- 849 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
KIZIL GÖÇ
Hep böyle kanlı mı ayrılıyordu güneş günden? Yoksa bu gördüğü güne akan kızıllar, kendi yaralarının mıydı? Gidişlerin, kalışların, gelişlerin, kalamayışların, gidemeyişlerin tadına bir kez bakanlar, elleri kalmaktan da gitmekten de kesilenler mi görürdü sadece bu katledişi? Kesile kesile küçülür müydü elleri aynı kesile kesile küçülen umutları gibi. Gene boyundan büyük düşünceler almıştı koynuna genç kadın. Bir ellerini ısıtmayı, bir de şu acılı düşünce sevişmelerini arzulamamayı becerememişti ahir ömründe. Bir ahir ömür yetmezdi ki başka ahir ömre yetmeye. Genç bir kadın, kendi yurduna mülteci bir kadın yetemedi, yetemeyecekti.
Suratsız, kibirli bir bozkıra düşmüştü cemreler. Bahar tüm doğurganlığıyla girmişti toprağın yatağına. Şevhetle canlanmıştı toprak yerden göğe. Hercailer bile insafa gelecekti az daha. Kendi hayatından iltica etmiş o kadın güneş izi kalmış dudaklarında bilmediği bir dilin bildiği bir şarkısını mırıldanıyordu, eli yüzü kızıl içinde.
Güneş göçerken günün yüreğinden, öyle bir kızıl bırakıyordu ki gün avuçlarına. Gece karasına sesleniyordu adeta. Öyle karaturuncu kalıyordu gün. Aynı kadın gibi. Günle gece arasına sıkışmış gibi. Yüreğinde bir göç boşluğu.
Nasıl da sinsi geliyordu kara günün yüreğine. Gelip sahibi olmak istiyor günün bedenine. Soyun gir koynuma der gibi. Sevişmelerimiz sustursun tüm sabah seslerini, gündüz kuşlarını. Karış tenime, örtelim tüm günahların üstünü kara kara. Öyle koyu kara olsun ki, gri hayallerimiz bembeyaz görünsün tenlerimizde der gibi. Ben korurum seni tüm gözünü yaşartan ışıklardan, tüm gündüz zebanilerinden, gündüz köpeklerinden. Gel karış tenime, korkalım korkusuzca, özgürce girelim günah kapılarına der gibi. Sustursun tüm göç seslerini gece sesleri. Gel bu gece gündüzden kalma olalım geceye. Uyanık kalalım karanlıkta, karanlığın doğuşuna uyanalım. Başımız ağrısın gene, yıldızlar dönsün bulut başlarında, soda limon tuz karışsın gönüllerince, bir sade kahve yapalım yanına bir de sigara gövdesi ateşe verelim öyle uyanalım geceye der gibi. Günahkar ateşböcekleri vadederim sana. Paslanmış ayışıkları, vicdansız yağmurlar, kimsesiz sokak lambaları vadederim. Gir koynuma, gir ki unut senden göç etmiş o güneşoğlunu der gibi.
Her seferinde kanıyordu gün geceye. Hem de oluk oluk kanıyordu. Kan revan içinde bir ayrılış, kara bir kavuşmaya vesile olmuştu. Öylece gitti gün, çekildi tüm ışıkların bedeninde. Güne mi yetişsin, geceyi mi beklesin karar verememiş bir grinin ortasında kaldı genç kadın. O an gördü sanki içinin rengini. Kararsızdı. Alabildiğince kararsız. Acılı bir kararsız. Ne karaya teslim olacak kadar cesurdu ne günü bekleyecek kadar korkak. Gri ye kapattı gözünü bedeni karaya gömülürken. Yüreği göç verenlere has bir sedayla söyledi son nakaratı. “ Ez u ez man rubiru…”
YORUMLAR
Durmadan hayal kurmak ,abus halden kurtulmak, aşk dileyen dillere cemre’den haber salmak . Doladım dilekleri ağacın dallarına ,besledim de bekledim ulaşsın makamına. Biraz rüşvet verelim esmeyen lodos’una , koşsun ,alsın götürsün, dilenen aşk kuluna.
Beyaz güller topladım en güzel günümüze, her birinden kokular dökelim aşk gününe. Güneşe diz çökelim sıcacık gülüşüne, Aya el sallayalım ,gecemde hep var diye.Olsunlar gece-gündüz her aşkın şahid-liğiine.
Kaç gün geçmiş yıllarımın içinde? Kaç bahar bitirdim, sonbaharın dilinde. Kaç kışa beyaz örtü örtmüştü ,yaratanın diliyle. Usul usul aşk lazım tüm insan fanisine.
Saygılar...