- 1313 Okunma
- 10 Yorum
- 1 Beğeni
ŞU ERMENİ MESELESİNE BİR DE BİZ DOKUNALIM BAKALIM -3-
Osmanlı Devletindeki gerileme 1774 Tarihindeki Küçük Kaynarca Antlaşması ile artık gerileme olmaktan çıkmış resmen bir çökme dönemi başlamıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti çok büyük toprak kayıpları yaşamamış olmakla birlikte Kırım Osmanlı Devleti’nden Rusya’ya geçmiş ve Osmanlı Devleti ilk kez savaş tazminatı ödemiştir. Ama asıl vahim hadise bunlar değildir.
Asıl vahim hadiseye geçmeden önce hemen bir tespit yapalım. Biz genelde yabancı devletler için ’Elin Gavuru ’ ifadesini kullanırız ya biz maalesef kendi hükümdarlarımıza ’ Deli, hatta zırdeli ’ Ünvanlarını layık görürken Elin Gavuru - bizim deli dediğimiz- Kendi hükümdarlarına ’ Büyük ’ Derler. Bizim için Deli Petro olan Rus çarı Ruslar için Büyük Petrodur. Bu Büyük Petro ölmeden önce -kendisinden sonra gelecek Rus çar ya da çariçeleri için- bir vasiyet bırakmıştır. Bu vasiyetin en önemli maddesi ise ’ Mutlaka ve mutlaka Akdeniz’e inmek’ tir. Bunun için en önemli engel Osmanlı Devleti olduğu için de bu devlet mutlaka parçalanmalı ve yıkılmalıdır.
Büyük Petro’nun bu vasiyeti kendinden sonra gelenler içinde Çariçe II. Katherina tarafından yerine getirilmiş, nice nice erkeklerin yani çarların yapamadığını bir kadın yaparak tabiri caizse Osmanlı Devleti’nin anasını bellemiştir.Yani ’Kadının fendi erkeği yenmiştir’ Diyeyim de kadınlar biraz kendilerine pay çıkarsın.
Osmanlı Devleti’ne Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzalatan Çariçe II. Katherina bu antlaşma ile Rusların Boğazlardan serbestçe geçme hakkını da ele almıştır. Ama daha da vahimi vardır: Bu antlaşma ile Ruslar aynı zamanda Osmanlı hakimiyetinde yaşayan tüm ortodoks hrıstiyanların koruyucusu olmuştur. Yani bundan böyle ortodoks hrıstiyanların hakları bahanesiyle rahatça Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışabilecektir.
1774 de Rusların böyle bir hak elde etmesi başlarda İngiltere ve Fransa’yı pek telaşa düşürmediyse de daha sonraları Rusya’nın amacının Akdeniz’e inmek ve özellikle İngiltere’nin sömürgelerini ( Bihassa Hindistanı ) Ele geçirmek olduğunu görünce kendileri için yaklaşan tehlikenin farkına vardılar.
Gerçekten de Rusya tehlikeli olmaya başlamıştı. 1823 yılına gelindiğinde Rusya’nın İran’ı işgal etmesi bu tehlikenin boyutlarını gösterdiği gibi yine Rusya doğuda olduğu gibi Batıda da tehlikeli girişimlerde bulunarak Balkan milletlerini Osmanlılara karşı harekete geçirmiş, bunun sonucu olarak önce Sırpların daha sonra da Yunanlıların Osmanlı Devletine karşı ayaklanmalarını sağlamıştı. Hatta Bükreş Antlaşması ile Sırplar lehine pek çok imtiyazlar elde edilmiş ve bağımsız Sırbistan Devleti için ilk adımlar atılmıştı.
1823 e dönelim tekrar. Çar Petro’nun vasiyeti harfi harfine uygulanıyor, batıda Sırp ve Yunanlar harekete geçirilirken 1823te -kendilerine bağımsız bir Ermenistan vaadedilen Ermeniler de İran’ın işgali için Rus ordularında gönüllü olarak savaşa giriyorlardı. Yani Deli ( Büyük ) Petronun diktiği fidan meyvelerini vermeye başlamıştı.
İran’ın 1823teki işgal edilmesi olayı üzerine İran Şahı, Osmanlı Sultanı olan II. Mahmut’u uyardı. II. Mahmut da zaten Balkanlardaki durumdan haberdar olduğu gibi Ermenilerden de aleyhte bir faaliyet beklemekteydi. Ama yine de Millet-i sadıka denen bu milletin devlete bağlı olup olmadıklarını test etmesi gerekiyordu.
