- 493 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ADRESLER
Doktorun yazdığı gözlükleri nereden daha nitelikli, daha ucuza alabilirim düşünceleri; çoktandır yanına uğramadığım bir akrabamı aklıma getirdi. Şüphesiz onun bir tanıdığı vardır, dedim. Hem biraz hasret giderir hem de bu gözlük işini sorarım.
Bu sevinçle akrabamın büfesine gittim. Burada gözüme ilk çarpan; camın üzerine asılı kocaman bir yazı oldu. Yazıyı okuyunca, sevincim kursağımda kaldı. Ben de gözlük sorma işinden vazgeçtim. Neden mi? Çünkü yazı aynen şöyle:
Adres sormak: 1, 00 YTL
Adam sormak: 1, 25 YTL
Adrese kadar götürmek: 1,50 YTL
Fatura yatırmak: 2, 00YTL
Fikir danışmak: Pazarlığa tabidir.
Fiyatlarımıza KDV dâhildir.
NOT: Bana da mı parayla demeyin! Evet, sana da parayla!
İşte cama astığı yazı… Güya tanıdık bir gözlükçü soracaktım. Siz olsanız, “Yahu yeğen! Bildiğin yerde tanıdığın bir gözlükçü var mı?” diye sorar mıydınız? Ben de sormadığım gibi oturmaktan da vazgeçiyordum. Ancak, akrabamın ısrarları sonucunda oturmak zorunda kaldım. Hemen elime bir çay tutuşturdu. Bundan güven alarak yine de: “Yeğenim, tanıdığın bildiğin yerde bir gözlükçü var mı?” diye aklımdan geçirdim. Galiba bu; adres sormaya giriyordu. O da 1 YTL’ idi. “Aman” dedim, “benden de para alacak değil ya...” Yazının altındaki not kısmı aklıma geldi. “Bana da mı parayla demeyin! Evet, sana da parayla!”
Böylece gözlük sorma işinden kesinlikle vazgeçtim.
Akrabam hem benimle söyleşiyor hem de dolaba kola diziyordu. Camdaki yazı aklıma takılıp kalmış, biraz da sinirlenmiştim. Elimdeki çayı yarım bırakıp seslendim:
“Ayıp ayıp! O yazıyı oradan hemen indir. Bir esnafa yakışır mı bu yazı?”
Akrabama fırsat tanımadan camdan yazıyı ben indirdim.
“ Ne ayıbı dayı” dedi akrabam, “Sen biraz otur da bak. Bana o zaman hak verirsin.”
Gerçekten de büfeye gelen ilk adam,
“ Selamünaleyküm! Hayırlı işler…”deyip yanıt bekledi.
Bizimki akşama kadar kim bilir kaç kere ‘aleykümselam’ dediyse isteksizce karşılık verdi,
“Aleykümselam! Buyurun!”
Adam acıklı bir sesle devam etti,
“Ağabey bir şey soracaktım… Acaba PTT nerede?”
Bizimki “Az ileride” deyip dolaba kola dizmeye devam etti. Akrabam haklılığını bana gösterme mutluluğunu yaşıyordu. Bana bakarak gülümsedi. Adam ses tonunu yükselterek ve başını büfe boşluğundan içeriye sokarak yeniden sordu.
“Çok mu ileride?”
“Hayır! Az ilerde.”
“Kaç dakika sürer?”
Bizim akraba iyice sinirlenmişti. Olası ki bu defa uydurmuştu.
“İki dakika üç saniye…”
Adam tutkal gibiydi. Bir türlü ayrılmıyordu. Bizim akrabayla söz düellosuna girişti.
“Şimdi açık mıdır ki?”
“Açıktır!”
“Orada Ahmet Bey çalışıyor mu?”
“ Bilmiyorum!”
“ APS alıyorlar mı?”
“ Alıyorlar!”
“ Yozgat’ın köyüne APS var mı?”
“ Vardır elbet!”
