- 503 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Asrı Aşan Şikayet
Giriş:
Mevlana gerçek manada tam bir Peygamber ve Kur’an aşığıdır. Mevlana’dan önce de birçok mütefekkir O’nun(sas) nur cazibesine kapılmış ve bu aşkla kendinden geçmiştir. O, Hz. Muhammed’in (s.a.s) aşkıyla pişmiş O’nun aşkını gönüllere duyurabilmek için yaşamış ve bu uğurda elinden gelen her şeyi yapmıştır. Divan-ı Kebir’deki binlerce gazeli arasında yeri gelince Peygamber Efendimizin sevgisini, saygısını açığa vurduğu beyitler mevcuttur. Mevlâna’nın da diğer divan şairleri gibi yalnız Peygamberimize karşı duyduğu sevgiyi belirten birkaç naatı da vardır. Diğer şairler naatları dışında yazdıkları gazellerde Peygamberimizi hatırlamazlarken Mevlâna bu usulden ayrılmış, başka konular hakkında beyitler söylerken Peygamber Efendimizi sık sık hatırlamıştır.[1] Bunun ise en büyük nedeni Mevlana’nın insanları doğru yola iletecek ve kurtaracak tek ve yegâne yolu Kur’an ve sünnet bilmesidir. Zaten Peygamber Efendimiz de Veda Hutbesinde bize bu iki şeyi miras olarak bırakmamış mıydı? Bu açıdan bakıldığında Mevlana’nın Peygamber öğretisini çok iyi anladığını görmekteyiz. Ama Mevlana sadece anlamakla kalmamış kendinden başkalarına da bu iki mübarek mirası anlatmak ve öğretmek için tüm eserlerini bu iki temel üzerinde inşa etmiştir. Fakat bazı kesimler onu hümanistlikle itham etmiştir. Kendini Peygamberden üstün göstermeye çalıştığını iddia edenler vardır. Mevlana’nın bu gibi söylemlere üzüldüğü barizdir çünkü tek gayesi yukarıda da dile getirdiğimiz gibi O’nun adını duyurmaktır. Bu sebeple Mevlana Mesnevi’sinde gelmiş ve geçmişe seslenerek şöyle der:
“Men bende-i Kur’an’em eger can darem
Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem
Bizarem ez u vez an suhen bizarem”
“Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim, Hz. Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim”
MEVLANA SEVGİ İNSANIYDI
Mevlana tam bir sevgi insanıydı. Eserlerinde hep Kur’an, Peygamber, Sahabe ve insan sevgisini işlemiştir. Aslında o yaratılan her şeye karşı sevgi besliyordu. Çünkü her bir varlığın ardındaki O büyük yaratıcıyı görüyordu. Mevlana’da sevgi, hayatın aslıdır, özüdür; kâinatın yaratılış gayesidir. Kaynaklara göre kutsi hadis olarak bilinen bir rivayette, Hz. Peygamber şöyle anlatılmıştır: “Eğer sen olmasaydın, varlığı yaratmayacaktım.” Yani, varlık âleminin yaratılmasındaki yegâne gaye, Allah’ın Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (sas) duyduğu sevgidir. Mademki varlığın özü sevgidir, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve sevgisi her şeyin üzerinde bir değere sahiptir.[2] Mevlânâ bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilâhî aşktan bahseder. Kısacası Mevlana aşk ve sevgi ile beslenen ve aşk ve sevgi dağıtan bir kişiliktir.
Mevlana’da Allah ve Kur’an Sevgisi
Mevlana’yı bilmek için onun menbaı olan Kur’an-ı Kerim’i iyi bilmek ve tahlil etmek gerekir. Kaldı ki Mevlana da birçok değerli Müslüman düşünür gibi ömrünü Kuran’ın ruhundan üflenen bir nefes olmaya adamış bir zattır.
