- 734 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Cumartesi gecesi... (Nalân)
Tik, tak, tik tak!... saat gece yarısı olmuş. Sağ kolumun üzerine yatmışım, öylece odayı süzüyorum baştan aşağı. Duvarda asılı, sesine uyuz olduğum ama ahşap çerçevesini sevdiğim saatin tik tak ları... Yanıbaşımda, az önce içinde ikinci dal sigarayı söndürdüğüm kokusu dayanılmaz kötü kokan kül tablası. Yatağım pencereye yakın olduğu için kafama deyen ve ara ara sağa, sola, aşağı çekiştirdiğim perdenin küpürleri ve elimin altında okumam için bekleyen ’seçme öyküler’ kitabı... Sıkıntıdan patlamak üzereyken kendimi televizyonun karşısında buluyorum. Kumanda elimde hızlıca kanalları geziyorum bir şey yok! Sonra bir müzik kanalı açtım; klarnet sesi doldu bütün eve. Ocağı yakıp çay suyu koydum klarnetin sesine eşlik ederek... ra ra ra raaa, ra ra raaaa.... Oturdum mutfaktaki yemek masasına, elimde telefonum rehberi geziyorum...
-Annem,
-Aslı,
-Ayşe,
-Ahmet,
-Burak,
-Babam,
-Cengiz,
-Celil...
Sonra biraz tuşa hızlı basmış olmalıyım ki, rehber birden sonlara geldi ve Nalân! Bitişikteki komşumuzun kızı Nalân. Uzun boylu, esmer tenine uyumlu sarı saçları, zeytin karası gözleri, hafif balık etli Nalân. Geçen yazın başlarında bi flörtümüz olmuştu onunla. Beş ay kadar sürmüştü.
Günlerden Cumartesiydi hiç unutmam! İş yerindeyim çıkmama daha yarım saat var. Dükkanın önüne bir tabure atıp sigara yaktım. Benden önce çıkan arkadaşları tek tek iyi akşamlar dileklerimle yolluyorum. Bizim çaycının da bu saatlerde pek taze çayı bulunmaz ama bu nalet de çaysız gitmiyor! ’Birol abii bir çay abi’ sigaram yarıya geldiğinde çay ancak yetişebildi. Hava iyice kararmaya durmuştu. Dükkanlar yavaş yavaş kepenk kapatıyordu. Çayımı son kez yudumlayıp bende kalktım. Dükkandan içeriye girerken arkamdan bir ses;
’Erol iyi akşamlar’ diyor...
Bir bayan sesi bu. Sanki tanıdık! Evet evet, bu o! Yani Nalân.
’İyi akşamlar Nalân’ salmıyorum hemen, lafı uzatıyorum.
-Nasılsın? Ne yapıyosun?
Nalân biraz yorulmuş gibiydi halinden belliydi yaklaştı yanıma.
’ iyiyim teşekkür ederim. Bu gün çok yordular beni. Zaten moralim de bozuk hepsi üst üste geldi’
-Gel içeri vaktin varsa oturalım biraz.
Bu yorgunluktan çok can sıkıntısıydı. Ki zaten yüzünden okunuyordu kafasını bir şeye fena takmış bu. Karşılıklı oturduk, aramızda küçük büro masası. Kolundan çantasını çıkartıp masaya koydu. İçinde bir şey arıyordu ve önce çakmağı buldu. Ceketimin iç cebinden sigara paketini kaptığım gibi uzattım hemen bir tane. Yaktı. Beklenen soru geç de olsa geldi;
’Ee sen nasılsın? Neler yapıyosun?’ Dedi.
-Gördüğün gibi Nalân. Sabah iş, akşam ev. Bilirsin beni sokaklarla pek işim olmaz. Kafa dinlemeyi severim.
’Bilirim biliiirr. Bilmez olur muyum hiç. Hatırlarsan bir keresinde sizin pencerede seni kendi kendine konuşurken yakalamıştım. Diyor. Gülüşüyoruz...
