2- Anahtar
Vakit öğleye yaklaşmış, ben de uzun ve sıkıcı bir yolculuktan sonra köye varmıştım. Şehirlerarası yoldan köy yoluna döndükten sonra zincirsiz ilerlemek oldukça güç ve tehlikeli olmuştu. Dedemin evine gidebilmem için köyün içinden geçen yolu tırmanıp, ondan daha dik olan orman yoluna sapmam gerekiyordu. Buraya kadar bile zorla gelmişken orman yolundan hiç ümidim yoktu. Büyük ihtimal o yolu traktörle yada daha kötü ihtimal yaya olarak katetmem gerekebilirdi. Bunları düşünürken köyün girişindeki eski köprüden geçtim ve köye girdim. Köy meydanında karşılaştığım kalabalık yaz aylarında bile görmediğim cinstendi. Yolu açmaları için biraz bekledim, sonra kornaya bastım. Kornaya basmamla kalabalığın arasında, çamurla karışık karlı yolda bana doğru koşan çobanı farkettim. Bir kaç kere düşüp kalkarak yanıma geldi.
-Beyim sabahtan beri size ulaşmaya çalışıyorum.
-N’oldu ne var, nedir bu telaşın.
-Dede sizlere ömür beyim.
Aslında kalabalığı görür görmez göğsüm sıkışmaya başlamıştı. Ruhum çoktan hissetmişti durumu ama zihnim suyun üzerinde batmamaya çalışarak her zamanki gibi basit bahanelerle kabul etmekten kaçınmıştı. Ama işte şimdi dibi boyluyordum. Nefes alamıyordum ve adeta boğuluyordum. Bu kadar etkileneceğim hayatta aklıma gelmezdi. Kelimeler incecik çıktı ağzımdan.
-Ne zaman?
-Herhalde gece yada sabaha karşı. Dün sizle konuştuktan sonra bi çorba yapayım dedim. Ama kızdı ben çocukmuyum dedi kovdu beni. Akşamüstü gibiydi. Sabah içime sinmedi namazdan sonra bi bakayım dedim. Yatağına uzanmış, üzerini örtmüş öylece gitmiş. Hemen köye indim haber verdim buraya taşıdık, size de ulaşamayınca yıkadık, kefenledik, namazdan sonra gömecektik. Yine de siz nasıl isterseniz, ama mevtayı fazla bekletmek iyi değildir.
-Tamam, dedim kekeleyerek, sorun değil. Nasıl ayarladıysanız öyle olsun.
...
Mezarlıkta kafamda milyon tane düşünceyle dikilirken. Çoban yanıma yanaştı.
-Beyim bu anahtarı dedenin elinde buldum.
-Anahtar mı? Elinde mi?
-Evet ellerini göğsünde kavuşturmuş arasında da bu anahtar vardı.
-Evin anahtarı mı?
-Bilmem beyim, ama kapısını kilitlemezdi hiç ben gelir girerdim.
-Allah Allah, neyse ben gidince bakarım.
Aslında artık o eve gitmek istediğimden emin değildim. Cenazeyi defnettikten sonra köyün merkezine döndük. Cep telefonum çekmiyordu. Muhtarlığa gidip oradaki telefondan eşimin telefonunu aradım. Meraktan ölmüştü.
-Nerelerdesin sen, neden telefonuna ulaşılmıyor. Toplantıya gitmemişsin, işyerindekiler görmemiş, binbir türlü şey geldi aklıma nerdesin, n’apıyosun?
-Tamam bi sakin ol. Bir şeyim yok. Dedemin köyündeyim.
-Ne, ne işin var orada?
-Yahu bir dur, sabaha karşı vefat etmiş. Şimdi defnettik. En kısa zamanda dönerim.
-Canım zaten yetişememişsin, önce işlerini halletseydin, adamlar aradı, beni de meraklandırdılar.
-Tamam gelince konuşuruz, böyle istedim böyle oldu.
-Peki haber ver yola çıkmadan önce.
...
