- 588 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Anlamları Kaybederdin
Mutsuz muydu? Galiba… Ama öfkesiz, kinsiz, zehirlemeyen türden bir mutsuzluktu bu. Kimse bir kazık atmamıştı mesela ona. Kız arkadaşı onu aldatmamış, birinin hakaretine maruz kalmamıştı ya da. Her şey önceki akışında sürüklenip gitmiş; insanlara, hayata dair düşüncelerini yerle bir eden hiçbir beklenmedik durumla karşı karşıya gelmemişti.
Niye mutsuzdu öyleyse? Sevdiği kızla az önce konuşmuştu daha. “Aşkım…” demişti o dünyanın en güzel sesi, “O konsere gidelim mutlaka.”
Aşkla konser bir cümlede nasıl bir araya gelebilirdi ki?! Yani ‘aşkım’ kelimesinin içinde gerçek bir aşk varsa… O kelime öylesine kullanılan bir hitap kelimesinden çok ötelerde bir yerdeyse…
‘Aşkım’ diye başlayan bir cümlede aşka dair bir şeyler olsa daha bir dolu dolu çınlamaz mıydı o kelime kulaklarda?.. Kedisine ya da oyuncak ayısına aşkım diyen bir kızdan daha farklı bir yere koymaz mıydı, âşık olan o insanı?
Hitapsız olmalıydı bazı cümleler. Eğer cümlenin içindeki herhangi bir şey sevdiğin insanın önüne geçiyorsa ne aşkım demeliydin karşıdakine, ne de başka bir hitap kelimesi…
Gülümsediğini fark etti birden. Düşünce akışını bozan neydi, emin değildi ama bozduğu da iyi olmuştu, çünkü kendine dışarıdan bakabilme olanağı bulmuştu onun sayesinde… Ve bu dışarıdan görünen haline gülümsüyordu şimdi. Topu topu "konsere gidelim" demişti sevgilisi, o ise nerelere vardırmıştı bu masum isteği! Sanki aşk demek yaşamdan kopmak, bir koza içine hapsolmak demekti… Eğer âşıklardan biri yaşamla ilgili bir şeyler söylüyorsa, yanında sevdiği olmadan da var oluyorsa yani, “hayat güzel” diyebiliyorsa; bu aşka bir nevi hakaret anlamına gelirdi. Eğer hayattan söz ediliyorsa bile mutlaka merkezinde kendi sevdalarına yer veren bir hayat olmalıydı bu. Mesela sevdiği kız asla bir şey için çok sevinmemeliydi, tabii o şey ikisine dair bir şey değilse.
Neyse ki radyoda çalan şarkı bu akla mantığa sığmayan düşüncelerini kesintiye uğratmış, iki gün öncesine götürmüştü onu. Kız arkadaşı konuşmayı uzattıkça uzatıyor, bedava konuşma kampanyasının nimetlerini sonuna dek kullanmaya kararlı olduğunu söyleyen bir iştahla konudan konuya atlıyordu. “Hayatım ben şimdi kapatıyorum. Biraz işim var.” dediğinde hat’ta beliren derin sessizlik iki saatlik konuşmadan çok daha kulak tırmalayıcı gelmişti ona. O bitmek bilmeyen birkaç saniye içinde sevdiği kız neler kurmuştu zihninde kim bilir! “Konuşmamdan sıkıldı. Sevmiyor artık beni!” demişti belki. Hatta hayatında başka biri olduğunu bile düşünmüş olabilirdi.
Telefonu kapadıktan sonra derin derin nefes almıştı. Sanki daracık bir hücrede hapsolmuştu dakikalarca, az önce çıkabilmişti. Çok geniş olmasa da odası, saray gibi gelmişti ona. Kendinle baş başa kalmanın genişletici bir etkisi vardı sanki. Nefes alacak daha çok yer buluyordun. Ya da mekânın boyutundan çok nefesin kalitesiyle ilgili bir durumdu bu. Daha doğru bir şekilde kullanıyordun nefesini, içini daraltacak durumlardan kaçmak daha kolaydı çünkü kendinleyken.
