- 703 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Salih Efendi İle Çomar
Köy zorluklarla geçen karakıştan yeni çıkmıştı. Bahar gülen yüzünü göstermiş, dağ, bayır, dere tepe rengârenk çiçeğe durmuştu. Köylüler ve hayvanlarda bu cümbüşe ayak uydurmuş; koyunlar, kuzular, inekler Allah’ın izni ile doğanın nimetlerini açık havada yemenin zevkiyle tatlı tatlı geviş getiriyorlardı. Koca koca hayvanların yüzüne konan sineklerin vızıltısı bile ayrı ayrı senfonilerin temsilcileri gibiydiler. Annesinin memesini emen kuzu zar zor ayakta duruyor, memeyi bin bir gayretle emerken yalpalıyordu. Derenin kenarında ellerinde uçurtmalarla koşturan, akan suyun serinliğinde yüzmeye çalışan çocukların neşeleri görülmeye değerdi.
Salih Efendi kapıya doğru yöneldi. Kasketini öne arkaya oynattıktan sonra, kuyudan su çekti ve elini yüzünü yıkadı. Hanımının omzuna koyduğu havluya şöyle bir göz attı. Sonra, bin bir özenle işlenmiş dentelli havluyla yüzünü sildi. Bulunduğu yerden mevcut tabloya hayranlıkla baktı. Ellerini havaya kaldırıp gerindi. Ahırın kapısı yarım açık, Çomar ise önünde pinekliyordu. Bir iki adım attıktan sonra kapıya doğru yanaştı. Oğlu içerde hayvanların altlıklarını temizleme işiyle meşguldu. Başını ahırdan içeri uzatıp:
“Sadık bitti mi işin?” dedi.
Ahırda hayvanların altlıklarını temizleyen Sadık, bu ani seslenişe “La havle” çekti. Sonra, sağ elinin başparmağı ile damağını yukarı kaldırdı. Korkmuştu. Babasına belli etmeden konuşmaya başladı:
“Az kaldı baba” dedi.
Oğlunun iştiyaklı çalışmasına keyiflenen Salih Efendi, cebinden çıkardığı tütün tabakasından kaçak tütünle sarılı bir sigara yaktı. Havaya doğru tüten dumanın izinde bir daha keyiflendi. ”Oğlu ne de olsa babasına çekmişti. ”
“Sadık, buralar sana emanet tamam mı? Bugün Çomarla, Arzıtlı’ya; Gani Ağa’nın yanına gideceğim.”
“Hayırdır baba!”
“Geçen sene sattığımız celep yok mu? Onun parasını tahsile gideceğim.”
“İstersen ben de geleyim baba, tehlikeli olabilir. O kadar parayla yolda maazallah…”
“Yok yok buralar sahipsiz kalmasın. Çomar bana yeter!”
“Tamam, baba sen nasıl istersen!”
“Sadık, atımı ve tüfeğimi hazırla kahvaltıdan sonra yola çıkacağım.”
Arzıtlı’da Gani Ağa’nın mükellef sofrasından kalkan Salih Efendi, bir kiloya yakın altın dolu torbayı yanına aldı ve yola çıktı.Büyükçe bir torbanın içine kum doldurmuş altınları da onun içine saklamıştı.
Çam, gürgen, kayın ağaçlarının süslediği ormanların eteklerindeki gözelerden su içti. Nice kıraç, patika yolları aştı. Yorulmuştu. Şu ilerde mezarlığın yanında duran çınar ağacının gölgesinde dinlenmesi iyi olurdu. Atını dizginledi ve mahmuzlarını toparlayıp yönünü çınar ağacına çevirdi. Çomar, her sadık köpek gibi sahibinin bir an olsun yanından ayrılmıyordu. Kulakları kesik ve irice bir köpekti. Salih Efendi onu zamanında iyi para verip Kangal’dan getirtmişti. Yıllardır hem evinin hem de sürüsünün bekçiliğini yapıyordu. Hava sıcaktı. Atının eyerinde bulunan azığını çıkardı ve yere serdi. Çomarın yiyeceğini de çıkardı ve ağacın dibine döktü. Eyerin sol gözünde bulunan altın torbasını da yanına aldı. Şöyle etrafı kolaçan etti. Yemeğini yedikten sonra torbasını başının altına alıp uyudu. Çomar başında nöbet bekliyordu. İki saate yakın uyumuş ve dinlenmişti.