Mevlana’ya göre tek kurtuluş yolu; Allah yolu, Peygamber yolu ve Kur’an yoludur.[3] Mevlânâ’yı düşüncesine ve inancına şekil veren İslâm’ın iki ana kaynağından yani Kur’an ve sünnetten soyutlayarak anlamak ya da anlatmak mümkün değildir. Mevlana, daha çocukluğundan başlayan eğitimin ardından, o zamana kadar ki tüm İslâmî, insanî ve edebî bilimleri öğrenmiş ve bunları hakkıyla kavramıştır. Mevlana’nın ortaya çıkışının altyapısını hazırlayan bu eserler, özleri itibarıyla çeşitli Kur’an ayetlerini ve peygamberin sözlerini esas alarak İslâm inancını açıklayan, tefsir eden kitaplardır. Zaten altmışaltı bin beyte varan şiirlerinde ve mensur eserlerinde görülen derin bilgi birikimi ve yoğunluk, onun ne denli olağanüstü bir dehaya sahip olduğunu açıkça gösterir.[4] Mevlana’nın eserlerinde Allah’a ve Kur’an’a kul olma noktasına nasıl bir nazarla yaklaştığını bir örnek vererek aydınlatmakta fayda görüyorum:
“Tanrı’nın bazı kulları vardır ki Hakk’a Kur’an vasıtasıyla ulaşırlar. Bazı daha has olan kulları da vardır ki onlar Tanrı’dan gelir ve Kur’an’ı burada bulup Tanrı’nın göndermiş olduğunu bilirler.”[5]
Kur’an, öyle bir kitaptır ki onun içinde her seviyede, her anlayışta insanı doyuracak kadar bilgi vardır. Ne aradığını bilen orada her şeyi bulabilir. Kur’an’ın hem zahirî hem de bâtını, yani her görüneninin ardında bir görünmeyeni, her bilineninin ardında bir bilinmeyeni vardır. Kur’an sıradan seçkin herkese yetecek büyüklükte ve genişlikte bir sofradır, fakat herkes o sofradan ancak kendi kabiliyeti ölçüsünde, kendi yiyebileceği kadar rızıklanabilir.
İman ile ibadeti aşk içinde birleştiren Mevlana, onlarla insanın Mutlak Zât’a ulaşacağına inanır. Ona göre insan, görünüşte, küçük bir âlemdir. Ancak hakikatte büyük âlem odur.[6] Bu da Mevlana’nın Yüce Yaratıcıya olan sevgi ve muhabbetinden kaynaklanmaktadır. Belki de Mevlana gibi büyük kutuplar bu mülahazaları bir an olsun akıllarından çıkarmamaktalardı. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri bu çizgisini Mesnevi’de de sürdürmüştür.
Hakikatler kitabı olan Mesnevi’nin 1. cildinin önsözünde Hazreti Mevlana şöyle demiştir: "Mesnevî, hakikate ulaşmak ve Allah’ın sırlarına agâh olmak isteyenler için bir yoldur. Temizlenmiş kişiler için gönüllere şifadır. Kur’an’ı açıkça anlamaya yardım eder. Huyları güzelleştirir."
Görüldüğü gibi Hazret bu cümleleriyle Kur’an’a nasıl bağlanılması gerektiğine ve herkesin kendi seviyesinde bir şeyler alabileceğine öyle bir değiniyor ki onun Kur’an’a ve Allah’a olan sevgisi hemen göze çarpıyor. Esasen bu gibi daha nice beyitlerini okuduğumuzda Mevlana’nın amacı ve misyonunun Kur’an’a delicesine sadık bir hizmet olduğunu açıkça görüyoruz. O öğütler vermiş ve verdiği öğütleri hayata geçirerek sadece zamanına değil tüm zamanlara seslenen bir şahsiyet halini almıştır.
