- 493 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 55
O gece eve gelip ders çalışmak için masaya geçtiğinde, ilk aklına gelen, o günkü kaba davranışı oldu. O kız, o kötü davranışı hak etmiş miydi ? Bir bluejean pantolon giymekle kötü olunabilir miydi ? Elbette ki bu soruya verdiği cevap hayır olmuştu. Fakat asıl mesele onun kötü biri olma ihtimali değil, kendine göre biri olmayışıydı. O, Kurtköy’ün en sefil insanlarından biriydi sonuçta. Yoksul, cahil bir babası, başka bir adamla evli bir annesi vardı. Ne kadar şükretseler de, oturdukları ev de viranenin tekiydi. Bu güne kadar insanlar sadece acıdıkları için sevmişler, merhametten iyi davranmışlardı onlara. Başından geçen aşklar da onda kendine güvensizlik, karamsarlıktan başka bir şey kazandırmamıştı.
Düşündüğünde, gözünün önüne getirdiğinde, o kızın , o gün sınıfa geliş sebebi, aslında, Behice hanımı sormak için olamazdı. Belli ki, kendisine olan ilgiyi farketmiş ve belki de karşılık vermeye hazır olduğunu kanıtlamaya gelmişti. Şimdi bütün bunları düşündüğünde, içini müthiş bir pişmanlık sarmıştı. O gece sabaha kadar ders çalışmış ama aynı zamanda sabaha kadar da o kızı düşünmüş, ona karşı kabalığından dolayı da utanmıştı.
Ertesi gün ders başlamadan ve tüm tenefüslerde gözleri onu aramaya başladı. Sonunda rastladığında, öyle sert bakışı ile karşılaştı ki ; bu defa kız onu kötü şekilde dövecek gibi bakıyordu. Bu kadar sert bakışlı, kendinden başkasının olamayacağını düşünüyordu. Demek ki, o da öyleymiş. Bu uzaktan karşılaşmalar, aynı şekilde sert bakışlar bir kaç gün daha sürdü. Sonunda, ona bakacak yüzü ve cesareti kalmayıp vazgeçmek zorunda kaldı.
Kendini derslerine verdi. Tam da o günlerde, Edebiyat hocasının ödev olarak verdiğ, İstiklâl Marşı’nın tüm sözlerini ezberleme işi çok hoşuna gitti ve onu günlerce meşgul etti. Sonunda ezberlediği kırkbir satırlık bu güzel şiiri sınıfta okuyup beğenildi ve yüksek not aldı. Bu ona son derece yüksek bir moral verdi. kendine olan güveni yeniden artmaya başladı. Şiir ezberlemek ve okumak, en iyi yeteneği ve en sevdiği işlerden biriydi. Ruhunda Edebiyat vardı aslında. Yıllar öncesinden, kahve köşesinde bile, hayatını kaleme almaya çalışmış ama devam ettirememişti. Gelecekle ilgili planları vardı yazarlık uğruna. En azından hayatını yazmadan bu dünyadan gitmemeye o günlerden kararlıydı.
Çok yüksek başarılı olmasa da, rahatça geçti sınıfını o yıl. Beş yıl aradan sonra, yirmi yaşında, tam da askerliği çıktığı anda okula başlaması, çalışkanlığı, terbiyeli ve ahlâklı oluşu ile, okulun sevilen, takdir edilen öğrencilerinden biri olmuştu.
O yaz bazı sünnet düğünleri için halasının, amcasının köylerine de gidip akrabalarıyla daha çok görüşme fırsatı buldu. Mukaddes ablası onun yeniden okula dönüşüne ne kadar sevinse de, kendi içindeki yarım kalan okuma ateşi yeniden alevlendi, kendi adına üzüldü. Evdekiler de onu bolca takdir ettiler.
Doğduğu köye de bir kaç kez gitti. Daha önce mektuplaştığı kız, her gördüğünde, karşıdan karşıya baktı, gülümsedi ona. Hiç ayrılmamışlar gibiydi sanki. Fakat onun aklı okuldaki kızdaydı artık. Okulların yeniden açılmasını sabırsızlıkla bekliyordu.
Lise birinci sınıftan sonra Edebiyat ve Fen kollarından biri seçilmek zorundaydı. ÇOk ilginç bir uygulama ile, başarılı öğrenciler mutlaka Fen koluna gidiyor ya da gönderiliyor, az başarılı ya da başarısız öğrenciler ise Edebiyat bölümüne gönderiliyordu. Bu yüzden, ruhunda Edebiyat olmasına rağmen, başarılı öğrencilerden sayılan Fikret’in de tek yolu Fen bölümünü seçmek oldu.
İlk gün, daha önce hiç aklına gelmeyen , sadece o anda aklına gelen bir davranışla, müdür muavininin odasına gitti.
’’ Hocam , ben geçen seneki arkadaşlarla aynı sınıfta okumak istemiyorum ! ’’ dedi. Müdür muavini Yaşar bey, az duraksadıktan sonra, hak verdi ona.
’’ Tamam. Sen 5/Fen/C’ye git. ’’ dedi.
Yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu bile düşünmeye fırsat bulamadan, bu cevabı alınca sevindi Fikret. O anda biraz da şaşırdı aslında.
’’ Teşekkür ederim hocam!’’ deyip ayrıldı oradan. Okulun üçüncü katındaki sınıfı bulup içeriye girdiğinde, Bahar’ın o sınıfta olduğunu gördü ve aklına Türk filmleri geldi o anda. Çünkü bu tür rastlantılar ancak Türk filmlerinde oluyordu. İşte Fikret’in hayatının Türk filminin en önemli sahneleri o anda yaşanmaya başladı. Bahar’ın sert bakışları şimdi yanıbaşındaydı. ’’ Ne işin var senin bu sınıfta ? Ne yüzle geldin ? ’’ demekten bile beterdi o bakışlar.
