- 1234 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Mülteci
Firas düşünceliydi.
Öğretmen "Sunum sırası kimde?" diye sordu. Çocuklar hep bir ağızdan "Firas’ta..." diye bağırdı. Firas konuşmaları duymuyormuşçasına tepkisizdi. Öğretmenin sesiyle irkildi:
-Firas, tahtaya!
Firas, sırasının altından katlı bir kumaş parçası çıkardı. " Ben akıllı tahtayı kullanmayacağım öğretmenim .Benim görsel sunumum bu..."diyerek elindeki kumaş parçasını göstermişti. Çocuklar meraklanmış ,yerlerinden kalkmış ,Firas’ın başına üşüşmüşlerdi. Öğretmen çocuklardan yerlerine geçmelerini istedi.
Firas Suriyeli mültecilerdendi . Dört yıl önce Suriye’nin Lazkiye şehrine sınırı olan Yayladağı Mülteci Çadırı’ na annesi ve kardeşleriyle birlikte yerleşmişlerdi.
Babası ve iki ağabeysi onları sınır kapısına kadar getirmiş; alelacele öpüp koklamış; gözleri dolu dolu birbirlerinden ayrılmışlardı. Babası ve ağabeyleri cepheye dönmüşlerdi. Ve aradan bunca yıl geçmesine rağmen ne babasından ne de ağabeylerinden bir haber alabilmişlerdi. Fakat Firas hiçbir zaman ümidini yitirmemişti . Mutlaka bir gün babasına kavuşacaktı. Bir sabah uyanacak ve babasını karşısında bulacaktı. Ülkesinde savaş devam ediyor olsa da...
Annesi Hayda Hanım, Suriye ’nin birden bire çökmüş , mutsuz kadınlarına nazaran, daima başı dik ,sarp bir kayaya benziyordu.Yaşanmışlıkları ,bir tek, gözlerinden okunuyordu. O gözler ki; her dem puslu gecelerde uluyan kurtlar gibi çakmak çakmak yanıyordu.
Mülteci kampında, devletin sağladığı tüm olanaklara rağmen, hayat zordu. Özellikle ortak kullanım alanlarının kullanılmasında sık sık kavgalar çıkardı. Tuvalet ve banyo konteynırların herkese açık olması annesini çok rahatsız ediyordu.Daima konteynırların önünde yılankavi sıralar oluyor; insanlar sabırsızlanıyordu. Yetişkinlerin çoğu kadındı. Çocuklar kadınlardan daha fazlaydı. Annelerin yüzü hemen hemen hiç gülmez, gülümseyen birini görünce de insanlar yadırgayarak bakarlardı. En çok çocuklar mutluydu. Her şeye rağmen oyun oynar; diz dize sıralanmış çadırların altını üstüne getirir; çoğunlukla azar işitirlerdi.
Annesi Hayda Hanım , her ne kadar şimdi de kenar mahallelerin birinde bir lokantada bulaşıkçılık yapsa da ; mülteci kampında ,küçücük bir dükkanda ,aşçılık yapıyordu. Suriye ’nin geleneksel yemeği olan felafiliyi onun elinden yemek isteyen çok müşteri vardı. Müşteriler, ne kadar memnun olsa da Hayda Hanım’ın İdlibli patronunu memnun etmek mümkün değildi. Daima bir kusur bulur, ileri geri konuşurdu. Kaba saba pinti bir adamdı. Hayda Hanım ’a çoğu zaman parasını ödemezdi.
Artık Hayda Hanım’ın canına tak etmişti. Ansızın bir gece " Çocuklar eşyalarınızı toplayın! Yarın çadırı boşaltıyoruz" demişti. Annelerinin otoriter sesi karşısında çocuklar sinmiş "Nereye...?" diye soramamış , sessizce eşyalarını toplamaya koyulmuşlardı.
Ertesi gün uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğundan sonra kendilerini" İstanbul "denilen insan kaynayan bir şehirde bulmuşlardı."Küçükpazar" denilen bir semtte, tek gözlü bir eve yerleşmişlerdi.
Firas, zeki bir çocuktu. Mülteci kampında verilen bir çok dersin yanında, Türkçe dil derslerini hiç kaçırmamış, severek öğrenmeye çalışmıştı. Dört yılın sonunda kendini ifade edecek kıvama gelmişti.