Mevlana’da Peygamber ve Sahabe Sevgisi
Mevlana, Hz. Muhammed (sav)’i sevmeyi ve onun yolundan gitmeyi gerekli görür. Kendisi de, Hz. Muhammed (sav)’e candan bağlı biridir. Bunu düşünce ve yaşayışıyla ortaya koymuştur. Onun ana dayanağı Kur’an ve Hz. Peygamber’in hayatı, ana hedefi ise, Rubâiler’inde ve diğer eserlerinde açıkça söylediği gibi, bu iki kaynağa uygun bir hayat sürmektir. Onun ana kaynağı veya temel dayanakları olan Kur’an’ı ve Hz. Muhammed (sav)’i tanımadan Mevlana’yı gerçek anlamda tanımak mümkün görünmemektedir.
Mevlana İslam tarihinde yeri doldurulamayacak bir hayat bırakmıştır. Bu hayata damgasını vuran ise hiç şüphesiz Peygamber’e (sas) olan sevgi ve hürmetidir. Hasret çekmeye alışmış olan Mevlana’nın Hz. Peygambere duyduğu özlemin, Şems-i Tebrizî’ye ve
diğer sevdiklerine karşı duyduğu özlemden çok daha fazla olduğu bilinmektedir.[7] Fakat Muhammed Mustafa (sav)’nın yolundan gitmek ve onun gibi yüceliklere ermek için aşk gereklidir. Mevlana, sadece dilde veya şekilde kalarak Hz. Muhammed (sav)’i sevmenin kanıtlanamayacağını, bunun yanı sıra, onun yolunu takip etmenin önemli olduğunu ısrarla belirtir. Peygamber’e (sas) yazdığı naatların yanı sıra birçok eserinde O’nun (sas) hayatından kesimler paylaşmış ve bizleri aydınlatmıştır.[8] Meseleye bu zaviyeden bakıldığında Hazret’ in yazmış olduğu Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fihi Mafih ve Rubailer[9] gibi eserlerinde Peygamber sevgisi çok net gözler önüne serilmektedir. Onun yaşam felsefesi halini alan Peygamber sünneti tüm eserlerinde ay ışığı gibi parlamaktadır. O Peygamberle hemdem olmuş ve O’nun ilahi mesajıyla hayat bulmuş, hayat dağıtmıştır. Adeta bir ayna misali onu yansıtmıştır. Mevlana’da Kur’an ve peygamber sevgisi engin ve derindir. Mevlana’yı İslâm’dan, Peygamber Efendimiz’ den (sas) ayrı düşünmek ve koparmak mümkün değildir. Onun düşüncesindeki ‘insanlık’ tasavvuf geleneğinden beslenir.[10] Mevlana’nın düşünce dünyası incelendiği zaman odak noktasının Peygamber ve insan olduğu görülür. Mevlana eserlerinde insanlığa, mükemmel insan, güzel ahlak sahibi, dürüst, çalışkan, alçak gönüllü, hoşgörülü; kısaca örnek insan olmanın yollarını anlatırken hep Efendimizi (sas) örnek olarak ele almıştır. Mevlana, Hz. Muhammed (sas)’den aldığı değerler çerçevesinde insanlara sevgi yolunu göstermeye çalışmış. Neredeyse her hikâyesinde bir hadis-i şerife gönderme yapmış ve onu şahit göstermiştir. Mevlana, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ve Sahabelere olan sevgisini ifade etmeyi bizzat O’nun (sas) bir tavsiyesi olarak kabul etmiştir. O, hem hal diliyle hem de yazdığı eserlerle Hz. Muhammed’e (s.a.s.) daima hürmet ve sevgi beslediğini ifade etmiştir. Nitekim yukarıda da belirttiğimiz rubaisinde hem Kur’an’a hem de Hz. Peygamber’e bağlılığını dile getirmiştir. O, hayatıyla ve eserlerinde ortaya koyduğu fikirleriyle Efendimiz’i ve O’nun soyundan gelenleri kendine rehber edinmiştir. Aslında onun Sahabe muhabbeti ve sevgisi de Efendimiz (s.a.s.)’e duyduğu sevginin tabii bir sonucudur. O, zaman zaman ashabtan örnekler vermektedir. Bu örneklerinde Mevlana’nın çok samimi bir dil kullandığı, onları saygı ve muhabbetle andığı görülür. Sahabe ’nin ahlaki vasıflarına dikkat çeken Mevlana, insanlara bunu örnek göstermekte ve "Ahlakını Hz. Peygamberin ahlakına benzeten kimselerin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi öleceklerini" söylemektedir.[11] İşte böyledir Hazretin Resullah’a ve sahabelerine olan muhabbet ve hürmeti. Mevlana’ nın Peygamber Efendimizi hangi buudda gördüğünü tekrar hatırlatmak açısından Mesnevi’ye bir başvuralım:
“Hz. Muhammed’in sureti bir duvarın yüzüne vursa, duvarın gönlünden gönül kanı damlar. O’nun mübarek sureti duvara öyle kutlu gelir ki, duvar bile hemen ikiyüzlülükten kurtulur. Temiz ve pak kişilerin bir yüzlü oluşlarına karşı, duvarın ikiyüzlü oluşu onun için ayıptır.”
