- 619 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Güzel Şey Yaşamak!
Yeni biri taşınmış alt kata, bahçedeki limon ağacını kesmişler. Taze limon kokusu da eklendi hasret olduklarım arasına. Arka bahçeye dikilmiş en az benim kadar yaşı olan incir ağacının da verdiği incirlerin tadı bozuldu . Yaz sıcağında böcek istilasına uğrayan kenti rahatlatma gayreti içinde olan ilaçlama arabaları yüzünden. Bacası tütmüş Leyla teyzenin, bir tamirci çağırmış onarsın diye. Yaklaşan kışın o soğukluğunu gördüm yüzünde. Endişeli bakışları ve yolunu gözlediği evlatlarına duyduğu özlem vardı gözlerinde.
Çok yakından tanıdığım ve bayramları ona uğramadan geçirmediğim Şaban dedenin şimdi satılık olan evinin pervazlarına takılıyor gözlerim. Aylar önce kapı eşiklerinden çıkan cenazesinin ardında bıraktıklarını dile getiriyor sanki baktığım her nokta.İlmek ilmek işlediği , emeklerini verdiği küçük şirin bahçesindeki saksılarda can bulan yediverenlere bakarken, balkonumda duran mimozaları kokluyorum ondan geride kalana saygı duyarcasına.
Kentin soluksuz, durmak bilmeksizin işleyen caddelerinde patlayan tekerleklerin, ambulansların siren sesleri içinde koşarayak evlerine, evlerinden işlerine giden insanlar görüyorum. Onlarca hikayeyi bedenlerine giydirip üzerlerine düşen görevi yerine getirmeye çalışıyorlar.Yalnız yaşayan dilsiz bir kadının kendini balkondan attığı haberini okurken kocaman açtığım gözlerimi de gömüyorum gazete sayfalarının arasına.Bedenindeki eksikliği kalbindeki merhametle kapatabilecek insanoğluna yakıştıramıyorum acizliği, vazgeçmeyi. Hayatın yalnızca sevinçlerden, mutluluklardan ibaret olmadığını anlamak için yitip giden hayatları, bitip tekrar eden acıları yaşamak gerekliliğini öğreniyorum. Kızıyorum içten içe seyir defterini erkenden kapatıp sonsuzluğu arzulayanlara.
Elimde soğuduğunu fark ettiğim kahvemi masama bırakıp seyrüsefer halinde olan uçaklara bakıyorum. Nereden gelip nereye gittiği yönünde tahminler yürütüyorum.İç hatlar seferini yapan bir uçaksa el sallıyorum memleketimin bir köşesinden kalkıp bulutlarla buluşanlara.Çocukluğumun rengarenk uçurtmasını hatırlıyorum; gökyüzünü şenlik haline getiren uçurtmalara bakarken.Çocuk halimle gittiğim ziyaretlerdeki el öpmelerini,küçük ama sevinci büyük meraklarımı özlüyorum.
Saatlerdir oturduğum sandalyeden kalktığım gibi mutfağa yöneliyorum. Günlerdir çay demlemediğim çaydanlığa su koyuyor, ocağın altını yakıyorum. Yeni taşınan komşuma yapacağım kek malzemelerini hazırlıyorum. Uzun süre önce yaptığım kekin tarifini hatırlamaya çalışıyorum. Yumurtanın sarısını ayırıyorum beyazından . Sonra şeker ile birlikte iyice çırpıyorum; pembeleşinceye kadar.İyice çırpmalıyım ki topak topak olmasın. Sonra kabartma tozunu da ekliyorum unla birlikte elekten geçirerek. Yeni taşınan komşuma yapıyorum. Ağzında daha güzel tat bıraksın diye. Donmuş limonu da rendeliyorum içine.Bahçedeki limon ağacının son limonlarından. Tepsiye döküp fırına veriyorum.
