- 612 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mağara
Kuzey yolcusu kupa bardağı dudaklarına götürdü ve sütlü çaydan bir yudum daha aldı. Bu yudumun hazzını iliklerine kadar hissettikten sonra konuşmasına devam etti.
’Halk arasında bir söylem vardı. Kapalı bölgelerden bahsediyorlardı. Bilirsin, şu içeri girmenin, dışarı çıkmanın yasak olduğu bölgeler. Herkesin başka türden çalışmalardan bahsettiği önemli çalışmalar yapılan yerler. ’
’Komplo teorisi.’ dedi Adalı.
’İnan bana yolcu, komplo teorisi.’
’Olabilir.’ dedi Kuzey yolcusu ve ekledi
’ Ama bir bulanıklık var. Oysa siz ne kadar şeffaf, ne kadar berraksınız.’
Gülümsedi Adalı.
’Sana bir masal anlatayım yolcu.’ dedi Kuzey yolcusunun gözlerine bakarak. Sonra kahveden bir yudum daha aldı ve başladı masalını anlatmaya:
’Bir zamanlar müstesna bir bölgede, bir ırmak boyunca uzayan bereketli topraklarda yaşayan kabileler varmış. Yüzyıllar boyu birbirleriyle defalarca savaşmış, defalarca anlaşmalar yapmışlar, sınırlar defalarca değişmiş ama kabileler var olmaya devam etmiş.
Bir ara Humba kabilesi diğer kabilelere göre daha bir gelişmiş kabile olmayı başarmış. Oldukça demokratik bir sistem ile yönetilen bu kabilenin ileri gelenleri bir gün toplanmışlar ve içlerinden genç olanları o zamana kadar sorgulanmamış olanı sorgulamışlar: Neden bunca savaş. İhtiyar olanlar bu soruyu cevap vermeye değer bulmamışlar. İleri gelenlerden en genç olanı söz almış:
’Bakın büyüklerim. Elbette siz benden çok daha güngörmüş ve çok daha tecrübelisiniz. Yanız tecrübe ile şartlanmış olmak arasında ince bir perde var olduğunu da bilirsiniz. Tıpkı tutumluluk ile cimrilik arasındaki veya tevazu ile aşağılık kompleksi arasındaki perde gibi. Güzel olanı ile çirkin olanı birbirlerine çok yakındır ve birinden diğerine geçen çoğu zaman geçtiğini fark edemez. Yüzyıllardır savaştık da ne değişti. Elbette üzerimize düşman gelirse kendimizi savunalım ama bu güce zaten sahibiz. Biz saldırırsak iki olası sonuç var. Kaybedersek ne olacağını anlatmaya hacet yok. Kazanırsak aldığımız topraklardaki kabileyi tamamen yok edemeyeceğimize göre onlara da bakma yükümlülüğü altına girmiş olacağız. Onların bazılarını köle yapsak bile bu yükümlülükten kurtulamayacağız. Savaş sırasında gerileyen ekonomimizle daha da zorlanacağız. Ayrıca yenilmiş bir kabilenin kini her fırsatta karşımıza çıkacak. Hem bizden nefret edecekler, hem de bugün olmazsa yarın mutlaka bir takım topraklarımızı alacaklar.’
İhtiyarlar şaşkındı. Gencin sağlam gerekçeleri vardı. Heyet başkanı Kır Saç gence bir baktı
’Peki söyle o zaman genç, ne yapalım. Yerimizde durup diğer kabilelerin bize saldıracak güce ve cesarete ulaşmalarını mı bekleyelim.’
Genç hazırlıklıydı
’Hayır. Aksine savaşalım, ama bilmedikleri bir yöntemle. Üstünlüğümüz diğer kabilelerde biliniyor. Sistemimiz, ekonomimiz, teknolojimiz hepsinden üstün. Her kabilede her gün kötüleniyor olsak da bu kötülenme bize karşı bazı çevrelerde ve özellikle gençlerde sempati doğmasına sebep oluyor. Bunu kullanalım. Diğer kabilelerin yöneticileri ile bir şekilde anlaşalım. Anlaşamıyorsak o kabileden bizimle anlaşabilecek birinin başa gelmesini sağlayalım. O kabilelerin içinde bir güce sahip olalım. Sonra madenleri mi gerek; biz üstün teknolojimizle madenlerini çıkarırız. Zeki gençleri mi gerek; topraklarımıza davet eder onlara imkanlar sunarız. İşçi mi gerek; çağırır çalıştırır, parasını öderiz. Arazi mi gerek, kiralar veya satın alırız.’