“ Kaç lira acaba?”
Akrabam sırf haklılığını bana göstermek için adama çok iyi davranmış hatta onu sorular sormaya yüreklendirmişti. Ama şimdi patlamıştı.
“Kardeşim git be! Orada hesap ederler.”
Adam ardına bakmadan uzaklaştı. Az sonra ikinci adam geldi.
“Selamünaleyküm. Hayırlı işler...”
Bizimki isteksizce yanıtladı.
“Aleykümselam, buyurun.”
“Ağabey buralarda eski kitap nerelerde satılıyor?”
“Havuzun arkasında.”
“Matematik ikinci sınıf bulamadım. Acaba orada var mıdır?”
“Vardır! İstersen git onlardan sor!”
“Ama yazarı Hüseyin Hüsnü Tekışık…”
“Kardeşim git dedim! Onlardan sor!”
Bizim akraba ne zaman ‘kardeşim’ diyorsa sinirlenmiş demektir. Sinirinden bana bakıp güldü. Haklı davasından konuşacaktı ki temiz giyimli kravatlı biri geldi.
“Beyefendi iyi günler…”
“İyi günler, buyurun.”
“Affedersiniz, Kanal 2000 nerede?”
“Karşıda, dördüncü katta...”
Adam fazla ayrıntı sormadan teşekkür edip gitti.
Akrabam bana dönüp “Gördün mü nasılmış?” dedi. Ne diyebilirdim ki? Onu biraz yatıştırmak için: “Olur böyle şeyler, bak son adam fazla ayrıntı sormadan gitti. Tahsilin hali başka…” dedim.
Bir sigara, bir çiklet alıcısı geldikten sonra yine bir adam geldi. Gür sesiyle haykırdı.
“Selamünaleyküm. Hayırlı işler, bol kazançlar ağabey…”
Bizimki:
“Aleykümselam…” dedi yılgınca.
“Açık Öğretim Fakültesi bürosu nerede?”
“ Devlet Hastanesi’nin arkasında...”
Adam kaşlarını çatarak sert, tehditkâr tavırla:
“İyi biliyor musun?” diye sordu. “Eminsen, doğru biliyorsan; gideyim! Beni ta oralara kadar boşu boşuna yorma!”
Akrabam iyice sinirlenmişti. O da sesini yükselterek:
“Sana yalan borcum mu var! İster git ister gitme!” diye yanıt verdi.
Sinirinden olmalı, bir sigara yaktı. Haklılığını bana anlatma olanağı bulamadan, bir adam daha geldi.
“Ceyran! Ceyran parası nerede yatıyor?”
“Şu caddeye çık. Maliyenin arkasında.”
“Kuyruk çok mudur?”
“Bilmiyorum.”
“Geçen ayın borcunu alıyorlar mı?”
“ Alıyorlar!”
Adam sorularına tam yanıt aldığından; Allah razı olsun, deyip gitti.
Fazla ayrıntı sormayan, az önceki tahsilli adam yeniden geldi. Kanal 2000’i sormuştu.
“Beyefendi! Orada asansör çalışmıyor!”
“Nerede?”
“Kanal 2000’in orada.”
“Ne yapayım şimdi? Gidip sana asansörcü mü çağırayım? Hem asansörün yanında merdiven vardı; oradan çıksaydın. Ta buraya kadar geleceğine, şimdiye dek oraya çıkardın.
“Beyefendi, öyle diyorsun da, ah şu bacaklarımdaki ağrılar olmasa. Sigaradanmış, sigaradan... Damar sertliği diyorlar…”
“Geçmiş olsun ama ben ne yapabilirim ki? Şimdi sana doktor mu çağırayım?”
“Tamam, teşekkür ederim.”
Bu da memnun olmadan gitti.
Bir başkası:
“TEDAŞ nerede?”
“Caddeye çık, karşı tarafa git.”
“Uzak mı?”
“Yok, yakın!”