Oturma odasından gelen saat sesini dinliyorum bir süre. Zaman hızla geçiyor. Türlü yaşantılar içerisinde herkes kendi yazgısını yaşıyor. Kimisi beğenmeyip yeni seçenekler sunuyorken kimi kadere boyun eğerek merhabalaşıyor kendisiyle. Tahammül edemiyorum küçüklüğümden beri "tik tak"seslerine. Çocukken uykumu bölen ve korkumu tetikleyen bir hayalet gibi kalmış aklımın bir köşesinde. İlerleyen yaşıma rağmen belli etmesem de korkuyorum hala. Bir an kalkıp saatin pillerini çıkarıyorum. Dedemin ölümünden sonra evinden aldığım tek yadigar bu saat; babasından kalma demişlerdi bana. Geçmişi bu güne buyur ederek "kim bilir kimler bakmış bu saate, kimler kurgulamış hayatını, ne planlar yaparak..." diye düşünüyorum . Çıkardığım pilleri kaldırıp tekrar yerine asıyorum tarihi kokusu içinde.
Kokusu demiştim,değil mi? Buram buram burnuma gelen koku limonlu kekimin piştiği haberini veriyor bana. Doğruca mutfağa yöneliyorum. Özenle dilimleyip servis tabağına koyuyorum başka bir tabakla da üstünü kapatıyorum.
Kapıyı açtığı gibi güler yüzünü esirgemeyerek, "hoş geldiniz" diyen misafirperver yeni komşuma gülümsüyorum" siz de hoş geldiniz derken. Gösterişli bir o kadar da otantik havası olan odasına buyur ediyor beni, İçeri girip odanın en ihtişamlı koltuğuna oturuyorum,komşum da karşıma geçip oturuyor. Hal hatırdan, havadan sudan derken saati fark ediyorum, dedemin saatinden. Gülümseyerek, çok güzelmiş diyorum. Babamın yadigarı diyor tebessüm dolu gözlerindeki yaşları tutamayarak. Bize kalanlar aynı aslında, işlemeleri, desenleri, tik tak sesleri farklı ama hatırlattığı hep aynı; zaman.
Bir süre daha karşılıklı süren sohbetten sonra yalnız, emekliye ayrılan bir öğretmen olduğunu öğreniyorum. Hayatını eğitime adayan bu duygu dolu kadını alkışlıyorum içimden. Sen ne iş yapıyorsun der gibi bakıyor bana biraz ." Ben de öğretmenim, bir üniversitede ."diyorum. " Gülümsüyor ve bir o kadar sevindiğini fark ediyorum. İlerleyen yaşını gösteren yüzündeki çizgilere duyduğum saygıyla birlikte kalkmak için izin istiyorum iade-i ziyarete buyur ederek. Tanıştığıma çok memnun olduğum komşumdan çıkarken hayatıma dahil ettiğim bu güzin insan için seviniyorum.
Yarın yayınlanacak haftalık derginin yazısının hazır olup olmadığını soruyor bana Ferda. "Kısa ama Öz" adlı derginin editörlüğünün hakkını vererek çalışan, yazın insanı. Bir an için unuttuğum yazının yarın teslim günü olması telaşlandırsa da beni, rahatlıyorum sonra. Sabaha daha çok var diyorum ve sıcak sahlebimi de yapıyor balkondaki masama geçiyorum.
Güneş henüz batmak üzere, geride bıraktığı kızıllık kat kat koyulaşan rengiyle siyaha doğru gidiyor. Önce açık hafif bir mavilik, sonra koyu lacivertimsi.Daha sonraysa siyaha bürünmüş, kapkara bir örtü. Belirmeye başlayan birkaç yıldız, ve göz kırpan bir dolunay.
Göz kırpıyorum.
" Sahnede bir oyun. Oyuncular son tiradlarını ezberliyorlar. Birkaç dakika sonra oyun başlayacak. Tek bir kelime unuturlarsa yevmiyelerinden kesileceğini söylüyor yazar. Görkemli, iyi niyet dolu kostümler içinde zoraki gülümsüyorlar. Verilen zaman içinde rollerini sergilemezlerse kovulacaklarını söylüyor yazar, endişeleniyorlar. Doğaçlama sözler yasak, verilen süre dışına çıkmak yok yönergede. Ezbere aldıklarımız sadece sözcükler değil;Mimikler, jestler...
Sahnede bir oyun. Oyuncuların elinde kendi hayat hikayeleri. Bütün sözcükler kendilerinin, kostümün rengi de serbest, sahnenin dekoru da. Üstelik yevmiyelerinden keseceğini söyleyen bir yazar da yok. Cümleler doğaçlama, kurgu serbest. Ezber yok, endişe yok. Seçenekler oyuncuların elinde. Seçenek çok; hüzün, sevinç, acı, sitem, öfke...
