- 644 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sessiz Çığlık
Güneş daha doğmamış. Ufukta bir karartı, sanki tüm korkular orada. Gökte kaymayı unutmuş birkaç yıldız. Ve ay, hilalden biraz tombul… Şimdi kargalar kahvaltılarını yapıyordur, birazdan korkuluklar uyanır, acele etmeliler. Hikmet Ağa yine aynı yerde, her gece olduğu gibi, ayağını damdan sarkıtmış güneşin ilk ışıklarını bekliyor. Sanki güneş tüm insanlardan ziyade ona doğuyor. İlk ışığın hızla karanlığı delmesiyle yüzü de kızıla bürünüyor. O kızıllığı da minik bir tebessüm bozuyor. Gülünce alnındaki çizgilerde safları sıklaştırıyor, cenaze namazına az kaldığını hatırlatır gibiler. Hikmet Ağa dafarkında olmalı ki hafifçe mırıldanıyor, tebessümünü artırarak:
- En çok da seni özleyeceğim.
***
Sabah saat daha yedi, ama kapı çalıyor. Şule ancak üçüncü çalışta uyanıyor. Biraz da uykulu kapıya koşuyor. Kim o demesine gerek yok. Faruk yine anahtarı evde unutmuş besbelli. Kapıyı açıyorkocasının elinde bir iki gazete, sıcak kara fırın ekmek ve bir parça da peynir. Alıyor ve mutfağa geçiyor. Aynı zaman da söylenmeyi de unutmuyor tabii:
-Ah, şu anahtarını bir kerede yanına alsan! Çocuğu uyandıracaktın az daha.
-Haklısın hayatım ama aklım çok dolu biliyorsun işte işler güçler.
Şule elini yüzünü yıkarken Faruk da gazetelerini almış oturma odasına geçiyor. Birkaç dakika sonra kahvaltı hazır. Sıradan bir memur sofrası. Peynir, reçel, zeytin başköşede. Çay ise daha mutfakta kaynıyorolmalı. Gelen kokulara bakılırsa bugün sofraya sucuk misafir olacak. Şule ekmeği getirirken Faruk’a daçocuğu kaldırmasını söylüyor. Tam da spor haberlerine gelmişti ama yapacak bir şey yok emir büyükyerden:
-Ümit, oğlum hadi kalk, leziz bir sucuk var bugün kahvaltıda, kalkmazsan karşı komşunun oğluna veririm bak hepsini.
-Sucuk mu, valla de?
Bunu derken çoktan elini yüzünü yıkamıştı bile. Haliyle yatağı toplamak Faruk’a kalıyor. Hoş Şule beğenmeyip yeniden toplar ya neyse. Çekirdek aile kahvaltı sofrasında toplanıyor. Sırf çocukları birazdaha fazla yesin diye birer lokma alıp bırakıyorlar sucuğu karı koca. Annesi ne kadar tembihlese de ağzıdolu konuşmaya devam ediyor Ümit:
-Babacığım, bugün gezmeye gidebilir miyiz?
-Dur oğlum, babanı sıkıştırma şimdi hem işe gidecek baban birazdan biz senle televizyon izleriz ne dersin.
-Anne lütfen babamla gideyim bende. Lütfen nolursun lütfen…
-Şule bırak şimdi ağlamasın ben onu yanımdan götürürüm.
--------------------------------------------------------------------------------
Page 2
-Ya Faruk uslu durmaz şimdi bu, sana da yük olur.
-Anne yaa..
-Tamam o zaman ben de onu babaannesine bırakırım hem biraz köy havası alır.
-Bak o zaman ben de giderim hem bayramdan beridir uğramıyoruz oturur laflarız annemle.
***
Hikmet Ağa sabah yürüyüşünden dönmüş, elinde bir avuç papatya Ayşe Hanım’a sesleniyor:
-Hanım bak sana ne getirdim.
-Aa bu yaştan sonra, hayırdır bey bu da nerden çıktı böyle.
-Alilerin tarlasında gördüm, baktım çok güzeller dayanamadım sana getirdim.
-Bak hele şu herife ya bunca yıl sonra, gençler gibi, tövbe tövbe.
-Hanım sana da yaranılmaz valla.
-Tamam, tamam hiddetlenme hemen, ben şimdi bunları bir suya koyayım, gerçi solarlar ya neyse…
Ayşe Hanım hızla bir vazo çıkarıyor dolaptan, papatyaları suya koyuyor vazoyu da başköşeye. HikmetAğa’da kahvaltı edip caminin yolunu tutuyor.