(Zırar Mescidini yapıp O’nu davet edenlerin ağzından): "Sen aysın biz de gece, bir an olsun bizimle hemdem ol da/ gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan güneş". (2835-)
Daha niceleri vardır Mesnevi’de ama biz şimdilik meselenin özünü teşkil eden bu örneklerle yetinmek durumundayız.
Mevlana’nın Kur’an ve Peygamber Anlayışı
Hz. Muhammed’i (sas) gerçek manada anlamak gerçekten büyük bir çaba ve fedakârlık gerektirmektedir. Bunu Mevlana’nın eserlerinde görüyoruz. Mevlana ise bu fedakarlığı hiç tereddüt etmeden gösteren bir zat olarak çıkıyor karşımıza. Daha çocuk yaşta başlayan uzun bir eğitimin ardından, kendi zamanında geçerli olan bütün İslâmî, insanî ve edebî bilimleri öğrenmiş ve uygulamıştır. Mevlana, Kur’an ve sünnet konusundaki derin ve engin bilgisinin temellerini “Sultanu’l-Ulema” lakabıyla tanınan babası Bahâeddin Veled’den almış, daha sonraları babasının vefat etmesi sebebiyle başka ilim büyüklerine yönelmiş ve onlardan dersler almıştır. En büyük hocası olarak ise karşımıza Şems-i Tebrizi çıkmıştır. Yaşamının bu zamanı kadar böyle zorlu ve fedakarane bir yaşam sürdükten sonra öğrendiği ilimler ve ulaştığı manevi boyut onu Mesnevi gibi, Divan-ı Kebir gibi büyük çapta kitapları yazmaya sevk etmiştir. Zannediyoruz ki yaşadığı dönem itibariyle Anadolu’daki Moğol baskısı, Avrupa tarafından gerçekleştirilen Haçlı seferleri, Selçukluların dağılıyor olması Anadolu’yu hem dini hem sosyal bakımdan tam bir kaos ortamına çevirmişti. Buna binaen de Mevlana çağına seslenirken o zamana en uygun düşecek olan Mesnevi’yi tercih etmişti Nitekim son asrın müceddidi olarak kabul görülen Said Nursi de şöyle demiştir: “Ben Mevlana zamanında gelseydim Mesnevi’yi O da benim zamanımda gelse Risale-i Nuru yazardı.” [12] Bu beyandan da anlaşılacağı üzere Mevlana çağına en iyi seslenebileceği Mesnevi’yi seçmiştir. Mevlana’nın bunları yapmasındaki tek amaç ise dini iletiyi tüm insanlığa ulaştırmak ve bir hoşgörü dünyası kurmaktır. Tabii olarak bu hoşgörü dünyasının kalbini oluşturacak olan yegane istinad noktası olarak Peygamber ve Kur’an’ı seçmiştir. Efendimizin Veda Hutbesinde buyurduğu gibi onlara sımsıkıya sarılmış ve başkalarının da bu engin ummandan faydalanmaları için