İlkinde kurgu yazarın, ikincisinde yaşayanın. İlkinde yazarın sözü tabuları yıkar,ikincisinde yaşayan kendi tabularını kurar. İlkinin adı "esaret", ikincisinin "Hayat".
Çizgileriniz kesinse yolunuz berraktır. Aydınlığınız sizseniz, karanlığınızı tahmin edebilirsiniz. Gökyüzüne kendi gözlerinizle bakarsanız, güneş batarken kızıllığını da tanırsınız, karanlığını da.Sahip olduklarınıza tebessüm ederseniz, sahip olamadıklarınız da sizindir. "
Son noktayı koyduğum gibi Ferda’ya gönderiyorum. Bir süre sonra gelen iletileri okurken bir yenisini fark ediyorum. Ferda yazmış;
Kısa yazıyorsun ama içinde öz var, içinde sen varsın. Tebrikler arkadaşım." Gülümsüyorum eski bir öğretmenimin kurduğu cümle geliyor aklıma.
"Kısa yazıyorsun kızım, anlaşılmıyorsun, anlayamıyorum seni, aç hele şu konuyu. Aç biraz, örnek ver, daha açık yazmayı dene."
O gün bu gündür ben de ayırt edemiyorum yazma sebebimi. Bu zamana kadar hangi yazar anlaşılmak için yazmış ki. Anlatmak istediğini açık açık yazsaydı yazan okur ne için çabalayacaktı. Anlamaya çalışmak okurun işi değil miydi?
Uzun süredir posta kutusuna bakmadığımı fark ediyorum. Hemen üzerime annemin el işlemeli hırkasını aldığım gibi apartmanın zemin katındaki posta kutusuna yöneliyorum. Kilidini açar açmaz içindeki mektupları alıyorum. Heyecanlı gözlerle, kıpır kıpır olan kalbimi durdurmak nafile!
Bana kızıyorlar, teknoloji gelişmiş, türlü icatlarla iletişim hat safhada kolaylaşmış, peynir gemisi lafla yürür olmuş da ben hala bilmem hangi çağın hafta sonunda kalmışım. Kızmıyorum bunu söyleyen arkadaşa, eşe dosta. Ama aldırmıyorum çokça da.
Bütün zarfları masamın üstüne yığıyorum. Zaman geçirmeden başlarına geçiyorum.İlk üçünün gönderen kısmını okur okumaz kenara koyuyorum. Bilmem hangi bankanın ekstresi, hangi kurumun davetiyesi. Biraz daha karıştırdıktan sonra eski kadim bir dostumun mektubunu alıyorum elime. Mektuplara karşılıksız kalmayacağımı bileceğinden olsa gerek hiç aksatmadı yazmayı. Biliyordu çünkü ne telefondan gönderilen iletiler ne de bilgisayardan yazılan mektuplar gıcıklatmazdı içimi. Bir bir parmaklarını dokundurduğu sözcüklere dokuna dokuna, gözlerinin değdiği cümleleri okudum.
Başka bir zarfa yönelmişim sonra. Birkaçını daha okuduktan sonra elime aldığım diğer bir mektuba baktım bir süre. Açmak ile açmamak arasında olduğum zaman içinde gözlerimin dolması ile kendime gelmem de bir oldu.
İnsanoğlu çok ama çok hassas. En katı olduğunu söyleyen bile.Güçlü kuvvetli, iri yarı olmasına rağmen kalbine yenileni duydunuz mu hiç? Ben duydum. Duygularımıza hükmettiğimiz gün insan olmanın gereğini de öğreniyoruz. Ama hükmetmek neme? Ağlamak istediğinde ağlamalı, gülmek istediğinde kahkahalarla gülebilmeli insan.
Sessizce ağlıyorum bir süre.