- Evet yaa. Hiç sorma valla neydi o akşam?
’Eee ben sana demedim mi yalnızlık başa beladır diye?’
-Dedin Nalân, dedin de yok işte. Kafa dengi bulmak çok zor.
’Hadi canım ordan. Sen istesen bulursun. Hem senden iyisini mi bulacak yellozlar!’ yine gülüşmeler gırla gidiyor...
Bizim sohbet iyiden iyiye koyulaşmaya başladı o sıra. İkinci sigara, üçüncü sigara derken bir ara gözüm masada duran dijital saate takıldı sekizi geçiyor... Dükkanı kapatmam gerekiyordu ama Nalân’a da kalkalım demeye dilim varmıyordu. Allah biliyor hoşlanıyordum da ondan. Erkek gibi kızdı ama çokta güzeldi Allah için. Nerede nasıl konuşulacağını, oturmasını, kalkmasını iyi biliyordu. Öyle bu saatlerde de herkesin yanına gidip oturan biri değildi. Beni iyi tanırdı o. ’Bizim ne varsa dilimizde var’ derdi Annem gibi. Bir ara sus pus olduk ikimizde. Sanki birbirimize söylemek isteyipte söyleyemediğimiz bir sırrımız varmış gibi sustuk...
’Ee yarın ne yapıyosun Nalân? Yarın Pazar. Tatil.’ Diye bozuyorum sessizliği.
’Yarın bütün gün evdeyim Erol. Zaten bizimkiler de yok biliyorsun. Oturup keyfime bakarım akşama kadar’
Babası uzun yıllar önce terk etmiş onları. Muğla’ya mı bi yere yerleşmiş. Nalân’lar üç kız kardeş ikisi evlenip gitmişler. Nalân ortanca kardeş, evlenmemiş.
’Evlenip de başıma ne sıkıntı alacam’ deyip dururmuş her konusu açıldığında. Annesi ve bir de Anaanesiyle beraber yaşıyorlardı.
’Sen ne zaman gideceksin eve?’ Dedi.
-Birazdan çıkarım ben de. Hatta istersen biraz daha bekle dükkanı kapatayım birlikte çıkalım. Hem araba da var, yorulma. Zaten saatte epey geç oldu.
’Olur’ Dedi.
Masadaki kül tablasını boşaltıp ışıkları kapattım. Nalân arabanın başında beni bekliyordu. Çıktım bende kepenkleri indirdim ön kapıyı açarak buyur ettim arabaya Nalân’ı. ’mersi’ dediğini duydum ama şunu bir türlü sevemedim gitti.
Kadınların ’mersi’ deyişlerini pek samimi bulmuyorum nedense. Geçtim direksiyona yola koyulduk. Ağır ağır sürüyorum ben arabayı 20-30 km hız. Sol camı iki parmak indirdim, sigara yaktım.
’Sende mi benim gibi çok içiyorsun Erol?’
-Yok. Aslında iki günde bir paket içiyorum ama çok nadirdir arada kaçırıyorum iki, üç fazla.
’Olsun sen yine de az içmeye bak. Hem biraz da kilo al. Ne o öyle çok zayıfsın. Bence sen en az bi 7-8 kilo almalısın.’
- Nerdeee bir oturuşta bir buçuk ekmek yerim ama yine aynıyım değişen bir şey yok.
’ O zaman hafta sonları iki biraz iç. En azından göbek yaparsın.’ gülüşmeler...
-Ben pek içki içemem. İçtiğim olursa da votka yada viskiden başka içmem.
’ İyi madem sen bilirsin’ diyor Nalân ve yine sus pus dakikalar...
Eve yaklaştık. Sokağı dönünce evlerimiz. Evin önüne park ettim arabayı. Nalân arabadan benden önce indi.
’Erol herşey için sağol iyi geceler’
-Rica ederim ne demek. Sende sağol iyi geceler...