Osmanlı Ermenileri genelde Gregoryen mezhebine bağlı olmakla birlikte içlerinde Katolik ve Protestan olanlar da vardı ve kendi aralarında sık sık mezhep kavgaları olmaktaydı. Fransa’nın tüm Ermenileri katolik yapma girişimleri başarıya ulaşamamış, Vatikan, katolikler dışındaki tüm ermenileri afaroz etmişti.Katolik Ermenilerin rahatça yaşayabildikleri tek ülke Osmanlı Devleti olduğu için de özellikle şehirlere önemli ölçüde göç olmuştu ama katolik Ermenileri Gregoryen Ermeniler de pek istemiyorlardı.
Ayak sesleri duyulmaya başlanan Osmanlı-Rus savaşı öncesinde Padişah II. Mahmut ermenilerden emin olmak istiyordu. Bunun için de Ermeni Partiğini huzuruna çağırdı.
Bundan sonrasını doğrudan doğruya bir katolik Ermeni Rahibi olan Gamidas Çarkçıyan’dan dinleyelim. ( Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler- Kesit yayınları-1953)
II. Mahmut Gregoryen olan Ermeni Patriğine Ruslarla bir savaş çıkarsa Ermenilerin bir isyan çıkarmayacağına dair Ermeni tebaasına kefil olup olamayacağını sordu. Patriğin verdiği cevap aynen şuydu: ’ Ben ancak beni patrik olarak tanıyanlara kefil olabilirim’ Yani ’Gregoryenler isyan etmez ama katolikler edebilir ve ben bunun sorumluluğunu almıyorum. Onlar bana bağlı değiller zaten.Başkentte ( İstanbul) Giderek artan bu Katolikler geldikleri şehirlere sürülürse diğer Ermeniler için kefil olurum. ’
Sonrasında patriğin de dayatması neticesinde Padişah II. Mahmut Ermenilerle ilgili meşhur tehcir kanununu çıkardı. (29 Aralık 1827) Böylece Ermenilerin Türk hakimiyetindeki ilk, kendi genel tarhlerindeki üçüncü tehcir olayı başlamış oldu. ( İlki hatırlanacağı üzere Bizans İmparatoru II. Basileos zamanında 1022 de ,II.ise Yine Bizans İmparatorluğu döneminde IX. Konstantin zamanında yaşanmıştı ) Ancak bu tehcirin önemli bir özelliği vardı. Göçe tabi tutulanlar Ermenilerin Geregoryen mezhebi dışında kalanlarıydı ve bir başka özellik : Ermeni , Ermeniyi tehcir ediyordu her ne kadar son karar Osmanlı Padişahının Fermanı ile olsa da.
Peki bu tehcir sadece bu kadar mıdır? Hayır. Tehcire uğrayanların başına gelenler de oldukça ilginçtir ve bana kalırsa Ermeniler , Türklerin 1915te yaptığı tehcirin hesabından önce kendi kendilerine yaptıkları bu tehcirin hesabını vermelidirler.
Tehcir Kanunu 29 Aralık 1827de çıkar ama tehcir olayı 10 Ocak 1828de başlar. İlk tehcir edilenler İzmit’e gelirler fakat burada müslüman Türkler tarafından himaye edilir hatta konaklarda ağırlanırlar. Bunun üzerine Patrik İzmit’e koşar ve valiye şikayette bulunarak tehcirin uygulanmasını ister.
Gregoryen Ermenisi olan ve mübaşir unvanı ile görev yapan Ermeniler nezaretinde Giresun’a getirilen Ermenilerin durumu ve yaşadıkları perişanlık Giresun Müslünanlarını üzer ve mübaşirlerle aralarında şiddetli münakaşalar olur. Erzuruım valisi ise Giresun’a haber salıp katolik Ermeni keşişlerinin kelepçelerinin çıkarılmasını emrettiği gibi padişaha dilekçe yazarak üç bin hane Ermeninin affedilmesini sağlar. Bitlis’te müslüman Türk halkı mübaşirlerin elinden şehrin keşişini zorla alırlar. Trabzon ve Bitlis valileri Galip ve Bektaş Beyler katolik Ermenileri himaye ettikleri için çeşitli entrikalarla görevlerinden alınırlar.
