24
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
1739
Okunma
Kalın Karayemiş yaprakları arasından usulca süzülüp geçen Karayelin, üzerleri katranla sıvanmış yağ tenekelerinden oluşan çatıya iyice eğilmiş dalları hoş bir ahenkle sallamasıyla oluşan tıkırtı, ömrünü çoktan doldurmuş eski evin yorgun odalarına hapsolmuş ve sessizliğin mahzun kostümüne bürünmüş loş ve tenha köşelere kadar aheste bir akışla uzanıyor, ardından da yalnız ve mahcup bir finalin hazin realitesinde kaybolup gidiyordu.
Hava, genelin aksine sakindi o gün. Sahildeki kayalıklarla bıkmadan usanmadan oynaşmakta olan küçücük dalgalardan başka bir ses duyulmuyordu köyde. Öfkesi ile meşhur deniz bile, alışılagelmemiş bir durgunluk ve uysallık içindeydi. Sonbaharın finaline doğru yürüyen zaman, doğanın bin bir çeşit yeşil ile boyadığı yamaçlara, bir usta ressamın tuvaline düşürdüğü sıcacık renkler misali, sarıdan kırmızıya uzanan güzellikler serpiştirmeye başlamıştı.
Bu durgun tablo, köyün küçük camisinin alçak minaresinin ahşap şerefesinden yükselen ezan sesi ile bozuldu. Köyün genç imamının saba makamında okuduğu ezan, seyrek evler ve sık ağaçlarla kaplı yamaçlardan yukarılara doğru dalga dalga yayıldı. Az bir zaman sonra da, arazinin sağına soluna serpiştirilmiş eski evlerin küçücük pencerelerinden, birer ikişer soluk ışıkların sızdığı görüldü karanlığın Yoroz istikametine göçe hazırlandığı anlara.
Ezan sesiyle hafif uykusundan uyanan yaşlı kadın, uzun zamandır dizlerini yurt edinen romatizmalarına çok aldırmadı; her sabah yaptığı gibi, usulca mırıldandığı bir şükür duası ile yatağından doğruldu. Camı, gaz yağı ile yanmakta olan bez fitilden çıkan is nedeni ile iyice kararmış, nerede ise kendini aydınlatmakta bile aciz duruma gelmiş idare lambasının soluk ışığında, biraz da el yordamı ile başörtüsünü buldu, yılların büyük bir maharetle gümüş rengine bürüdüğü saçlarını eli ile düzelttikten sonra sıkıca başına bağladı. Patiska geceliğini çıkardı, üzerindeki çiçek desenleri iyice solmuş basma entarisini giydi. Turkuaz yeşili plastik terliklerini, yer yer nasırlaşan ve derin çatlaklar oluşan ayağına geçinirken, hala horultular çıkararak uyumakta olan eşine seslendi.
-Koruci!... Kalk hayde, sabah ezani çoktan okundi.
Eşinin, horlamayı kestiğini ve kıpırdadığını görünce, karyolasının pirinç başlığında asılı duran peştamalını aldı ve arkasına bakmadan yavaşça odadan dışarıya süzüldü. Kapının ahşap ve kaba mandalının gıcırtı ile açılışı, yarı uyur haldeki ihtiyar adamı iyice kendine getirdi.