***
Faruk işe gitmeden evvel hanımıyla çocuğunu annesine götürüyor. Annesiyle ayak üstü sohbet edip hemen yola koyuluyor. Babasıyla da akşam dönüşte görüşecek artık. Şule oğlunu bahçeye salıyor, kayınvalidesiyle oturup muhabbet etmeye başlıyor:
-Ay anne ne zamandır geleceğiz ama biliyorsun işte Faruk’un hiç vakti olmuyor.
-Bilmem mi kızım baksana şimdi bile duramadı. Aman aman işi gücü olsun da. Eee kızım sen nasılsın annenler nasıl?
Sohbet böyle koyulaşıp giderken Hikmet Ağa eve geliyor. Şulenin dudağı hemen babasının eline gidiyor. Nasılsın, ne haldesin fasılları falan almış başını gidiyor. Tabii bir özlenmişlik var ama en çokta torununu özlemiş Hikmet Ağa. Baktı kadınlar arasında sohbet iyice çekilmez hale geliyor. Alıp torununu da çıkıyordışarı. Hem biraz köy havası almak çocuğa da iyi gelir diye düşünüyor olmalı.
***
Dede torun köyün altını üstüne getiriyorlar. Ümit çok meraklı her gördüğünü soruyor dedesine, o da mecbur anlatıyor tüm bildiklerini. Şöyle biraz dağa doğru meyledince birçok çiçekle karşılaşıyorlar. Ümit bir sorunun cevabı bitmeden diğerini sormaya devam ediyor. Anlaşılan o ki çok meraklı bir çocuk. HikmetAğa da öyle düşünüyor ki şöyle sesleniyor torununa:
--------------------------------------------------------------------------------
Page 3
-Ümit sana bir hikâye anlatayım ne dersin?
-Evet dede evet ben hikâyelere bayılırım.
-Tamam, öyleyse iyi dinle bakalım: “Yıllar öncesinde bir şehzade yaşarmış bu yörelerde. Lalası ile bir yolculuğa çıkmışlar. Şehzade çok meraklı imiş. Her gördüğünden sual edermiş. Lala ise çaresiz her sorusunu cevaplarmış. Bir gün lalası elinde kıpkırmızı üç gülle saraya gelmiş. Meraklışehzade hemen sormuş:
+ Lalam bu güllerin hikmeti nedir?
+ Ah şehzadem bunlar mı? Bunlar bugün ki dersimizde bize yardımcı olacaklar.
+ Nasıl bir yardımdır Lalam bu?
+ Bakın şehzadem bu güllerden ilkini annenize, ikincisini ise babanıza götürmenizi istiyorum.Kalan son gülü ise şu bahçeye dikmenizi…
+ Nedenini sorabilir miyim Lalam?
+ Tabii ki şehzade hazretleri, lakin cevabını şuan veremeyeceğim.
Şehzade merak ve şaşkınlık içinde bir gülü babasına diğerini de annesine vermiş. Haliyle onlardanbir şey anlamamışlar. Diğerini de bahçenin en güzel yerine dikmişler lalası ile beraber. Şehzade durmaz tabii sürekli sorup durmuş bu olayı lalasına ama bir zaman sonra unutmuş olanları.Aradan yıllar geçmiş bir gün şehzade bahçede gezerken gül fidanını görmüş. Şehzade lalasınasormuş, hala meraklı:
+ Lalam bana yaptığınız dersin hala hikmetini anlatmadınız, acaba vakti geldi mi?
+ Hala meraklısınız değil mi şehzadem elbette anlatacağım elbette. Ama şimdi anne ve babanızaverdiğiniz gülleri geri istemeniz gerekiyor.
+ Pek bir şey anlamış değilim ama hemen getireceğim.
Şehzade, anne ve babasına gidip gülleri geri istemiş. Annesi yıllar önce oğlundan aldığı gülü bir sandıktasaklamış. Yıllara direnemeyen gül haliyle kurumuş. Annesi kurumuş gülü oğluna uzatmış. Ama babasıpadişah hazretleri, ne gülü saklamış ne de gül olayını hatırlamış. Şehzade lalasının yanına varmış ve tümolanları anlatmış. Lalasını ona şunu demiş:
+ Beklediğim tam da buydu.
+ Efendim, anlayamadım.
+ Evet, şehzadem ben size üç taze gül getirmiştim. Her biri bir şeyi temsil ediyordu. Meselababanıza götürdüğünüz gül merakı temsil ediyordu. Babanız bu gülün nedenini biraz merak ettiama bir sonuca varamayacağını düşünerek zaman içinde hem gülü hem de merakını unuttu.Annenize verdiğiniz gülde merakı temsil ediyordu. O da nedenini merak etmişti. Cevap bulamadıama gülü de unutmadı. Onu sakladı lakin yıllar onu cansız kuru bir parçaya çevirdi tabii merakını
--------------------------------------------------------------------------------
Page 4
da. Ama bahçedeki gül fidanı merakın en güzel yanını temsil ediyor. O da sükût ile sabır. Sükûtve sabırla bekleyen o gül şimdi yeni güllere vesile oldu hem de canlılığını hiç kaybetmeden.