Sonunda II. Mahmut da bu olayın bir mezhep kavgası olduğunun farkına varır ve kendisini yanlış yönlendirenleri bir bir sürgün cezaları ile cezalandırdığı gibi ermeni kiliselerini ayırarak katoliklere de kendi kiliselerini kurma izni ve hakkı verir. Yani tehcir olayını bitirdiği gibi Ermenilerin mezhep çatışmalarını önlemek için kiliselerinin ayrılmasına izin verir ( Böylece Ermeniler arasında ileride kurulabilecek birlik ve beraberliğin de önüne geçmeye çalıştığı söylenebilir rahatlıkla)
Görüldüğü gibi Türkiye’de 1915ten önce de bir Ermeni tehciri olayı yaşanmıştır ama bu daha çok Ermeninin Ermeniyi tehciri şeklinde olmuştur ancak böyle bir olayın yaşanmış olması Ermenilerin kolay işlenebilecek bir maden olduğunu göstermesi açısından Avrupanın iki devleti için güzel bir uyarıcı olduğu gibi Ermeni meselesi konusunda hep gözardı edilen bir diğer devleti de harekete geçirmiştir: Amerika Birleşik Devletleri...
Evet ’ Ermeni Meselesi ’ dediğimiz zaman hep papağan gibi aynı şeyleri söyleriz, okullarımızda da hep aynı şeyleri anlatırız: ’Rusların kışkırtması ile harekete geçen Ermeniler...’ Rusların kışkırtmları elbette ki var hatta bu gailenin başımıza sarılmasında birinci etken onlar. İkinci etken sömürgelerini korumaya çalışan İngiltere, Üçüncü etken İngiltere’nin, Avrupa’nın tek süper gücü olmasını istemeyen Fransa ama dördüncü etkeni hep atlarız nedense: Dünyanın süper gücü olmak için yavaş, sabırlı ama kararlı ve emin adımlar atmakta olan ABD...Hep göz ardı ederiz onun Türkiye topraklarında açtırmış olduğu sayısız misyoner okullarını ( Yanlış hatırlamıyorsam 1860-1870 yıllarında Osmanlı hakimiyetindeki topraklarda 857 tane Özel Amerikan okulu vardır ki 1863 te kurulan Robert Koleji bunlardan sadece bir tanesidir. En çok okulu bulunan yer ise İstanbul’dan sonra ilginçtir ki Tarsustur. (Sayı aklımda yanlış kalmış olabilir ama yüzlerce okul açtırdığı kesindir. )
1893’te Zühdü Paşa tarafından Sultan 2. Abdülhamid’e takdim edilen raporda Osmanlı sınırları içinde bulunan 413’ü yabancı 4.547 okuldan 4.049’unun ruhsatsız olduğu ifade edilmiştir. 1860 larda sadece Amerikalıların 857 tane okulu varken bu sayı genelde nasıl 413 e düşmüştür diye sorulabilir. Gayet açık : Faaliyetlerinde istenilen başarı elde edilemeyen okulları kapatmışlardır tabii ki.Öte taraftan Bir sonraki paragrafta da görüleceği üzere - sanırım padişahı daha fazla üzmemek için- II. Abdülhamit döneminde yapılan bu sayımda rakamlar az gösterilmiştir.
1911 yılına gelindiğinde Osmanlı topraklarında yabancılara ait 10 yüksekokul, 46 lise ve 1.450 ilkokul vardı ayrıca Rumların 3500, Ermenilerin ise 2500 tane okulu bulunmaktaydı.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında okuma yazma bilenlerin oranının % 17 olduğunu, İlk Ermeni matbaasının 1567de İstanbul’da Sivaslı Apkar adında bir Ermeni tarafından kurulduğunu ( Yani ilk Osmanlı matbaasının açıldığı 1727 den 160 sene önce ) göz önünde bulundurursak bizim Ermeni Meselesi konusunda niçin sınıfta kaldığımız daha net anlaşılmaz mı?
Not: resimde 1888 yılında Tarsus’ta açılan Amerikan Kolejini görmektesiniz.
DEVAM EDECEK....