Arabayı köyün merkezinde bıraktım ve köyden birisi beni traktörle dedemin evine götürdü. Öğle güneşinin de etkisiyle manzara alabildiğine göz alıcıydı. Havada nem olmadığından vadinin ta derinlerine kadar, hatta daha ilerideki ovalara kadar pürüzsüz bir görüntü vardı. Buralara neden hiç kışın gelmedim ki diye düşündüm. Doğru ya meşguldüm. Babamın emaneti (belki de emanet olan bendim) burada durup duruyordu. Yılda bir kez ziyaret yeterliydi nasılsa... Traktör sallantısı ve yüzüme vuran kış güneşi iyiden iyiye uykumu getirmişti ki eve vardık. Adamdan akşama tekrar uğramasını rica ettim ve gönderdim. Bahçedeki kar bir gün önceden kürünmüştü. Demekki dedim böyle böyle yoruyo kendini. Kapıya yaklaşıp anahtarı sokmaya çalıştım. Ancak anahtar dış kapının değildi. Kapının kolunu çevirdiğimde çobanın dediği gibi kilitli değildi. İçeriye şöyle bir göz gezdirdim, derli, topluydu. Bir tek evin sol köşesinde bulunan şömine tarzı ocağın yanına kurulu yatağı dağınıktı. Pencerenin kenarındaki tahtadan yaptığı sandalyenin üzerine oturup düşünmeye başladım. Aslında bir şey düşündüğüm söylenemezdi. Boş boş evin içine göz gezdiriyor, arada dışarıya bakıyordum. Yarım saat kadar öylece oturdum. Derken masanın üzerine bıraktığım anahtara gözüm takıldı. Kalktım ve evin sağını solunu araştırmaya başladım. Anahtarı deneyebileceğim bir yer arıyordum ancak evde anahtarla açılacak ne bir kapı ne bir çekmece ne de bir dolap vardı. Üşümeye başladığımı hissettim ve daha bir kaç gün önce kesilerek ocağın kenarına özenle dizilmiş odunlardan birkaç tane ocağa atarak tutuşturdum. Odun çıtırtısı ve hoş meşe kokusu havaya yayılırken, neden kışın buraya gelmediğimi yeniden düşündüm. Dedem de olsaydı şimdi, çay demlerdi, sohbet ederdik. Çay demlemek için ayağa kalktığımda ayağım yerdeki eski halının köşesine takıldı ve tökezleyerek öne sıçradım. Sağ adımımı sertçe vurduğum zeminden tok bir ses geldi. Halıyı kaldırdığımda küçük bir kapakla karşılaştım. Oturduğum yere uzanarak anahtarı aldım ve deliğe soktuğumda yuvaya tam oturduğunu gördüm. İşte anahtar buraya aitti. Merak içimi kemirmesine rağmen açıp açmamakta önce tereddüt ettim. Acaba para yada altın mı bırakmıştı bana. Durumum gayet iyiydi. Eğer maddi bir şey bıraktıysa bunları bağışlarım diye düşündüm. Para dışında bir hatıra olabilirmiydi? veyahut gizli bir sır. Anahtarı birkaç kez döndürdükten sonra kapağı yavaşça kaldırdım. Gördüğüm manzara oldukça ilginçti. Eski, yıpranmış bir üniforma, yanında üzerinde Lee-Enfield yazan bir tüfek, diğer yanında küçük bir kutu, birkaç eskimiş pasaport ve mukavva kaplamalı, el yapımı, her yanı ve sayfaları yer yer sararmış, çoğu sayfasında kurumuş kan lekesi olan eski, küçük bir defter. Küçük kutuda gelişigüzel konmuş altı tane madalya vardı. Üniformayı ve tüfeği biraz inceledikten sonra defterleri aldım elime ve tekrar ocağın başındaki sandalyeye oturdum. Defteri açtığımda eski dilde yazılmış olduğunu gördüm. Dedem ortaokuldayken bana okunuşları az çok öğretmişti. Daha sonraları da hobi amaçlı kursuna gitmiştim. Sayfaların çoğu nemden ve kan lekelerinden okunmaz hale gelmişti. Okuyabileceğim bir sayfayı açtım ve biraz kekeledikten sonra okumaya başladım.
"Senden korkmuyorum"
YORUMLAR
Nihayet okuyabildim ikinci bölümü.Dede vefat ediyor ardında hangi hikayenin kapısını aralayacağımızı bilmediğimiz ama merak ettiğimiz bir hikaye bırakarak.Kimbilir hangi savaş gazisi ya da bu savaş sırasında hangi gizemli olaylarla karşılaştı o günlük hangi koşullarda yazıldı o sayfalara düşen her kan damlasınındili olsada anlatsa bize olup bitenleri ? Merakımızı diri tutan ve defterde göreceklerimize ilişkin soru işaretleriyle hayal gücümüzü baş başa bırakan güzel bir bölüm olmuş.Devamında hayal gücünden ve manevi varlığıyla sana hep ilham verecek dedenin de katkılarıyla hikayede nasıl ilerleyeceğiz okuyup görelim diyorum.Emeğine sağlık Fatih ve ve tam puan veriyoruz hiyayeye 12,sanırım o sakallıdan daha çok hak ediyor :))
grafspee
grafspee
Öncelikle dedeye bir kez daha Allah Rahmet eylesin diyelim.
'' Senden Korkmuyorum'' Şimdi sardı beni bir merak. Neydi dedenin korkmadığı ve kitaptaki o kan lekeleri neyin nesiydi?
Bekleyip göreceğiz. Tabii ki yazarımız yine araya zaman koymazsa. Gözünü seveyim hemen yaz devamını..Böyle araya zaman koyunca hikaye de soğuyor maalesef.
Anlatımın şahane, sen bu işi biliyorsun lakin soğutma hikayeyi..İki elin kanda da olsa yaz.
Selam ve sevgilerimle.
grafspee
Gerçekten çok güzel ve gizemli bir hikaye.
İlk bölümünü okuyalı epeyce oldu galiba.
Dede vefat etti deyince geliverdi aklıma.
İnşallah dedeye bir şey olmamıştır diye yorum bıraktığımı hatırlıyorum.
Ama,
maalesef dedemiz ölmüş.
Allah, rahmet etsin diyelim.
Bakalım mirasından nasıl bir hikaye çıkacak?
Merakla bekliyoruz efendim.