+ Lalam bu uzun ve hikmet dolu dersinizi asla unutmayacağım, demiş şehzade.
Yıllar sonra padişah olduğunda oğlunun ona getirdiği gülü de bahçenin en güzelyerine dikmiş ki unutmasın ve her zaman canlı kalsın.”-Vay dede ben şimdi o şehzade mi oluyorum.-Ah oğlum sen hisseni al da kim olduğunun bir önemi yok.
***
Sabah Hikmet Ağa’nın uyandırdığı güneş şimdi aynı sessizlikle batıyor. Bu arada Faruk da gelmiş, oturmuş yemek yiyorlar. Herkesin günü güzel geçmiş olmalı ki yüzler gülüyor. Ama en mutlu Ümit onun ki gülümsemeden çok kahkahayı andırıyor. Dedesiyle harika bir gün geçirdiği kesin. Yemekten sonra fazla oturmuyorlar. Faruk anne ve babasının ellerinden öpüp izin istiyor sonrada Şule ve Ümit. AyşeHanım onları uğurladıktan sonra kocasıyla oturuyor. Biraz daha çay içiyorlar. Günün ne kadar da güzelgeçtiğinden bahsediyorlar. Onları özleyecekler anlaşılan.
***
Faruk oğlunu yatağına yatırıyor. Ümit bugün çok sevinçli uyuyor. Faruk bunun farkında olmalı ki:
-Şule bunu her hafta yapalım. Hem annem ve babam da sevinir. Hatta sizinkilere de gideriz çok ihmal ediyoruz onları da.
-Haklısın hayatım bunca yıldır hiç bu kadar iyi hissetmemiştim kendimi keşke daha önceyapsaydık.
-Ah, keşke.
***
Saat dokuz olmuş ama Hikmet Ağa ortalıkta görünmüyor. Ayşe Hanım sonunda dayanamayıpsesleniyor:
-Bey, uyan artık, saat kaç oldu Allah aşkına. Sana yaramadı torunla oyun oynamak yoruldun bak.Uyunur mu bu saate kadar.
-…
-Beeey hadi ama kahvaltıya geç kalacaksın.
-…
Sonunda seslenmeyi bırakıyor. Birkaç saat sonra tekrar sesleniyor:
-Yok artık sen şaşırdın herhalde bey, bu ne uykusu kalk bakıyım.
--------------------------------------------------------------------------------
Page 5
***
Birkaç saat sonra bir sala okunuyor. Bayramlar da bile evi bu kadar kalabalık olmayan HikmetAğa’nın evi taşmak üzere. Ağlayanlar, fısıldaşanlar, etrafı tarayan gözler ve sessiz sedasız bekleşenler…Dün kopardığı papatyalar vazodalar, daha solmamışlar. Dünyada öpecek eli kalmamıştı. Şimdi eliniöpmeye bile gelemeyenler o elleri toprağa gömecekler. Dün vedalaştığı güneş onun gölgesini ikiyekatlarken veriyorlar Hikmet Ağa’yı geldiği yere. Torunu üç gülle gelmiş mezarlığa. Onları öyle ulu ortabırakmıyor. Gömüyor mezarın kıyısına sonra şöyle sesleniyor dedesine hüzünlü ve mağrur:
-Canlı kalsınlar dedeciğim. Hepsi canlı kalsın senin ruhun gibi.
Sonra inceden bir yağmur yağıyor. Yıllarca uyanışı izlediği dünya onun için ağlıyor sanki. Bu bir vefa borcu mu, yoksa sadece öylesine bir yağmur mu? Babası yavaşça, ıslanan saçlarını okşuyor Ümit’in. Onungözündeki yaşlar yağmura karışıyor. Ümit çaresizce babasına bakıyor:
-Dedemi ziyarete gelecek miyiz baba?
-Güllerin canlı kalması için sadece dikmek yetmez Ümit. Tabii ki onları sulamamız da gerekecektir…
YORUMLAR
Güzel bir hikaye.
İlgi ile okudum.
Konusu güzeldi, verdiği dersler güzeldi.
Hayattan hoş bir bukleydi kokladığımız.
Güller gibi.
Ben de, çocuklarımı alıp, köylere götürmeliyim sık sık.