YORUMLAR
Bir olay anlatacağım bugün başıma gelen ve hemen her konuda durduğumuz yeri göstermesi anlamında bir örnek olacağını düşünüyorum.İş yerinden bir arkadaşım arıyor.Başka bir arkadaşımın yardımcı hizmetler kadrosundan genel idareye geçtiğini üstelik veri hazırlama kadrosununda verildiğine dair bir duyum aldıklarını doğru olup olmadığını teyit içinde işin içindeki birimde çalışan biri olan beni aradığın söylüyor.Gülüyorum hani gidip istenerek böyle bir geçiş olmaz.Gidip istemiş vermişler üstelik ikramiye olarak ünvanda vermişler hani böyle bir şey varsa bende gidicem diyerek beni arıyor arkadaşım.Güzel bir dedikoduymuş diyerek arkadaşın hayallerini yıkıyorum.Bir deli bir kuyuya taş atar kırk akıllı çıkaramaz ya da kulaktan kulağa oynamayı pek severiz e kim okuyacak araştıracak sonuçta değil mi ? Dedi ki, demiş ki en favori bilgi kaynaığımız bizim.En basit konudan en ciddi konuya kadar da geniş bir yelpazemiz var bu konuda.Bu bölümde daha bir açmışsınız konuyu ve daha bir netleşmeye başlıyor konu şekil itibariyle.Hiristiyanlıkta mezhep çatışmalarının da hani şimdi bizi birbirimize düşürmek için çalıyanların pekte güleceği kadar masum geçtiği söylenemezmiş demekki birbirlerine gözlerini kırpmadan sürgün etmek,öldürmekten çekinmemiş çekinmeyen insanlara yine türklerin merhametli davrandığınıda görüyoruz.Ama it iti ısırmaz mı ısırmıyor yinede ekmek yedikleri insanlara bıçak çekmeyi tercih etmişler tarih içinde evrile çevrile.Okumaya devam hocam.Emeğinize sağlık...
sami biberoğulları
Ben ''Hiç bnir şey olmadı''cılarla '' Çok şeyler oldu'' cular arasında her ne olmuşsa bunları anlatmaya çalışcağım...İleriki bölümler sanırım okuyucuya daha da ilginç gelecektir.
Selam ve sevgilerimle.
hocam bu güne dek hiç duymadığım okumadığım bilgilere ulaşmış oldum sayenizde çok sağolunuz bir yerde tarih yanlışlığı olmuş 1827 olacağına 1927 olmuş onun haricinde çok çok doyurucu bilgilerle dolu bir yazıydı emeğinize sağlık saygılarımla selamlar
sami biberoğulları
O hatayı düzelttiydim ama sanırım iki yerde yapmışım. Birini düzeltttiğim için de öteki aynen kalmış. Dikkatin için çok teşekkür ederim. Hemen düzelttim.
Selam ve sevgilerimle.
Bizi zamanımızda bile kendi tarihimizi okutmadılar,önce yunan tarihi ikinci yarının sonunda türk tarihi o da ondokuz yirmiüç nisan bayramları derken okumadan geçildi.
tebrik ederim hocam saygılarımla.
sami biberoğulları
Hala daha Koçgiri, Ağrı, Dersim İsyanları tabudur bizde ve hâla okutulmaz okullarımızda.
Düzelecek inşallah diyelim.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Bu vatan haini Ermenileri açıklamaya devam ettiğin için kutlarım Sami hocam..
Yazmaya devam.ellerine sağlık.selam ve saygılarımla.Kandiliniz mübarek olsun Kardeşim.
sami biberoğulları
Senin de kandilin mübarek olsun.
Selam ve sevgilerimle.
Çok ilginç konular.
Memlekette neler dönmüş zamanında ve acı olan tarafı da, maalesef bizlerin bunlardan asla haberimiz yok.
Valla tarihimizi kesinlikle bilmiyoruz.
İlgi ile okudum tüm anlatılanları.
Hocamın güzel sunumu da ayrı bir tat katmış olaya.
Sağ olsun diyorum.
sami biberoğulları
Tarihimizi bilmek kolay değil elbette. Hele de artık okullarda seçmeli ders haline geldikten sonra bundan böyle daha da az bileceğiz maalesef.
Selam ve sevgilerimle.
Bir tutam hayat
Çok saçma.
