- 504 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Şair Adam
Gülünç ve yorucu bir hikaye bu. Anlatmam gerek. Veyahut düşündüğüm ve icraata geçirdiğim üzre yazmalıyım.
Gece uykusunu sevmeyen bir adamın kısa soluklu öyküsü çalınacak biraz sonra kulağınıza. O, öyle bir adam ki -bunu söylemesem olmaz- tam manasıyla bir şair. Oturuşu, düşünüşü, konuşması, hatta bana usulca bakıp göz kırpması bile şairce. Bundan ne büyük haz aldığını da anlatamam size. Gece gündüz bir buhran anında sanki. Biliyorum, çünkü ben ona ’kendini anlat’ dedikçe kaçmasından belli bu. Seyrelmemi gerektirecek birçok hata yapmış olsa da ondan vazgeçmeyişim de benim deliliğim sanırım.
Güz renkli saydam ağacın altında otururduk sık sık. O, gündüzleri daha çok uyumayı tercih ettiği için akşamları olurdu bu genelde. Onunla vaktin nasıl boyut değiştirdiğini idrak edemediğim her gün bir nebze daha korkuyla dolardım. Asıl amacım, onun iyi olmasını sağlamaksa, neden bu kadar ’ben’ oluyordum onun yanında? Ya da unutuyordum ne varsa? Hepsinin bir yanıtı var. Her sual bir cevap bulacak az sonra.
Geceleri şiir yazardık. Daha doğrusu o şiir, ben de deneme yazardık. (Evet, bu doğru.) Şairlerle iyi anlaştığımı söylerdi bana denememin son cümlesini tamamlarken. Mutlu olurdum, nedensiz. Bana, çapkınca şairliğin dibini taslaması kadar hoşuma giden bir şey varsa, o da onunla sabahın dördüne değin acı kahve içmekti.
Uyandığımızda, tatlı bir muhabbetin dibine vurup uyuyakaldığımızı idrak ederdik. Huzur derdik bunun ismine. Ben onu, o da beni toparlar siler, süpürürdük. Yastıklarımız, hiç baş görmemişçesine kabarık dururdu. Genellikle sabaha bırakılmış yarım fincan kahvelerimizle kahvaltımızı yapardık. Bunun bir önemi yoktu. Hatta ve hatta bunda bile gizli bir huzur yavaşça gelir yerleşirdi sayfalarımıza. O sıralar Loreena McKennitt dinlerdik.
Bazen, gün doğumuna dek uyumadığımız vakitler olurdu. İşte, güneşin ilk çıktığında oluşturduğu kızıllığa dalar giderdik hasır sandalyede oturduğumuz balkonumuzda. İşte, tam da o zaman ondan asla vazgeçemeyeceğimi tekrarlar dururdum içimden. Hatrım kabarık; o şair adamla hep huzurluyduk biz.
Süsten yoksun bahçemize, ilk çiçek tomurcuklarını serpiştirdiğimizde de, iyi ki o var, diyordum usulca kendime. O, her ne kadar sessiz kalmayı tercih etse de her defasında, ben anlıyordum; ’şairlik zor’dur diyordum.
Günün, bir akşamüstünde, ektiğimiz orkideler filizlenmeye başlamışken hikaye bitti. Güldüm, çok neşeliydim. Hatta o kadar büyük kahkahalar atıyordum ki, çevremizdekiler de bir şey var sanıp etrafımıza toplanmışlardı. İyiydim, gün geceye ağmaya çalışıyordu. Gün boyu çiseleyen yağmurun pembe tanecikleri vardı gökyüzünde. Burnuma taze nem yemiş toprak kokusu doluyordu. Huzurluydum. Ben, o şair ruhlu adamın hem olup hem olmayışıyla mutluydum. Garipti, hatta hiç yok gibiydi çoğu zaman fakat ben hep huzurluydum.
Dedim ya, herhangi bir akşamüstünün, herhangi bir anında, o yok oldu. Orada, açmaya çalışan orkidelerin orta yerinde birdenbire hiç var olmamışçasına silindi hayatımdan. Olsun. Huzurum, onun ellerinin değdiği çiçeklerle, yarım bıraktığı kahve fincanıyla, hatta o mor mürekkepli kalemiyle yerli yerinde. Şimdi, böyle anlatınca onun olmamasına imkan var mı diye düşünmemek olanaksız.
Şair adam aslında hiç olmamışçasına var; bir o kadar dingin, bir o kadar canlı. Hem de hiç yazmamışçasına, hiç kahve yudumlamamışçasına, hiç bensiz yaşamamışçasına var.
Hiç...
Nisan/14