuz.
İyi ki varsınız diyorum.
Bakmak ve görmek ayrı bir gerçek.
Bu gerçeği çok az insan Yaşar. Bunlardan biri de bizim dostumuz bir tutam hayat.
Dünya harikası Karadeniz bölgesinin bu eşsiz ve geçişi zor doğası ancak bu kadar güzel tasvir edilir.
Okurken oradaymış hissini yaşatan bu yüreğe hayran olmamak ve bu güçlü kaleme hayran olmamak mümkün mü? Teyzemizin sağ olduğuna çok sevindim. Bu yaşama azminin ve o dog
Ğaya adapte olmuşluğun tezahürü. Cefalar Karadeniz kadınının yaşama sarılmasının isbatı.şimdi şu balıkçı dayımızın bu güzel eşe yapacağı süprizi merakla beklemek düştü okuyucuya.
Sizi bütün kalbimde kutlarken yaşattığınız güzelliklere ve konuşan kaleminize çok teşekküetmek ve başarılarınızın devamını dilemek isterim hoşça kalın ve siz hep yazın kalem sizi seviyor siz de kalemi konuşturuyorsunuz hoşça kalın selamlar
Bir tutam hayat
İyi ki hep buradasınız.
Yorumlarınız hep yüreklendirici,
yol göstericidir.
Tenkitleriniz bile bir başka güzeldir sizin.
Varlığınız,
sevincimiz oluyor.
Hep burada ol, emi....Gönül dostu...Kalem dostu...
Minos
Sizi tenkit etmek ne haddime. Ben sadece gördüğüm gerçekleri söyledim.dostlarımı kırmamaya azami dikkat sarfederim hele çok değer verdiğim biriyse daha da çok.bence dostlar birbirlerine açık olmalıdır. Beklentilerini ve düşünselerini samimi bir dille riyayamkaçmadan iletmelidir.
Gerçek ayna gibidir gördüğünü yansıtır. Ben sadece gördüğümü söyledim tenkit etmek ne haddime. Aslında sizimde aynı fikirde olduğunuzdan eminim.ama gelenek ve göreneklere karşı çıkmanın kişiyi yalnızlığa ittiğinin de bilincindeyim.ama sadece sizinle paylaşmak istedim.
Sizi kırdıysam özür dilerim değerli kalem dostu hoşça kalın
Yaa gerçekten bu öykünün sonunda gidiyorum sandım ki geri döndüm. Çünkü beklediğim olmadı. Şunu söylemem gerek öncelikle ilk paragraflardaki üslup ve tasvirler gerçekten çok güzel olmuş, öyküye farklı bir renk katmış.Ah bir de Trabzonumu ne güzel betimlemişsiniz.
Ben bu öyküyü çokk sevdim. Ve inanın ki çok ama çok zevk aldım okurken, devamı olmalıydı zaten. Umarım ilk yorum benim olmuştur:)
Ellerinİze yüreğinize sağlık hemşerim,
Tadı damağımızda. :)
Bir tutam hayat
bildikleri bir şey tarif etmek,
bilmediklerini anlatmaktan daha zordur.
Ama,
tasvir ettiğiniz coğrafyanın aşinası olan insanların dudaklarında, hoş bir tebessüm esintisi yaratabiliyorsa yazınız,
bir bukle başarılı kabul edebilirsiniz kendinizi.
Bu nedenle,
çok özeldir sizin yorumlarınız neslimizde.
Keşke çok daha teferruatlı anlatabilsek;
çok daha güzel cümleler kurmayı becerebilsek;
hayalinize çok daha güzel hatıraların canlanmasına vesile olabilsek.
Dilerim,
gerek sizin, gerekse bizim yazılarımızda, memleketimizden çok daha fazla güzellikler buluruz ilerde.
Çok sağ olun.
Safiye annayı sağ görünce balıkları sormayı unuttum.
Ne oldu mezgitlere.
Mezgit deyince Samsunda görev yaparken,
Yumurtalı mezgit diye bağırarak satarlardı.
(içinde havyarı olduğu için.)
Annem gelince ziyarete,
Anne alalım mı yumurtalı mezgit dediğimde.
Oğlum ben yumurtalı balık sevmem,
Siz seviyorsanız alın dedi..
O aklıma geldi yazında
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Vefat etmişse, mekanı cennet olsun diyorum.
Mezgit balığının havyarı gerçekten çok lezzetlidir.
Çocukluğumuzda, onları kapabilmek için yarış ederdik.
O zamanlar,
tüm yemekler aynı kaptan yenirdi.
Herkes bir tarafından başlardı yemeğe,
en hızlı kim yerse, en çok o doyardı.
O nedenledir ki; hala çok hızlı yerim temeğimi.
Hele de Azeriler karşısında, süper hızlıyım.
Gerçi,
günümüzde de,
balık emeği genellikle aynı kaptan yenir Karadenizde.
Keşke,
bir gün karşılaşsa da yolumuz,
bir balık ziyafeti çeksem sizlere kendi ellerimle.
Güzel olurdu.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.