Firas ,efendiliği ve çalışkanlığıyla kısa sürede okulda kabul görmüş arkadaşlarıyla her zaman iyi geçinmişti.
Öğretmeni "Çocuklar, ülkelerin özgürlüklerini simgeleyen bayrakların çeşitli anlamları vardır. Siz de sınır komşularımızın bayraklarının anlamlarını araştırın. Bizim bayrağımızla olan benzer ve farklı yönlerini görsel bir sunu hazırlayarak aktarın" diye bir performans ödevi vermişti.
Firas bir iki yutkundu. Çekingen bir hali vardı. Alnında ter topakları birikmiş; simsiyah gözleriyle elinde tuttuğu kumaş parçasına bakıyordu. Başını yavaşça kaldırdı. Çenesi yukarıda, çok uzaklara sesleniyormuş gibi bir şiir okumaya başladı:
Aktır eylemlerimiz
Karadır savaşlarımız
Yeşildir otlaklarımız
Al kandır kılıçlarımız
"İşte... " dedi Firas " Bizim bayrağımız anlamını bu şiirden alır." Elindeki renkli kumaş parçasını açtı. Gür bir sesle:
"Bu da bizim bayrağımız...Tarih boyunca çok şekil değiştirdi. Nihayet en son hali elimde gördüğünüz...Bizim bayrağımızda -sizde şehitlerin kanını göstermesine rağmen- kırmızı renk düşman kanına bulaşmış kılıçları gösterir.
Beyaz renk; sizde ay ve yıldızı gösterirken bizde de yaptığımız güzel eylemlerimizi simgeler.
Yeşil renk ;gelişmeyi ,bereketi, halkımızı ...
Siyah renk ise savaş meydanlarını sembolize eder."
Gözleri dolmuştu. Öğretmenine doğru döndü .Kararlı bir ses tonuyla:
"Biliyor musunuz öğretmenim ,ben büyüğünce dünya lideri olacağım. Savaşa ve kavgaya izin vermeyeceğim. Tüm insanlar birlikte kardeşçe yaşayacak. Anneler hiç ağlamayacak. Babalar hep çocukları ile birlikte olacak."
"Keşke...!" dedi öğretmeni.
"Keşke..."
Gönül Gençyılmaz
YORUMLAR
Savaşlar, bazılarının ekmeğine yağ sürerken bazılarını da yurtlarından, ana babalarından ediyor işte böyle. Sonra yurdundan olmuş insanlar sefil bir mülteci olarak yaşamaya mahkum oluyor.
Kalem mükemmel yazmış ve ben çok duygulandım.
Tebrik ederim, sevgiler
gönül gençyılmaz
Gürcistan çalıştığım yıllarda,
fabrikamızın yanı başında, boş bir bina vardı.
O binaya,
Abhazya'dan kaçan mülteciler yerleşmişti.
Her aileye bir tek oda düşüyordu, mutfak, banyo ve tuvalet ortaktı.
Gerçekten sefil bir hayat yaşamaktaydılar.
Şimdi Azerbaycan'dayım.
Burada da, Karabağ'dan kaçan Azeriler yaşamakta.
Çok eskidiği için boşaltılan evlere yerleşmişler.
Rezalet bir manzara var yaşadıkları yerlerde.
Ama,
devlet onlara belli bir maaş ödüyormuş.
Gürcülerden daha iyi demek ki durumları.
Azeri dilindeki isimleri ''kaçkın''
Kaçkınları çok sevmiyor yerli halk.
Tembel buluyorlar.
Yazıyı ilgi ile okudum.
Yerini, yurdunu terk etmek zorunda kalan çok insan tanıdığım,
çektikleri çileleri yakinen bildiğim içindi herhalde bu yakın alakam.
Duygulanmadım desem yalan olur.
Yazarı da, gerçekten çok güzel kaleme almış.
Sunumu güzeldi.
Cümleleri, her bir şeyi.
Konu da anlamlı seçilmiş.
Bizdeki garibanlar dururken,
Suriyelilerle ne ilgimiz var fikrini savunan çok insan mevcut bu güzel defter sayfasında.
İnşallah onların tepkisini çekmez.
Siyasi değil de, insancıl pencereden yaklaşırlar olaya.