ızdırap çekmiştir. O’na göre Hz. Muhammed (sav) en son, en kâmil ve en üstün peygamberdir. Vahiy yoluyla alıp tebliğ ettiği Kur’an Allah’ın kitabıdır, değişmemiştir, değişmeyecektir, hakikat inkârının karşısında Mûsâ’nın (a.s) asası gibi işleyecek, sahte iddia ve görüntüleri silip süpürecektir. [13] İşte bunun tüm insanlığa duyurulması lazım gelir fakat bunu duyurabilecek kabiliyet ve iman ise yalnızca Mevlana Hazretlerinde kendisini göstermiştir. Yine de onun bu ilahi mesajını yanlış anlayıp yanlış yorumlayanlarda olmuştur. Onu Peygamber’den üstün göstermek suretiyle insanlardan uzaklaştırmaya çalışanlar olmuştur. Ve bunların gelecekte de olacağını bilen Hazret onlara fırsat vermemek ve insanları yanlış yola sapmaktan alı koymak içinse başta belirttiğimiz gibi: "Men bende-i Kur’ânem" Ben Kur’an’ın kuluyum, kölesiyim. “Men hak-i reh-i Muhammed-î Muhtârem” Ben Hz. Muhammed’in ayağının bastığı toprağım, buyuruyor.
Mevlana ve Hümanizm
Cemil Meriç’in hümanizm üzerine olan tanımlarında tespit ettiği hümanistlerin insanlığın tek yol göstericisi olarak ilmi öngördüğü gerçeği, hedeflenen ilmin kılavuzluğunda, insanı salt insan olarak sevme amacıdır ve Klasik yunan ve roma filozoflarının çalışmaları, toplumsal dinamiklerin merkezine konularak oluşturulan üstinsan düşüncesi olarak güncellenir. Üst insan fikrinin merkezine bireyin mutluluğu ve özgürlüğü yerleştirildiğinden bu bir zaman sonra doğal olarak insanın özellikle metafizik boyutta kendi dışında kalana karşı herhangi bir mesuliyet taşımadığı fikrini beraberinde getirecektir. [14] Bireyin mutluluğunun her şeyin üzerinde olduğu ve ruhun Allah ile olan ilişkisinde tüm bağları koparması gerektiği düşüncesi devamında özellikle sanat ve edebiyatta aşırı diye adlandırılabilecek bir özgürlük algısını da beraberinde getirir. Mevlana’yı tarif etmeye çalıştığımız hümanizm düşüncesinin ve sınırlarını belirlediğimiz bu çerçeve içinde nereye koyabiliriz? Bu konunun kapsamlı olarak araştırılması ve doğru kararlar verilebilmesi için aydınlatılması ve üzerinde iyice düşünülmesi şarttır. Mevlana, bir İslâm âlimi olarak peygamberlerin mirasının gerçek varisi olduğunu, Allah ve insan arasındaki ilişkiyi anlamak için Kur’an ve sünnete başvurmak gerektiğini söylemekte, bu ikisine uymayan noktalarda kendisine yapılacak yakıştırmalar ile alakası olmadığını bizzat kendisi bize bildirmektedir. [15] Mevlana’nın bu alandaki sözlerine ve mülahazalarına dikkatle bakarsak onun insanı üstinsan görmekten ziyade insanı insan olarak bilmeyi ve onu bir insan, bir kul ve bir yaratılmış olarak sevmeyi kendine felsefe olarak gördüğünü anlayacağınızdan hiç şüphe duymuyorum.