Arabanın torpido gözünden almam gereken eşyalarım vardı. Tavan lambasını yaktım. Torpidoya uzanırken Nalân’ın oturduğu koltukta 100 TL duruyordu! Gıcır gıcır yıpranmamış. Belli ki bu parayı Nalân düşürmüştü çünkü kot pantolonu vardı üzerinde. Muhtemelen cebinden düştü. Hemen telefona sarıldım arayıp parasını düşürdüğünü söyleyecektim ama sonra vazgeçtim. Nasılsa birazdan ben de aynı binanın kapısından gireceğim. Geçerken bırakırım. Arabayı kilitleyip çıktım ikinci kata. Önce zili çalıp çalmamak arasında terettüt ettim ama sormalıydım, vermeliydim parasını kıza.
Ding donngg! ’Kim oo?’
-Benim Nalân.Erol.
Kapıyı açtığında yüz ifadesi tam bir şaşkınlık ve birazda utanç meydanı gibiydi. Elimdeki paraya baktı önce sonra yüzüme. ’Bu ne?’ Dedi.
-Galiba bunu sen düşürdün. Az önce arabada buldum senin oturduğun koltukta.
’Aaa inanmıyoruuum. Dur bi bakayım çantama koymuş muyum ben parayı. Gelirken ATM’den çekmiştim.
’Evet ortada muhtemel bir sonuç yoktu. Kesin bir sonuç vardı ki, para Nalân’ındı. Koşarak geldi odadan.
’Evet Erol gerçekten benimmiş, ben düşürmüşüm. Hay benim salak kafam! İşten gelirken ATM’den çekmiştim parayı’.
Ziyanı yok. Sonuçta bulduk paranı.
’Ayy çok sağol yaa, yoksa n’apardım yarın ben?’
- Neyse tekrar iyi geceler sana Nalân. Ben daha eve girip yemek hazırlayacam. Bizimkiler de aile boyu tatildeler. Bir hafta daha bekarım senin anlayacağın. Sessiz gülüşmeler...
Bileğimden tuttuğu gibi çekiyor beni içeriye!
’Geç şuraya. Madem sende benim gibisin niye söylemiyosun aç olduğunu?’
-Yahu ben yaparım yemek filan. Elimden gelir hepsi evelallah.
’Ya gel işte deli etme insanı. Yemeğimizi yiyelim şurada güzel güzel. Hadi geç.’ Diyor.
Ayakkabılarımı çıkardım orta holde bekliyorum. Yıllardır evlerine ilk defa giriyordum.
’Erooll televizyonlu odaya geç hemen geliyorum ben’ -Tamam. Diyorum ve geçiyorum odaya.
Televizyonda müzik kanalı açıktı. Eli çabuk, hamarat kız maşaallah. Beş dakikada sofrayı kurdu önüme. Yine karşılıklı oturuyoruz. Odada sadece kaşık, çatal sesleri, bir de televizyon... Çorbadan ikinci kaşığı aldığımda tuzunun bana göre az olduğunu tattım ve tuza uzanırken sanki hazırdı. Hemen uzattı tek hamlede. O an gözgöze geldiğimizde içimde sanki heyelan oluştu bir tuhaf oldum. Ne güzeldi gözleri de kapkara, zeytin gibi... Yemeğimiz bitti. Sofrayı toparlıyordu Nalân. Bende ayaklandım kendi tabağımı, kaşığımı götürdüm mutfağa.
’Erol bırakır mısın lütfen? Ben topluyorum.’
-Olsun canım ne var ki? Bu arada ellerine sağlık çorba ve kızartmalar çok güzel olmuş.
’Afiyet olsun. Daha tatlımız da var sırada.’
-Yok ama ben tatlı yemesem?
’Aaa nedenmiş o?’
-Tatlının her çeşidini severim ama şuan yiyesim yok Nalân.
’Peki o zaman sen bilirsin. Ama çay içeriz değil mi?’
-İçeriz elbette.
