ruhum
Beyaz tüldeki sayısız boşluktan geçen günışığının, yüzüme verdiği sıcak bir keyifle pencerede durmuş, yoldan geçen kadınlara bakıyordum. Ne kadınlar vardı? Bir tanesi yolunu şaşırıp kapımı çalmaz mı? İşte tam bu sırada ensemde bir ürperme hissettim. Daha çok enseme üflenmiş soğuk bir nefes.
Ne oluyor lan? diyerek arkamı döndüğümde gördüm onu. Benden birkaç adım ötede. Neredeyse tamamen şeffaftı. Parlak bir ışığın içine hapsedilmişti kendi kopyam. Arkasındaki duvarı ve duvardaki saatin kaçı gösterdiğini görebiliyordum. “Allahım aklımı koru,” dedim. Ve birkaç adım geri çekilip sırtımı pencereye dayadım.
“Sakin ol,” dedi bana, ben.
“Nesin sen? Şimdi kalp krizi geçiricem!”
“Hiçbir şey olmayacak. Korkma, otur şuraya.”
Dediğini yaptım. Bir sandalye çekip oturdum. Neydi şimdi bu?
“Ben senin ruhunum.”
“Anlamadım? Nasıl ruh? Ruh benim içimde değil mi?”
“Hayır, ruh hiçbir zaman içinde olmadı. Sen sadece bir bedensin ve ben seninle iletişim kurmak için perispriyi kullanıyorum.”
“Hiçbir şey anlamıyorum. Ruh nasıl içimde olmaz? Perispri mi? O da ne?”
“Tanrım, tam bir aptalsın! Kabaca şöyle, bir insan heykeli düşün, onu yapan zeki varlık heykelin içinde mi? İnsan, heykelin zamana yayılmış hareketli bir kopyasıdır. Şu an gördüğün perispri, yani ruhun bedenle arasındaki bağı. Beynini vücuda bağlayan boynun gibi düşün. Boynun olmadan kafan vücudunda durabilir mi? İşte şu an deduble olmuş kendi halini görüyorsun. Böylece seninle iletişim kuruyorum.”
“İyi de neden?”
“Çünkü gerizekalısın! Senin yüzünden tekamül sürem uzadıkça uzuyor.”
“İyi de ben ne yaptım?”
“Her şeyi yanlış yapıyorsun! Kırk yaşındasın! Bir iş bulup aile kurman gerekirdi. Kumarbaz, alkolik, kadın düşkünü avare bir adam oldun. Tamamen dünyevi zevklere döndün. Bin yıldır hiç değişmez mi insan?”
“Bilmiyordum. Hiçbir şey hatırlamıyorum.”
“Bu normal, aslında seninle iletişim kurmam ve sana bunları hatırlatmam yasak. Ancak senin gibi bir beyinsiz yüzünden sıkışıp kaldım. Benim seviyemdeki ruhlar çoktan dördüncü boyuta geçti.”
“Anlamıyorum, sen bensin. Ben, kendi ruhumla, yani sen ruhum, benimle mi konuşuyorsun?”
“Sonunda biraz zeka parıltısı belirdi. Üzerindeki kalın küfü ovalamamız gerekecek anlaşılan.”
“Ben daha önce yaşadıysam neden hatırlamıyorum?”
“Çok doğal, fazla uzağa gitmeyelim. Annenden süt emdiğini hatırlıyor musun?”
“Hayır.”
“Dün sabah otobüste gördüğün insanları hatırlıyor musun?”
“Hayır.”
“Bak işte! Hatırlamaman, süt emmediğin anlamına gelmez. Ya da otobüse binmediğin. Eski hayatlarını hatırlayan insanlar olsaydı, mesela katiller, katil olduklarını bu hayatlarında yine bilselerdi, hayatlarına nasıl devam ederlerdi? Onların katil olduklarını bilen çevrelerindeki insanlar onları dışlamaz mıydı? O zaman tekamülün ne anlamı kalırdı?”
“Tanrım, delirmek üzereyim.”
“Neyse, kendine çeki düzen ver. Bir şeyler yap. Ama hayatını değiştir. Bunun için kaç defa daha ölmen gerek?”
Elimi uzatıp karşımdaki ışık hüzmesine, bana dokundum. Koluna dokunduğum an kendi koluma birisi dokunmuş gibi hissettim.
“Ben ne anlatıyorum sen neler yapıyorsun? Adam olmayacak mısın lan sen?”
“Anladım, peki neden işleri biraz kolaylaştırmıyoruz?”
“Ne gibi?”
“Sen bana yarınki at yarışı, ya da loto sonuçlarını ver. Ben de rahat ve zengin bir hayat içinde senin istediklerini yapayım.”
“Sen adam olmazsın! Sana ulvi şeylerden, paradan sonsuz kat daha değerli şeylerden bahsediyorum senin benden istediğine bak! Sana dünyevi zevkleri azaltmanı söylüyorum. Kalın kafalı!”
“Hayat kolay mı sanıyorsun? Kira ödüyorum, iş bulmaksa ayrı bir dert!”
“Bir eşşek bile daha kolay anlıyor,” dedi ve üzerime yürüdü. Korkuyla sandalyede geriye yaslandım. Fakat üzerime gelmeye devam etti. Ve sanki ben orada yokmuşum gibi gelip kucağıma oturduğunda birden ürperdim.
Evet, doktor. Sizce deliriyor muyum?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.