Çınara sırtını verdi. Cepkenin sol cebinde bulunan tütün tabakasından çıkardığı sigarasını yaktı. Keyifle tüttürdü. Sonra, ayağa kalktı ve üstünü başını bin bir özenle düzenledi. Pantolon ve ceketine bulaşmış ot parçalarını tek tek silkeledi. Çomarın başını ve sırtını sevgiyle okşamaya başladı. Çomar, okşamanın vermiş olduğu şımarıklıkla bir iki kendine has hareket yaptı. Salih Efendi azık torbalarını eyere koydu. ”Bismillah” deyip atının sırtına bindi. Artık yolcu yolunda gerekti. Bir iki dakikalık zaman olmuştu ki; Çomar huysuz huysuz havlamaya başladı. Atının önünde bir sağa bir sola koşuyor. Sesinin son damlasına kadar havlıyordu.
Salih Efendi ne olduğunu anlamaya çalışırken, ürkek gözlerle etrafına bakınmaya başladı. Acaba birileri onu takip mi etmişti? İçini bir kuşku ve içten içe korku sarmıştı. Salih Efendi, atıyla ilerledikçe Çomarın hırçınlığı ayyuka çıkıyordu. Hatta atın ön ayaklarını ısırmaya başladı. Hırsını alamamış olacak ki bu sefer de arka ayaklarına saldırıyordu. Salih Efendi, Çomarın kuduz olduğundan şüphelendi. Derenin kenarında ne olduğu ortaya çıkardı. Eğer sudan içmez ise kuduz olmuş demektir. "İnşallah su içer" diye içinden Allah’a yalvarıyordu. Yoksa kendi eliyle çok sevdiği sadık köpeğini vurmak zorunda kalacaktı.
Çomar ise sahibinin unuttuğu altın torbasını yerinden kımıldatamadığı için iyice kızmış ve haber vermek adına sergilediği onca hırçınlığın etkisiyle derenin kenarında bırakın su içmeyi, havlamaktan köpürmüş ağzıyla atı durdurmaya, önünde zıplamaya devam ediyordu.
Salih Efendi, bu durum karşısında atının eyerinden çektiği tüfeğini hiç tereddüt etmeden, Çomarın böğrüne nişan aldı. Çomar olduğu yere yığılmıştı. Salih Efendi içini kaplayan hüzünle son defa Çomarın yüzüne baktı. ”Dehh” deyip atını son süratle sürmeye başladı. İçinde oluşan nedamet duygusuyla “Keşke köpeğim öleceğine şu altınlarım kaybolsaydı” dedi. Elini eyerine atmıştı ki;
“Eyvah ben ne yaptım?” deyip gerisin geriye döndü. Son sürat derenin yanına geldi. Çomar yerinde yoktu. Geçtiği yollar kan revan içindeydi. Salih Efendi gözyaşlarına hâkim olamıyor,içten içe kendine kızıyordu. Neden sonra çınar ağacına yaklaştı. Sadık köpek Çomar, sahibinin altın torbasının yanında yaralı vaziyette yatıyordu. Salih Efendi atından inip koşar adımlarla Çomarın yanına geldi. Başını ellerinin arasına aldı ve okşamaya başladı. Sahibini gören Çomar, görevini yapmış olmanın verdiği huzurla ruhunu teslim etti.
Salih Efendi ise son pişmalık yaşıyordu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.