Daha ilk derste yoklama listesinde adı olmadığı söylendi. Kendisini Yaşar Hocanın gönderdiğini söyleyip adını yazdırdı. Fakat, normalde devam etmesi gereken 5/Fen/B sınıfının listesinde de adı yazılıydı. Kısa sürede düzeltildi.
O günlerde kendisine daha fazla özen göstermeye ,derslerle daha fazla ilgilenmeye çalıştı. Hemen her gece sabaha kadar ders çalışıp uykusuzca geldi okula. Sabahları tıraşını da duşunu da ihmal etmedi. Her gün mutlaka temiz bir gömlek giydi. Ismarlama takım elbiselerini her hafta kuru temizlemeye verdi. Onu yeni tanıyanlar, zengin çocuğu sanmaya başladılar.
Her ders başlamadan önce tahtayı mutlaka o siliyor, he soru sorulduğunda mutlaka parmak kaldırıyordu. Lise birden sonra, özellikle lise iki Fen bölümünün de en korkulu rüyalarından biri Fizik dersi idi. Fizik hocaları Ayşe Onsekizoğlu idi. İlk yazılının sonuçlarını okuma anı gelip çatmıştı. Sınıf, beklendiği gibi dökülüyordu. En yüksek notları on üzerinden yedi ile Fikret ve Bahar almıştı. Hoca ikisinin de aynı basit hatadan tam notu kaçırdıklarını söyleyip, ikisine de teşekkür etti. Aklına birden gelen bir hareketle Bahar’a dönüp ;
’’ İkimiz de aynı hatayı yapmışık. Sorup öğrenelim hocadan o zaman. ’’ dediğinde, öyle sert bir bakışla karşılaştı ki, neye uğradığını şaşırdı. Günlerdir, tek kelime bile konuşmamışlardı. Anlaşılan Bahar’ın onunla konuşmaya hiç de niyeti yoktu. Diğer arkadaşlarının dikkatini çekti bu durum.
’’ Kıskanır o kıskanır. Kendisine yetişilmesinden hiç hoşlanmaz. Aldırma sen ona. ’’ dediler. O da bunu kabullenmiş görüldü. İşin aslını anlatamazdı onlara.
Hemen her ders, her soru sorulduğunda ikisinin parmak kaldırması, ders anlatmak için tahtaya kalkmaları, hocalardan övgü ve yüksek not almaları ile geçiyordu. Onunla başa baş yarışmak, çok zorlasa da hoşuna gidiyordu. Üstelik bazen geçiyordu da onu. Hele bazı hocaların ’’ Fikret-Bahar, Fikret-Bahar ! Yahu başkası yok mu bu sınıfta ? Siz niye çalışmıyorsunuz ? ’’ demesi iyice koltuklarını kabartıyordu.
Günlerce uykusuz kalması, aşırı ders çalışması, gözlerinde akıntı yapmaya başladı. İkinci muayene sonunda gözlük verdi doktor. Fakat gözlük onu son derece rahatsız ediyordu. Sürekli oynuyor, takıp çıkartıyordu. Bilgisayarlı muayenin olmadığı o günlerde, doktor yanlış numara vermişti. Bunu ancak yıllar sonra, bilgisayarlı muayene sonunda anlayabilecekti. Yine uykusuzluk, aşırı çalışma ve stres nedeniyle omuzunu silkme, saçlarını yolma gibi tikler edinmeye başladı.
Sınıfat popülariter oluşu, hocaların onunla fazla ilgilenişi ve biraz da uykusuzluğun etkisiyle, çok konuşan, hatta çoğu zaman şımaran, her şeyini anlatan biri oluvermişti. Annesinin ayrı oluşu en çok dert yandığı olaydı. Bir gün İngilce öğretmeni Esin hanıma :
’’ Hocam, bu kız milletinin topun u benzi döküp yakmak lâzım! derken, bu öfkenin hedefinde annesi kadar, hapse düşer düşmez onu terk eden köylü kızı ile, ondan asonraki aşk denemesi yaşadığı diğer köydeki, dört aylık hamile çıkan kız da vardı.
’’ Oğlum ben de kızım !’’ diye tepki gösteren hocaya ;
’’ Olur mu hocam, siz kadınsınız !’’ deyince bütün sınıfı kahkaha almıştı.
Bir Edebiyet dersinde de, beyaz kelimesinin anlamı tartışılırken, beyazın saflık, temizlik ve mutluluk anlamına geldiğini anlatan ve gelinlerin bunun bir ifadesi olarak beyaz gelinlik giydiklerini örnek veren hocaya ;
’’ Hocam, o zaman erkekler niye siyah damatlık giyerler. En kötü günleri olduğu için mi ? ’’ diye sormuştu.
Tüm bu olayların arasında, ister istemez gözü sık sık Bahar’a takılıyor, fakat anlamasından da korkuyordu. Kendisine bile itiraf etmese de her şey onun içindi. Her ne kadar kendisini ona yakıştıramasa da, sonunun olamayacağını çok iyi bilse de, okulda başarılı olarak ona yetişebileceğine belki de onun kalbini kazanabileceğine inanıyordu. Kaçamak göz atmalarla, hiç konuşmadan, ama daima onu düşünerek, geceleri ders aralarında ona şiirler yazarak, onu düşünerek günler hızla geçmeye devam ediyordu.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Fikret TEZEL
ne güzel bir cevap damatlar neden siyah giyiyor....inan hala düşünüyorum sevgili tezal....çok güzel gidiyor......devam saygılarımla