İyice eskimiş, artık çürümeye yüz tutmuş tahta merdivenlerden, dikkatlice ve el yordamı ile alt kata, mutfak olarak kullandıkları bölüme indi yaşlı kadın. Kapının hemen bitişiğindeki lambanın camını çıkardı, bir kibrit vasıtası ile fitilini tutuşturdu. Sevimsiz bir gaz kokusu ve soluk bir ışık etrafa yayılırken, dolaptan aldığı bir bez vasıtası ile lamba camını sildi ve itina ile yerine yerleştirdi. Siyah, kırmızı ve beyaz renklerin hakim olduğu çubuk desenli peştamalını sıkıca beline bağladı ilkin. Sonra, giriş kapısının hemen arkasındaki tenekelerin birinden, küçük bir bakır maşrapa vasıtası ile aldığı su ile , alel acele abdest alıp, koyun postundan yapılan seccadesi üzerinde, Karadeniz’i arkasına alarak sabah namazına durdu. Namazı bittiğinde, eşi de merdivenlerin nihayetindeki alçak kapıda görünmüştü. Uzun boylu, ak saçlı, ak sakallı adam, başını eğerek alçak tavanlı odaya girdi ve elinde getirdiği giyeceklerini, pencerenin önündeki alçak sedire bıraktı. Hala paçalı donu ve uzun kollu fanilası ileydi. Bir iki esnemeden sonra, üşüdüğünü belli etmek istercesine omuzlarını kaldırdı ve ellerini ovuşturarak su tenekelerine doğru yöneldi.
-Havalar da soğudi. Dedi adam.
-Oyle!.. Sen namazini gıl, ben sobayi aliştirirım ha şimdi.
Eşi abdestini alırken, o da, giriş kapısının hemen karşısında bulunan kuzinenin önündeki kuru zeytin dallarını ve mısır gostellerini (Mısır saplarının kök kısmı) sobaya doldurdu, bir çıra yardımı ile çabucak alıştırdı. Hoş bir ses çıkararak yanan kuru dalların çıtırtısı ve alevlerin rengarenk ışığı küçük odaya yayıldı. Sobanın ön tarafına içi su dolu bir kazan, arka kısmına ise çay demliğini yerleştirdi. Daha sonra da, artık yemekler, sebzeler, meyve kabukları vs. ne buldu ise kazanın içine boca etti. Kendilerinden önce, bitişik odada yaşayan ineklerinin karnının doyması gerekiyordu çünkü.
Anadolu’nun kuzey doğusunda yer alan, sert deniz rüzgarlarına, yoğun yağmurlara alışık sahil köylerindeki tüm evler, birbirine benzer mimari ile inşa edilmiştir. Diğer yörelerin aksine, ekilebilir toprağın az ve bu nedenle de değerli olması;yetiştirilen mısır, fındık, çay, tütün gibi ürünlerin de korunması gerektiğinden; biraz da inançlarının getirdiği mahremiyetin nedeni ile, evlerini hep kendi arazilerinde ve birbirinden uzak kurmuşlardır yöre insanları. Bu durumu da,’silah menzilinin dışında olmak’ diye adlandırmışlardır. Ayrıca tüm bu etkilerin yanında, yakın aralıklarla dik yamaçlardan sahile uzanan küçük derelerde daima içme suyu temin edebilecek gözeler bulunması, bu küçük ama sağlıklı evlerin bir araya kümelenmesini engellemiştir. Bu bölge insanının daima yüksek sesle konuşmasının bir nedeni de, işte bu evler arasındaki uzaklıktır.
Genellikle tarıma müsait olmayan kayalık yamaçlara, ya da tarlaların baş kısmına kuruludur bu ahşap evler. Manzarası ve yönünü doğa şartları belirler, genellikle ön kısmı arazinin eğimine doğru yönlendirilmiştir. Alt kısmında muhakkak iki oda bulunur; bunlardan biri mutfak ve oturma odası, diğeri ise hayvanların barınağı, yani ahırdır. Sıcaklığı koruyabilmesi için genellikle alçak tavanlı imal edilirler.Ahırın üst kısmı, ahşap bir döşeme ile kaplanır; yörede atık bez parçaları kullanılarak örülen kilimler de halı görevini görürler. Bu kısım yatak odası olarak kullanılır. Çünkü bu oda, hayvanların sıcaklığı sayesinde doğal bir ısınma sistemine sahip olmaktadır.