İşim var deyip konuşmayı kestiği o gün kız arkadaşı “görüşürüz” demişti, “sen de istersen tabii” diyen sitemkâr bir sesle. Telefonu hemen kapamıştı sonra. Kendisi de aynısını yapmıştı az önce… Diliyle “görüşürüz “derken sesiyle “belki” demişti. “Sen istemiyorsan görüşmeyebiliriz de…”
O gün sevdiği kızın kendisine büyük haksızlık yaptığını düşünmüştü. O’nun dışında da ilgilendiği, hoşlandığı şeyler olamaz mıydı yani? Yalnız kalmak isteyemez miydi mesela? Ya da arkadaşlarıyla konuşmak… Tamam, arkadaşları kız olmasındı, kabul… Bu şartı anlayabilirdi. Çünkü sevdiği kız da arkadaşım diye bir erkeği getirip çıkarsa önüne, ne hale geleceğini biliyordu. Bu yüzden mümkün olduğunca ikili görüşmede bulunmuyordu arkadaşlarının kız olanlarıyla. Ancak başkaları da varsa, topluca bir yerlere gidildiyse görüşüyordu genelde. Ama ya diğerleri..? Hemcinsleriyle de mi görüşmek için izin alacaktı yani? Ya da hiç kimse olmadan, sırf kendiyle zaman geçiremez miydi?.. Kısa bir süre için de olsa başkalarına nasıl görüneceğini düşünmeden, dünyanın en hoşgörülü annesinin yanında istediği yaramazlığı yapma şansına sahip bir çocuğun özgürlüğüyle gönlünden geçtiği gibi var olamaz mıydı?
Mesela geçen gün öylesine dolaşmıştı sokaklarda. Kuğulu Park’ta bulmuştu birden kendini. Çocukların güvercinlere yem verişini seyretmişti. Arasıra kuğulara da atıyorlardı tabii. Ama nedense güvercinler daha bir özdeşleşmiş gibiydi yemle. Belki de kuğular kadar asalet meraklısı olmadıklarından açlıklarını daha kolay belli ediyorlardı. Burnu düşse yerden kaldırmaz halleri doyurulmaktan çok seyredilmesi gereken varlıklara dönüştürüyordu o beyaz perileri. Ama O çocuk olacak yaşı geçmişti çoktan… Aç olmak için ille de feryat figan çırpınmak gerekmediğini biliyordu. Bu yüzden yemlerini o asil varlıklar için harcamaya karar vermişti. Bol boş serpmişti göle, elinde ne kadar varsa.
O an yanında sevgilisi olsaydı açlık, asalet ve çocuklar bu kadar belirginleşebilecek miydi yine çevresini saran onca şeyin içinde? Diyelim yine görebildi onları, hatta belki âşık olduğu kızın yanındaki varlığı daha da açtı gözlerini, önceden göremediği ayrıntıları da keşfetti… yine de o anki gibi özgürce, yanındaki çocuklara benzemekten korkmadan, gönül rahatlığıyla fırlatabilecek miydi böyle avuç avuç yemleri?
Peki sevgilisi için de aynı şey geçerli olamaz mıydı? Onun da içi kendinden taşacak kadar büyümez miydi bazen, “yeter artık buraya tıktığın beni, dışarı çıkar artık” diyerek ona? “Yüzünde, davranışlarında bir parça da olsa yer veremez misin bana?”
Az önce söz konusu olan da muhtemelen böyle bir iç taşkınlığıydı işte! Kız arkadaşı konseri verecek o grubu çok seviyordu. Bunun ne aşklarıyla ilgisi vardı, ne de herhangi bir saygısızlıkla… Bu tamamen insanın kendi ruhuna, benliğine gösterdiği saygıya ilişkin bir şeydi.
Aşkın tarifini yeniden yapmak gerekiyordu belki de. Belki biraz daraltmak kapsadığı yeri, benliklerin özgürce esmesine yol vermek… Yoksa boğulmaktan korkan biri gibi derin derin nefesler alırken bulurdun kendini. Çok sevdiğin bir resme sürekli bakmak gibi bir şey olurdu o zaman bu… Gözlerin yorulmaya başlardı bir süre sonra. Anlamları, şekilleri kaybederdin.
Muhtemelen sevgilisi de nefes almakta zorluk çekiyordu şimdi. Az önce telefonda sevdiği erkek, daracık bir alana hapsetmişti onu çünkü. “Buradan çıkarsan aşkımıza ihanet etmiş olursun” demeye getirmişti. Yavaş yavaş genişleyecekti içinde bulunduğu oda… Nefesi normale dönecekti. Kendi olarak kalmakla aşkı arasında bir seçim yapması gerekecekti. Bol nefesi seçecekti o, seçenekler arasında görünmese de… Aslında kendini seçmiş olacaktı böylece, telefonu kapar kapamaz içinde kocaman bir pencere açılmışçasına ciğerlerini dolduran tertemiz havadan anlayacaktı bunu.
İşte bu yüzden bir an önce arayacaktı onu. “Aşka yeni bir tarif yaptım!” demek için… “Aşk demek nefessizlik olmayacak artık. Benleyken de özgürce esebileceksin yine. Artık suçlamayacağım seni söylediklerin için. Çünkü onlar da birer parçan senin… Seni sen yapan şeylerin birer uzantısı… Tabii aynı şey benim için de geçerli… Sen de beni suçlamayacaksın ne söylersem söyleyeyim. Benim de estirecek rüzgârlarım var çünkü… Ta içimden gelen fısıltılar…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.