Ayrıca hoşgörü ve insan sevgisinin tüm ilahi dinlerin temelini oluşturduğu düşüncesinden yola çıkarak Mevlana’nın hoşgörü ve insan sevgisinin Hümanizmden çok dini öğretiler ile bağdaştırmak daha doğru olur kanaatindeyim. Gerçek iman, insanı hoşgörüye götürür. Hoşgörü, başka inanç ve düşüncelere saygılı olmaktır. Esasen başka inanç ve düşüncelere saygılı olmak, kendi inanışına bağlı olmamak değildir. Hem bütün inanç ve düşünceler karşısında kayıtsız kalmak da değildir. Hoşgörü, insanları kendi konumunda kabul etmektir. [16] Anlaşılacağı üzere Kur’an ve Sünnet perspektifinden bakan birinin zaten başka inanışlara, başka değerlere, olgulara ve başka düşüncelere, hoşgörü, diyalog, ahlak ve saygı çerçevesinde yaklaşması beklenirken Mevlana’dan farklı bir yaklaşım beklemek abes olduğu kadar Hazrete hürmetsizlikte sayılır. Mevlana, hümanist düşünürler gibi her tip insana iman eden yani modern paganist bir kimlik taşımaz.[17] Batı hümanizminde Tanrı’dan uzaklaşma ile özdeşleşen hümanizm ve özgürlük düşüncesi, Mevlana’da Allah’a yaklaştıkça anlam bulur. Mesnevi’den yükselen özlem Allah’a duyulan özlemin tezahürleridir ve Mevlana’nın eserlerinde sıkça karşımıza çıkan Allah’a beslenen özlemle doğan bir kamil insan tanımı vardır. İnsan merkezli anlayış Mevlana’da, insanın Allah’a duyduğu iman ve aşkla değer kazanır. Kamil insanın manası da zaten budur. İşte bu nedenle hümanist düşünürlerin üstinsan tanımı ile Mevlana’nın kamil insan tanımının mukayesesi bile bizlere Mevlana’nın hümanist bir düşünür olarak lanse edilmesinin safsatadan ibaret olduğunu gösterir. Zaten hümanist düşünürler zahire Mevlana ise batına yönelmişken ortada mukayese kabul edecek bir durum da yoktur. Örnek teşkil etmesi bakımından Hazretin şu beytine yer verelim: “Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.” [18] Ömrünün tamamını ilme adamış olan bir kimsenin ilim hakkında olan tanımı çok net ve tartışmaya mahal bırakmayacak bir kararlılıktadır. Bir anlamda ruhu teskin etmek için yüceleştirilen ve biricik yol gösterici mertebesine yükseltilen ilim Mevlana’da ancak Kur’an ve Peygamber sevgisi ile bütünleştirilirse anlam kazanır. Hem de kendisinin ilim hakkında yaptığı “eğer tenine kullanırsan yılan olur, gönlüne kullanırsan sana yar olur” benzetmesi, hümanist düşünceye zıt düştüğü gibi, onlarca kabul edilebilecek bir yaklaşım da değildir.
SONUÇ
Mevlana’yı yaşadığı dönemde de olduğu gibi daha sonra ki dönemlerde de anlayamayanlar olmuş ve taşıdığı misyonu kavrayamayıp onu bilerek ya da bilmeyerek hümanizmle itham etmişlerdir. Fakat Mevlana’nın makalemizin de temasını oluşturan şu sözleri: "Ben yaşadıkça Kuran-ı Kerim’in kulu kölesiyim, Hz Muhammed’in ayağının tozuyum. Biri benden bundan başka bir söz naklederse, o sözden de söyleyenden de şikâyetçiyim.” hem kendi zamanı hem de daha sonra ki devirler de ona bu ithamlarda bulunanlara bir cevap mahiyetindedir. Mevlana’nın öğretisi, söylenildiği ya da iddia edildiği gibi, İslâm dininin yerine getirilmesi zorunlu olan zahirî ve kesin hükümlerini görmezden gelen tamamen insan odaklı hümanist yol değildir. Kur’an ve Sünnet ile bütünleşmiş, Allah’a kulluk ve insana sevgi, hoşgörü potasında erimiş geniş ve kucaklayıcı bir yaklaşımdan ibarettir. Mevlana’nın din, dil, ırk, renk farkı gözetmeden tüm insanlığı hakikate çağıran, Allah’ın sonsuz merhamet pınarlarından kana kana su içmeye davet eden evrensel mesajı ve sevgi dolu yaklaşımı, aslında bizzat Peygamber’in ve Kur’an’ın tüm insanlara öğütlediği bir yaklaşımdır. Evet, Mevlana sevgi insanıdır. İnsanı sever. İnsanı sevdiği kadar diğer varlıkları da sever bunu Mesnevi’sinde ki hikâyelerde görmek mümkündür. Fakat o her şeyden öte Yüce Yaratıcıyı, Kur’an-ı Kerim’i ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Peygamber Efendimizi sevdiğini de yine onun sözlerinde apaçık görüyor ve o koca kametin bizden şikâyetçi olmaması için bundan başka bir söz ne ilave ediyor ne de eksiltiyoruz.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
DİPNOTLAR
[1]- Mesnevi Mütercim ve Şarihi Şefik Can Hoca ile Mevlana ve Mesnevi Üzerine...