Ben tekrar odaya geçtim. Ne güzel anlaşıyorduk hem de ne güzel! Bir an onu ’Karım’ olarak düşledim bu müthiş bir duyguydu benim için. Geldi oturdu yanıma. Birer sigara yaktık yemeğin üstüne iyi gidiyor. O an bir şey dikkatimi çekti; televizyonun üzerinde duran çerçevedeki aile fotoğrafı. Sanırım çok eski değildi. Nalân’ın saçları siyahtı fotoğrafta, şimdiyse sarı. Çaylarımız bitmişti. Ben kalkmak için hazırlanıyorum.
’Bi çay daha içsene’
-Çok sağol Nalân. Gideyim. Hem çok geç oldu, yorgunum da.
Ama şunu söylemeden olmaz. Bir gün hayatıma bir kadını sokmak isteseydim bu, en başta Nalân olurdu. Çünkü ona karşı ayrı bi zaafım vardı. Çok içtendi. Dobra, güzel, düzeni tertibi iyi bilen bir kadındı Nalân. Yani sizin anlayacağınız Nalân gibi Nalân dı. Aklımda çerçevede gördüğüm siyah saçlı Nalân ile şuan yanımdaki sarı saçlı Nalân vardı.
Dış kapıya doğru yürüyoruz. Holün ışığını yaktı Nalân. Esmer tenine nasıl da yakışıyor sarı saçları. Ne olduysa bir anda oldu! Ne ben kelimeleri hazırladım söylemek için, nede Nalân beklemiyordu böyle bir şey. Kapıyı açmak için eli kapının kolunda benim hazırlanmamı bekliyor Nalân. Hazırım. Kafamı kaldırıp Nalân’a iyi geceler demek için son bir nefes alışımı ’Sarı saçların daha bi güzel’ diyerek geri verdim!
Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi olmuştu bizim Nalân’ın. Bense ne dediğimin şaşkınlığıyla kapının kolunu tutmuşum ki açıp da gideyim. Oysa kapının kolunu değil Nalân’ın elini sıkmışım!
İşte ne olduysa orada oldu. Önce gözlerimiz, sonra ellerimiz ve esmer buğday tenlerimiz birleşti bir Cumartesi gecesi!...
Dolu dolu tam 5 ay sürmüştü ilişkimiz. Zaten aileler gelene kadar her gün her gece beraberdik. Sanki 5 ay değil de 5 yıllık evli çift gibiydik. Aradan 1 hafta geçti ve aileler döndü tatilden.
Biz tabi Nalân’la yine eskisi gibi mesafeli konuşmalar filan... Yoksa konu komşunun diline düşmektense eşekten düşmeyi yeğlerim. Seviyorduk ama biz. Hani derler ya adam gibi! Aynen öyle.
Evlenecektik seninle bu yaz Nalân. Erkek çocuğumuz olsaydı adını ’Azad’ koyacaktık herkesi affetsin diye. Kızımız olsaydı ’öykü’ olacaktı bizim öykümüzü yaşatsın diye. Ama sen yanlış yaptın be Nalân! Beni kendine perçinleyip nasıl da çekip gittin? Hani sen de benim gibi sözünün eriydin? Hani ben senin yeşil gözlü şairindim? Biz çok mutlu olacaktık Nalân, azrailin peşine takılıp gitmeseydin!...
Cıısss!... Diye bir sesle hopluyorum masadan!
Çay suyu taşmış,
Ocak sönmüş,
Klarnet susmuş...
’’Hayalsiz yaşamak şablonsuz bir tasarıma benzer...’’
24.04.2014
03:45
Erol Almak
Not: Bu hikayem tamamiyle hayal ürünüdür.
YORUMLAR
Erol Yaşadıkça
Erol Yaşadıkça
su gibi aktı yazı, ne güzeldi...ama bir tutam hayatın da dediği gibi, keşke azraille bitirmeseydin sonunu...hem biz Türk filmlerinden alışığız mutlu sonlara:)
Erol Yaşadıkça
Ya arkadaş,
her şeyi güzel yazdın da,
sonuna şu Azrail'i eklemesen olmaz mıydı?
Güzel bir hikaye.