“Kaç dakika sürer?”
“Şöyle biraz yürü bakalım.”
“Neden?”
“Saatteki ortalama hızını bilmeden kaç dakika süreceğini nasıl bileyim?”
Adam şakadan hoşlanmıyordu. Kızmıştı.
“Neyse onu boş ver de akıllı saat taktırmak sence nasıl olur?”
“Ne akıllısı? Ne saati?”
“Yani akıllı saat takıyorlar ya...”
“Kardeşim Allah aşkına git onlardan sor. Ben ne bileyim.”
“Kimden sorayım?”
“Kırtasiyeciden.”
“Ne kırtasiyesi be! Sana elektrik saatini soruyorum!”
“Kardeşim akıllı matematik sormadın mı sen? Pardon akıllı Hüseyin Hüsnü’yü mü sormuştun? Öf aman... Git Kanal 2000’den sor.
“Yani TEDAŞ’ tan mı sorayım?”
“Eee… Biliyorsun işte. Git oradan sor.”
Adam sinirlenerek ayrıldı.
Akrabam, bir küçük su bir de kola sattıktan hemen sonra altmış- altmış beş yaşlarında bir kadın geldi.
“Oğlum bu gün mark kaç lira?”
“Bilmiyorum.”
“Dolar kaç lira?”
“Babam ölsün ki onu da bilmiyorum.”
“Allah etmesin yavrum.”
Oysa akrabamın babası öleli yıllar olmuştu.
Başka bir adam;
“Bakar mısın? Buralarda Mardinli Mahmut varmış. Nerede?”
“Mardinli Mahmut mu? Valla bilmiyorum. Ama dur bakalım. Şurada bir Mahmut var. Ama Mardinli değil; Silifkeli. Şurada da bir Mardinli var; ama adı Mahmut değil; Mustafa. Yani senin anlayacağın işine yararsa; Silifkeli Mahmut veya Mardinli Mustafa var.”
Adam ikisinin de işine yaramayacağını söyleyip ayrıldı.
Camdan İndirdiğim yazıyı yeniden akrabama verdim. Yazıyı cama yeniden astı. Adres sormalar bıçak gibi kesildi. Ben de esenlikler dileyip ayrıldım…
Doktorun yazmış olduğu gözlükleri tanımadığım bir gözlükçüde yaptırdım. Bir hafta sonra akrabamın yanına yeniden gittim. Akrabam gözümdeki gözlüğü görünce:
“Ooo... Gözlüğün hayırlı olsun. Neden bizden almadın?” dedi sitem ederek.”
“Ne?! Sizin bir de gözlükçü dükkânınız mı var?” dedim hayretle.
“Tabii var. Kardeşimle birlikte açtık.”
“Tüh be! Ama nereden bileyim sizin gözlükçü dükkânınızın olduğunu?”
Akrabam, bir gözlük kaçırmanın üzüntüsü içerisine girdi. Daha da üzülsün diye:
“Bundan başka, bir de yakın gözlüğü yaptırdım.” dedim.
Akrabam yüreğinin ta derinlerinden:
“Yok beee!..” diye ünledi.
“Ne sandın ya…” dedim, devam ettim:
“Aslında geçen gün buraya geldiğimde sana; ‘Tanıdığın bir gözlükçü var mı?’ diye soracaktım.”
Akrabam bana yine sitem ederek:
“Sorsaydın ya…” dedi.
“Soracaktım ama adres sormak, fikir sormak, paraylaydı.”
Akrabam hem biraz utanmış hem de iki gözlük satamamanın üzüntüsü içerisine girmişti.
“Canım senden de mi para alacaktım.”
“Bak,” dedim, “camda hala yazıyor. Bana da mı parayla demeyin! Evet, sana da parayla!”
Mehmet Ali Elçin
YORUMLAR
Çok harika bir hikaye.
Tebessümlerle okudum,
kahkaha ile bitirdim.
Elinize sağlık efendim.