[2]- Yeniterzi, 48.
[3]- Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe
[4]- Mevlana Ve Kur’an, Derya Örs
[5]- Fîhi Mâfîh, s.178.
[6]- Topçu, 151
[7]- Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu
[8]- bkz. Mesnevi I, 324. ; II, 164. ; III, 370 ; IV, 304. ; V, 56. ; V, 109. ; VI, 7. ; VI, 62. ; VI, 225 ; VI, 260 ; VI, 87. … Divan-i Kebir II/655. Rubai
[9]- Divan-ı Kebirin arasına serpiştirilmiş olan Rubailerin toplanmasıyla oluşmuştur.
[10]- Burak BAHAR / Aralık 2007 , Sızıntı
[11]- Dîvânı Kebirden Seçmeler, II, 972, by. 466.
[12]- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat
[13]- Prof. Dr. Hayrettin Karaman
[14]- Peren Birsaygılı Mut
[15]- Kulliyyât-i Dîvân-i Şems, nşr. Bedîuzzamân-i Furûzânfer, Neşr-i Rebî", Tahran 1374/1995, Rubai:1331, s. 1387.
[16]- Mevlânâ’da İnsan Sevgisi, Burak Bahar, Sızıntı, Aralık 2007
[17]-The Philosophy of Humanism, Eighth Edition, 1997(posthumous)
[18]- Mesnevî VI, 811
KAYNAKLAR
-Mevlana’nın Hz. Muhammed (Sav)’E Sevgisi Ve Bağlılığı, Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu
- Mevlana Ve Kur’an, Yağmur Dergisi, Derya Örs
-Hazret-i Mevlana İle Bediüzzaman Hazretlerinin Peygamber Sevgisi, Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe
- Hz. Mevlana’ da Peygamber Sevgisi, Prof. Dr. Emk. Alb. Şefik CAN
- Mesnevi’de Hz. Muhammed (sav), Prof Dr. Hayrettin Karaman
- Mevlânâ’da Ehl-i Beyt Sevgisi, Doç. Dr. H. İbrahim Bulut
- Mevlânâ’da İnsan Sevgisi, Burak Bahar, Sızıntı, Aralık 2007
- IX. Millî Mevlâna Kongresi, Tebliğler, S. Ü. Selçuklu Araştırmaları Merkezi Yay., Konya, 1997, s. 51-62
- Mesnevi Mütercim ve Şarihi Şefik Can Hoca ile Mevlana ve Mesnevi Üzerine... "Kur’an ve İslâm Ölmez", Altınoluk Röportaj, 1998 - Aralik, Sayı: 154, Sayfa: 045
- Divan-i Kebir, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hazırlayan: Abdulkadir Gölpınarlı, Ankara, 2000.
- Nurettin Topçu, İslâm ve İnsan (Mevlânâ ve Tasavvuf), İstanbul, 1998.
-Mesnevi’den bkz. (I/782, III/1197-1200, V/267, 268, II/355-358, 366-368, I/0727-730, 732, 737, 3950, 3951, IV/1470, 1472, 1471)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.