Sonra cevapsız bırakacağım mektuplar arasında koyuyorum onu da. Her şeye rağmen bu güne eriştiren o yüce güce yöneldiğim geceler var. Bu gece de onlardan biri galiba. Ordumu dağıtmış, tankıyla tüfeğiyle ülkemi yerle bir etmiş nihayetinde harabeyi bırakıp gitmiş küle dönmüş eski bir sevgiliydi gönderen. Küllerinden doğan bir romanı bıraktım geriye günler önce. Satış rekorları kırmış, okurlar hayranlıklarını yazmış zorluklara göğüs gerebilmiş bir kadın için.
Sabrın sonu selameti getirmiş. Yıkık virane kendini yenilemiş. Her şeyden elini eteğini çekmek üzereyken insanoğlu hayatın kısacık bir senaryodan ibaret olduğunu öğrenmiş. Oyununa devam etmiş böylece.
Okuldan aradılar sabah.Üniversiteden aldığım iznin son günü yarın.Öğrencilerim sabırla yazdıkları oyunları sergilemeyi bekliyorlar. Ben ise yazdıkları oyunları izlemeyi. Öncelikle günlerdir bakmadığım evimi temizliyorum. Sonra Leyla teyzeyi ziyaret ediyorum. Kızı gelecekmiş hafta sonu ; çok mutlu.Mutluluğuyla daha da mutlu oluyorum. Her şey geçiyor da bahçede yetişen limonların kokusunu alamamak dokunuyor bana. Şimdi bir yol geçiyor onun yerine .Yemin ediyorum, geçmiyorum o güzergahtan bir kere bile. Şaban dededen kalan mimozayı suluyorum. Alt komşumu da ağırlıyorum yaptığı tarçınlı kek kokusuyla.
Gelip geçen uçaklara hala bakıyorum, el sallıyorum. Rengarenk uçurtmasını uçuran sarışın bir çocuk yakalıyorum ,sıkıca öpüyorum iki yanağından da. Eski kadim dostumun mektubuna cevap yazıyorum. Asla cevaplamayacağım mektupları yakıyorum. Dedemin yadigarı saatin pillerini takıyorum. Ferda haftalık çıkan dergiyi gönderiyor bana. İlk sayfaya koyduğu kısa ve öz yazıma bakıyorum. Gülümsüyorum, kaldırıyorum tozlardan arındırdığım kitaplığıma.
İçime çekiyorum tertemiz ,aydınlık bir havayı. Bahardan kalmış bir gün yine.Üzerime aldığım montun ceplerine sıkıştırıyorum ellerimi. Okula gideceğim en yakın durağa yöneliyorum .Kapıya dayanan kış geceleri var.Soba yakacağım bu kış,üşümenin de tadını alarak.
Sonra mı?
"Şükürler olsun, sonrasını düşündürene!"
Nuray KAÇAN-2014
YORUMLAR
Geçen hafta uzun zamandır gitmek isteyipte üstelik bu kadar da yakınımızdaki Mevlana hazretlerinin güzel kentine yağmur altında keyifli bir yolculuk yaptık.Yanımızda rehberimiz de vardı.Genç bir çocuk.Üniverste öğrencisi.Yemek esnasında aklıma gelen o soruyu sordum.Yaşınız henüz çok genç ama bu yaşına kadar yaşadım diyebiliyor musun, hayatından memnun musun ? Çocuk düşündü ve evet yaşadım çok şükür memnunum cevabını verdi.Bende çevremdeki bir çok insan hatta bazen kendimize içine katabileceğim memnuniyetsiz, hayatını yaşanmamış sayanlar takımını düşünerek bu cevabı verebilmek çok güzel dedim.Yaşamak güzel aslında kimsenin ölmek için can atmadığını düşünürsek en azından yaşadığmıız zamanı güzelleştirmek ya da güzelliklerini fark ederek yaşamak güzel olsa gerek.Baüzen unutsakta bunları çoğu zaman hatırlamak ve özümsemek bir yağmur kokusunda aldığımız huzuru hayatın her güzelliğinde yakalamak dileğiyle.Huzurlu, nefes aldıran bir yazı okudum.Teşekkürler.
Sihirli Kalem
Sevgi ve gönül dolusu teşekkürlerimle...
Ellerine sağlık en çok da yüreğine.Boyle sizi okuyunca hayatı,insanları daha farklı ve daha yeni keşfediyorum sanki.çok güçlü bir kalemin ve büyük bir yüreğinin olduğuna şüphem yok.Yazmaya devam bense okumaya.Sihrin hiç kaybolmasın.öğreneceğimiz çok şey var senden.sevgiyle.
