- 1544 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
POSTACI NAZIM HİKMET
2005 yılının 1 Mayıs kutlamalarını televizyon ekranından seyrederken gözlerim doldu. Türkiye’nin Nato’dan çıkmasını, hiç bir ülkeye asker göndermemesini ve mevcut Amerikan üstlerinin kapatılmasını talep eden gencecik insanların taşıdığı pankartta Che’nin en sevdiğim bereli fotoğrafı vardı, yan tarafta da 42 yıl önce uğursuz bir Haziran da yitirdiğimiz değerli şairimiz Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım tarafından yapılmış en çok Nazım olan portresi.
Sanki dünyanın en son romantiği bir sayfada buluşmuş, bana, bize bir şeyler söyler gibiydiler. Gene her zamanki gibi hayat bilgilerini, kitap bilgilerini bize aktarmak, bunları yeniden tartışmak yeniden umut dolmak için bir araya gelmişlerdi.
Bir an Che’yi hapiste Nazım Hikmet’in şiirlerini okurken düşündüm. O şiirlerden ona kim bilir ne umutlar, ne insanlık halleri kalmıştır. Che onun kimi şiirlerini mutlaka yüksek sesle okumuştur, Bazı şiirlerini de fısıldayarak. Belki de bazılarını sadece kendine okumuştur. Karanlık hapis hücresinde mutlaka umutsuz anları olmuştur, karanlık hücreleri bilen pek çok dünya vatandaşı gibi. İşte o zaman şair şöyle demiştir ona:
........Bir gün eğer
benden uzak
karanlık bir yağmur gibi
canını sıkarsa yaşamak
tekrar Gazali’yi oku
Ve Pirayende’m benim
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksın
ölümün karşısında onun
ümitsiz yalnızlığı
ve muhteşem korkusuna....Bilmiyorum neden
aklımda hep
ilk önce senden duyduğum
Çankırılı bir cümle var: ’ Pamukladı mıydı kavaklar
kiraz gelir ardından’
Kavaklar pamukluyor Gazali’de
fakat
görmüyor, üstat, kirazın geldiğini
ölümü ibadeti bundandır.
Nazım Hikmet’in şiiri sadece karanlık hücrelerde zamanının geçmesini bekleyenlere mi, hayır onun şiiri hepimize, yolda yürürken, aşık olduğumuz insanı terk ederken, çocuğumuzun başını okşarken, işimizde bunalırken, sürgünde vatan hasretiyle yanıp tutuşurken insanoğluna yapılan her haksızlıkta yüreğimiz ezilirken, evet, bütün bunlar olurken onun her zaman bize söylediği bir söz, fısıldadığı bir dize vardır ve biz farkında olmasak da o sözler, dizeler, davranışlar gelir bizi bulur.
Çünkü o bizim için her zaman şefkatli, sabırlı bir öğretmen oldu ve kapımızı her an çalan , yorulmak bilmeyen bir postacı. En çok da postacı olmayı severdi, kendisi söyler:
......Çocukken postacı olmak isterdim
şairlik filan yoluyla değil ama
basbaya, sahici postacı
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
hep aynı postacının , Nazım’ın resmi
Jül Vern’in romanlarıyla coğrafya kitaplarına.
İşte köpeklerin çektiği kızağı
sürüyorum buzun üzerinde
ışıldıyor kuzey şafağı
konserve kutularıyla posta paketlerinde.
Bering boğazını geçiyorum,
Yahut işte bozkırda gölgesinde ağır bulutların
asker mektubu dağıtıp ayran içiyorum.
Yahut ta büyük şehrin uğultulu asfaltındayım.
Çantamda yazıları yalnız büyük müjdelerin
yalnız umutların.
Yahut çölde, yıldızların altındayım.
Bir küçük kız ateşler içinde hasta.
Kapı çalınıyor gece yarısı:Posta
Küçük kızın gözleri açıldı mavi mavi.
Babası yarın akşam dönüyor hapislıkten
O karda kıyamette bendim bulan o evi
komşu kıza bendim telgrafı getiren.
Çocukken postacı olmak isterdim...
Evet o her zaman geleceğini bildiğimiz postacıdır. Her gün kapımızı çalar, bazen sevdiği kadınlardan söz eder ve o kadınlar anında bizim dostlarımız olurlar. Bazen bir mahpusaneden bir mektup yollar ve biz Topal Yunus’la ceviz ağacının aşkını öğreniriz ve ceviz ağacına aşık Yunus yüreğimizi ısıtır. Öyledir, onun mektupları dünyanın her yerinden gelir, kapımızın altından usulca atılır ve biz hep şaşırmaya devam ederiz. Bazen Küba’nın sıcak güneşinde kendi evini yapan yapıcıların, gülen yüzlerini yanı başımızda hissederiz, bazen gizemli bir Prag gecesinde aşk acıları çekerek gençliğimizi bulmak için dolanıp dururuz.
O mektuplardan kayınların ne kadar Rus, kavakların da ne kadar Türk olduğunu öğreniriz. Bir kadının delice sevebileceğini, ölümün kara bir pelerine dolanıp bir şairin peşine düşebileceğine de. Yaşamın bütün acılarına, bütün mutsuzluklarına rağmen bin bir renkli olduğunu ve bize bir armağan olarak sunulduğunu da. Bir de bakarız renklerin dilini çözmüşüz.
İhanetin ve kinin şiddetini de öğreniriz, gurbet duygusunun ne denli köklü olduğunu da. Kentlerimizi sevmeyi de öğreniriz, anılarımıza sahip çıkmayı ve asla pişman olmamayı da. Evet o bir postacıdır ve biz ne kadar şanslıyız, o postacı çok cömert ve tüm yaşamını bizimle paylaşacak kadar insan, evet en çok insan !