Bence haftalık ders sayısını arttırmak gerek.
sami biberoğulları
Şimdi Liselerin 1. sınıflarında Tarih dersi, III. Sınıfta da T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi - Haftada iki saat- zorunlu derstir. Lise 2-3-4. sınıflarda Tarih dersleri seçmeli derstir. Eğer seçerseniz ya da okul kendi bünyesinde yeterli Tarih öğretmeni olduğu için seçerse haftada iki saat Tarih dersi vardır Liselerde.
Kendi tarihimizi kendi ellerimizle yazarken ardımıza bıraktığımız günahlarımızı, çamurlu ellerimizle ne kadar temizleyebiliriz ki? Sürekli sevap işlediğimizi savunarak, ne kadar kul olduğumuzu savunabiliriz ki? Daha dün 90 yıllık tarihimizde kendi insanımızı kendi topraklarımızdan sürmedik mi? Yüzlercesini bir mezar taşı olmadan, suçsuz yere yargılamadan gömmedik mi?
Nasıl bir tarihtir. Nasıl bir temizliktir ki bir türlü ak-pak olamadık… Selamlarımla saygılar
sami biberoğulları
Öncelikle sayfama teşrif edip yorum yazdığınız için teşekkür ederim.
Kendi tarihimizi kendi ellerimizle yazmak: İlginç ama hiç de aşinası olmadığım bir kavram değil. Hiç bir millet kendi tarihini yabancıların elinden yazmaz. Tabii ki yabancıların yazdıkları da vardır ve bunlar da değerlidir. Örneğin Hammer ve yazdığı Osmanlı Tarihi gibi ama neticede milletler kendi tarihlerini kendi insanlarının yazdıklarından öğrenmeyi tercih ederler. Bu gayet doğaldır. Nsıl ki Bir Ermeni Ermeni soykırımı ile konularda araştırma yaparken Yusuf Halaçoğlunu referans almazsa bir Türk de gidip bir Ermeni yazarın yazdığı referans almaz.
Tarihimizde ellerimiz kana da çamura da bulaşmıştır. Arkamızda bir sürü günahlar da bırakmışızdır. Hangi milletin tarihi leke çıkarıcılar tarafından tertemiz edilmiş tamamen lekesizdir ki. Yüzlerce hatta bazen binlerce senelik bir süreçten bahsediyoruz. Orta Asya Bozkırlarından başlayıp Viyana kapılarına, Hindistan'a, Sumatra Adasına, Cezayir, Tunus, Fas, Libya, Mısır vs ye kadar uzanan büyük bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu süreç içinde hep mutluluk, hep adalet, hep refah olduğunu söylemek elbette ki kargaları bile güldürür. Lakin benim anlamadığım husus şudur: Neden sadece biz? Evet neden sadece biz tarihimizde sadece ve sadece işlediğimiz günahlarla anılmalıyız?
Amerika'ya gelen Avrupalılar burada yeni bir millet olurken Kızılderilileri, Aztekleri,İnkaları tamamen yok ettiler ama kimseden özür dilemeleri gerekmedi. Meksika, Arjantin, Peru, Küba, Bolivya hâla İspanyolca veya Portekizce kullanır neden diye sormaz kimse.
İngiltere'nin Avustralya'da işi, nedir? Azerbaycan niçin 1991 yılına kadar Rusya hakimiyetindedir? ( gerçi şimdi de tamamen bağımsız olduğu söylenemez ya neyse...)
Görüldüğü gibi ellerinde kan ve çamur olan sadece bizler değiliz ama bizimn dışımızdakiler hep bizlere '' Ellerindeki kanı ve çamuru temizle '' der.
90 Yıllık tarihimizde kendi insanımızı kendimiz sürmedik mi? Sürdük elbette...Bunu red ve inkar etmiyoruz ki. Dersim İsyanından sonra özellikle...Binlerce, onbinlerce insanı yerlerinden yurtlarından sürdük ama gelin görün ki o yerlerinden yurtlarından sürülenler şimdi kendilerini sürenlere adeta secde ederken böyle bir sürgünü insan onuruna yakıştırmayanları düşman eylemiş durumdalar.
''Nasıl bir tarihtir. Nasıl bir temizliktir ki bir türlü ak-pak olamadık'' Demişsiniz.
Akımızla, karamızla bu bizim tarihimiz. Bu tarih içinde akımız da var karamız da lakin hiç kimse kusura bakmasın, alınmasın, gücenmesin tarihimizi sadece karalarıla öğrenelim ya da gözlerimiz sadece karaya baksın anlayışını asla ve asla kabul etmem mümkün değildir.