Kadın ineğini karnını doyurup, altını temizlerken; eşi de namazını kıldı, çayı demledi, kahvaltı sofrasını hazırladı. Gün yavaş yavaş ağarırken, kuzinenin hemen önüne kurdukları yer sofrasına karşılıklı oturup; kendi ağaçlarından toplayarak salamura yaptıkları zeytinler; kendi ineklerinin sütünden imal ettikleri tereyağı ve peynir; kendi bahçelerindeki meyvelerden yaptıkları reçelden oluşan yemeklerini, kendilerinin pişirdikleri mısır ekmekleri ile birlikte yediler. Bir taraftan kahvaltılarını yaparken, bir taraftan da o gün yapılacakları planlayıp, iş bölümü yaptılar.
Eşi sofrayı toparlarken, iki kanatlı küçük pencerenin önündeki sedire ilişti usulca Korucu Mehmet. Tarlasında yetiştirdiği ve arasından itina ile seçtiği yapraklardan büyük bir maharetle kıydığı, ardından da tükendikçe gümüş renkli tabakasına yerleştirdiği tütününden bir keyif sigarası sardı.Birkaç nefes çektikten sonra da, her sabah olduğu gibi uzun uzun öksürdü.
-Gocadın gitdın, birakamadun hau mereti. Diye sistem etti eşi yine bulaşıkları yıkarken.
Eşinin olağan sitemlerini duymamazlıktan geldi ve pencereden dışarıya bir göz attı. Bunca yaşına rağmen, hala bir genç insanınki kadar keskin olan bakışları ile, dikkatlice denizin ufkunu taradı. Ak sakalları arasından zorlukla görülebilen dudaklarında, belli belirsiz bir gülümseme gezindi.
- Bu gün deniz güzel, tam Mezgit havasi. Zannederum kısmetimiz açık olacak.
-İnşallah!... Kalın giy sen ama. Hava soğuk, Karayel çarpmasun seni.
-Meraklanma sen. Sıkı giyinirim bu gün. Kayıkta yağmurluğum da var, korur o rüzgardan.
Keyif sigarası faslı sona erince, yaşından beklenmeyecek bir çeviklik ile yerinden doğruldu. İlkin, eski, yer yer yırtık ama oldukça koruyucu olan beresini Başına geçirdi. Sonra, ayaklarına uzun boğazlı çizmelerini çekti; balıkçı yakalı yün kazağının üzerine, keçeden yapılı kalın yeleğini giydi. Akşamdan hazırladığı çıkınını ve karmağını (Üzerinde yaklaşık 60cm ara ile dizili, 25 cm boyunda misinalar ve ucuna asılı kancalara, genellikle İstavritten yapılan yemler takılı, ortalama bin metre boyunda, sağlam naylon ipten yapılan, iki ucunda şamandırası bulunan bir olta sistemi) koltuğunun altına aldı, sesli bir’’Bismillah!’’ çekip, evden ayrıldı.
-Rasgele koruci!...Dikkatli ol!...Kapılma öfkesine Karadenizun.
- Sağ ol!...Diye karşılık verdi arkasına bakmadan. Dikkat ederim. Hoş pek yabanci sayılmaz o bize, taniduktur. Gucağında doğduk,gucağında yetişduk, gucağında ölecuk. Var mi gidecek başka yerumuz? Sana da kolay gelsun hanım!
İhtiyar kadın, eşinin arkasından sahile uzanan dar patika yolun başına kadar yürüdü ve bir süre ardından sevgi ile, gülümseyerek baktı.
-Bu yaşına geldi, şu ander da gaybanayi bırakamadi bi türli. Diye söylendi kendi kendine.
Uzaklaşan eşinin yaktığı yeni sigaranın dumanı hala görebiliyordu. Gün iyice ağarmış; balığa açılan kayıkların motor sesleri köyü kaplamış; komşu kadınlarının uzaktan uzağa, bağırarak yaptıkları sabah sohbetler de duyulur olmuştu.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-03.05.2014-Sumqayıt-Azerbaycan