Sihirli Kalem
sevgilerimle...
Gerçekten çok güzel bir yazı.
Kaleme yakışmış sihir kelimesi.
Hayranlıkla, ilgi ile, zevkle okudum.
Günlük yaşantının, bu kadar anlamlı ve akıcı dile getirilmesi;
okuyucuyu sıkmadan,
hoş bir heyecan esintisinin gölgesinde yazıya bağlı kalmasının sağlanması
gerçekten çok ilgimi çekti.
İşte budur diye düşündüm. Varmaya çalıştığımız hedef budur.
Bu yazıyı okurken hissettiklerimi,
kendi okuyucularımın hissetmesini başardığım gün,
arzuladığım bazı hedeflere ulaşmış olacağım.
İşte o zaman,
gerçek bir roman yazma gücünü kendimde hissedeceğim.
Yiyeceğimiz çok fırın ekmek, sihirli kalemlerden alacak çok derslerimiz var daha.
Sihirli Kalem
Çok teşekkürler bu güzel cümleleriniz için.
Güzel bir yazı.
Yazar mutlaka çok iyi bir gözlemci olmalıdır diye düşünenlerdenim ben. Bazen bir ses, bir koku, bir saatin tiktakları, bir komşu ile yapılan muhabbet....Bazen bir arabanın patlayan lastiği, bir cankurtaranın sireni..Bazen hepsi birden, bazen sadece bir tanesi yazara sayfalar dolusu yazı yazdırır. Bana bazen sorarlar '' Bu kadar çok konuyu nasıl buluyorsun '' Diye. '' Sadece etrafına bak '' Derim cevap olarak.
Evet yazın çok çok güzel , tek katılmadığım husus: '' . Anlamaya çalışmak okurun işi değil miydi? '' oldu. Okur anlamadığı bir yazıyı sonuna kadar okumaz. Baştan bir iki satır okuduktan sonra eğer anlamzasa sonuna kadar okumak sıkıntısına katlanmaz. O bakımdan öğretmenin haklı diyorum. Uzun ya da kısa farketmez ama anlaşılır olmalı mutlaka. Anlaşılmasını okura bırakırsan ne olur peki?
İşte o zaman fıkradaki gibi olur:
İki lise öğrencisi Yunus Emre'nin '' beni bende demen bende değilim/ Bir ben vardır bende benden içeru '' beyitini yorumlamaya kafa patlatırken ilkokul üçüncü sınıfa giden kardeşleri atılıyor: '' Bunu yorumlamakta ne var. Bunu yazan hamileymiş işte '' Diyor.
Demek ki neymiş: Yazdıklarımız mutlaka anlaşılır olacak. Yoksa sen fenafillah dersin okuyucu '' Aaa hamile misin? '' Diye sorar
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 5/12/2014 5:18:13 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sihirli Kalem
Okuyucumuza açık cümlelerle ya da kendi yorumuna hayal gücüne bırakmak amaç anlaşılmak istenmememiz bu yüzden sanırım.
Saygılarımla...
Sonra mı?
"Şükürler olsun, sonrasını düşündürene!"
İşte her şeyin ve hayatın tek özeti.
Çok içtendi yazdıklarınız. Okurken ne çok şey buluyor insan kendine ve yaşadıklarına dair ve hatta fark edemediklerine ilişkin.
Hayatın ta kendisi idi yansıttığınız her cümle: Sizden, bizden, benden bir parça ve sayısız parça.
Çok severek okuduğum bir kalemsiniz. Natürel bir aktarım ve basit gibi gözüken ama detayların ayrıntılarda gizlendiği sıcacık satırlar.
Yüreğimle kutlarım.
Sevgiyle kalın ve hep mutlu kalın...
Sihirli Kalem
Öncelikle zaman ayırdığınız için her zamanki teşekkürüm, sonra da saygım tabi ki. Çok ama çok teşekkürler yüreğinize,kalbinize eşlik ettiğiniz bütün duygularınıza sıcacık sözlerimle dokunarak.
Sevgiyle ve hep umut dolu kalalım, olur mu ...