Birileri mutlu olsun diye sadece ve sadece tarihimizdeki lekelerimizi anlatmam mümkün değildir. Lekelerimiz olduğu muhakkak ama temizlenmeye, aklanmaya ihtiyacımız olmayan , en azından bizi katliamcı, soykırımcı, barbar, medeniyetlerin düşmanı vs şekilde lanse etmeye çalışanlara nazaran çok daha ak bir tarihimiz var bundan emin olabillirsiniz.
Selam ve saygılar benden.
sami biberoğulları
Çok merak ediyorum. Acaba Çin'de bir tek Çinli var mıdır '' Türkler bin yıldır yaşadıkları topraklları bizim yüzümüzden terk etmek zorunda kaldı '' Diyerek yatağa girdiğinde gözüne uyku girmeyen ve kendini ayıplayan.
Ya da Amerika'da var mıdır '' Kızılderililer, Aztekler, İnkalar nerede '' Diye soran.
ABD de bir Japon soykırım günü var mıdır?
Almanya'da bir Yahudi Soykırım günü anılabilmektedir.
Cezayir, Tunus, Ruanda da Fransa'ya karşı düzenlenmiş bir soykırım günü bilir misiniz?
Sadece merak.
Neden sadece biz?
Madem ki her işimizde Batıyı takip ediyoruz önce onların kendi ellerini temizlemesini beklemek hakkımız değil midir?
Selam ve sevgilerimle.
berşah
((Ne demek Sami bey..
Keşke beni benim yorumumla muhatap alsaydınız.
Saygılar..
sami biberoğulları
Can Maybull'a yazdıklarımı size de yazayım dememin sebebi her ikinizin de meseleye aynı gözlüklerle bakıyor olmanızdan kaynaklanıyor.
'Büyük insanların büyük düşünceleri' ve kanun koyarlar, onlar bilmeden !''
Ölümsüz düşünceler,ölümlü bedenleri terk ettiğinde asıl savaşlar o zaman başlar . Savaşı kimin kaybettiği yada kimin kazandığı önemli değil ; Önemli olan,düşüncesi uğruna ölenlerin ardından kalanların ,hangi düşüncelerle yeniden Savaşacakları değil mi?
ve yaşadığınız bin yıllık toprakları terk edeceksiniz !!!
Ayıpladım defalarca defalarca kendimi...Kendimi kendi kelimelerimle dövmek,yerden yere vurup tekmelemek ama kimse görmeden,kimse duymadan.Kapı arkasında sıkıştırılmış bir yabani gibi.
Hepimizin kapıları çalındığında elimize birer kağıt parçası sıkıştırıldı.Yatağından henüz yeni kalkmış küçük çocuğumun uykulu gözleriyle bana bakması,belkide günler boyu sürecek yolculuğumuza değil;yıllar boyu sürecek karşılıklı nefretin,çaresiz ve isteksiz göçün,sorularla dolu çuvalı sırtımıza vuran ölüm seyriydi.
Saygılar...
sami biberoğulları
Çok merak ediyorum. Acaba Çin'de bir tek Çinli var mıdır '' Türkler bin yıldır yaşadıkları topraklları bizim yüzümüzden terk etmek zorunda kaldı '' Diyerek yatağa girdiğinde gözüne uyku girmeyen ve kendini ayıplayan.
Ya da Amerika'da var mıdır '' Kızılderililer, Aztekler, İnkalar nerede '' Diye soran.
ABD de bir Japon soykırım günü var mıdır?
Almanya'da bir Yahudi Soykırım günü anılabilmektedir.
Cezayir, Tunus, Ruanda da Fransa'ya karşı düzenlenmiş bir soykırım günü bilir misin?
Sadece merak.
Neden sadece biz?
Selam ve sevgilerimle.
Sami hocam şu sıralar zıvalarla herkesin bir şeyler söylediği bu Ermeni meselesini çok güzel bir anlatımla kafalara girecek şekilde anlatmışsınız
Size teşekkürlerimi sunuyorum
sami biberoğulları
Elimden geldiği kadar anlatmaya çalışıyorum. Bir nebze başarabiliyorsam ne mutlu bana.
Selam ve sevgilerimle.