Demokratik sistem meyvesini vermiş ve gencin söyledikleri kabul edilmiş. Humba kabilesinden saldırı bekleyen diğer kabileler kendileriyle anlaşmalar yapmaya gelen heyetleri görünce şaşırmışlar. Bir o kadar da rahatlamışlar elbette. Böylece ırmak boyu kabilelerinde yeni bir dönem başlamış.
İlk başlarda bu tür bir savaşa hazırlıklı olmayan diğer kabileler zamanla olayı çözmüşler çözmesine ama Humba kabilesi o zamana kadar bir karış toprak almadan zirve bir güce ulaşmış. Humba ile anlaşamayan bir lider olursa o kabile içerisinde mutlaka birileri çıkıyor ve azıcık insaf ve akıl sahibi herkesin kabul etmesi kesin olan sloganı söylüyorlarmış: ’Kahrolsun diktatörlük, yaşasın hürriyet.’
Yalnız Humba kabilesinin her kabile için farklı bir strateji izlemesi, bazılarında demokrasiyi destekleyip bazılarında diktatörlüğü görmezden gelmesi ırmak boyunca diğer kabilelerdeki sempatizanlarını da işkillendirmeye başlamış.
Yine de Humba kabilesinin herkes tarafından bilinen iki özelliği kitleler üzerinde öyle bir tesir oluşturmuş ki hiçbir düşman bu tesiri yıkamıyormuş: Kendi toprakları içinde sağladığı hürriyet ve sadece Humba kabilesini değil ırmak boyunu etkileyecek üretkenlik zemini.
Gerçekten beyinler çoğu şeyi Humba kabilesi sınırları içerisinde üretiyormuş. Örneğin bir gün otuz yaşlarında bir genç haberleşmede ırmağı kullanmayı aklına getirmiş. Irmak etrafına sağlı sollu açılmış sulama kanallarına küçük küçük çift yönlü su arkları açmış. Bu arkların her köye ve hatta her eve ulaşmasını sağlamış. Bu çift yönlü arklar bir taraftan kanallardaki suyu evlere, diğer taraftan da evlerdeki suyu kanallara taşıyormuş. Bu sistemi kim kurarsa kursun sadece suyu eve taşıma amacını güder ama gencin amacı başkaymış. Haberleşme. Biri bir dostuna mektup yazmak istediği zaman mektubu yazar, açıldığında anlaşılabilecek bir zarfa koyar, arklar içinde sürekli devir daim yapan küçük kayıkçıklardan birinin içine salarmış. Bu kayıkçıklar ile kanallara ulaşan mektupları ilgili görevliler alıp kayıklarla ilgili arklara yönlendirirlermiş.
Bu sistem ırmak boyunca toprakları bulunan diğer kabilelerde de farklı tarzlarda kullanılmaya başlanmış. Kimisi sistemi aynen almış, kimisi açıldığında anlaşılan zarfları yırtmış, mektupları okumuş, sonra açıldığında anlaşılan zarflar içine koymuş ilgili kişilere göndermiş, kimisi açıldığında anlaşılan zarfları açmış, mektupları okumuş, zarfların açıldığı anlaşılsın diye aynı zarflara koymuş, ilgili kişilere göndermiş. Kimileri de sistemi önce aynen uygulamış, sonra kötü niyetlilerin ortaya çıkarılması için bazı mektupları gizlice okumuş. Bu son sistemi uygulayanların bazıları çok az mektup okurken bazıları neredeyse hepsini okumuş.
Biraz zaman alsa da her kabile bir şekilde önlemini almış almasına ama ortada inkar edilemeyecek bir gerçek varmış. Bir mağarada yaşayan genç bir beyin öyle böyle tüm kabileleri yenmiş.
Başka bir gün mağarada yaşayan başka bir genç aynaların gücünü fark etmiş. Tüm Humba topraklarını her biri rakımı en yüksek yerlerde bulunan beş dev aynaya bakan aynalarla donatmış. Bu dev aynalar da birbirlerine bakıyormuş. Tamamen eğlence amaçlı olan bu uygulama sayesinde birinin evindeki aynasına yazdığı bir şey hatırı sayılır bir kitle tarafından okunabiliyormuş. Bu sisteme bazı kabileler ciddi şekilde direnmiş. Çünkü genelde gençler tarafından kullanılan bu bir çeşit oyun sistemi zamanla politik içerikli mesajlar da içermeye başlamış. Hatta diktatörlükte zirveleşmiş bazı liderler topraklarına almamış bu icadı. Yalnız bir faydası da olmamış hani. Küçük bir ayna bulan aynasını komşu kabile topraklarındaki dev aynalardan birine yöneltiyor ve yazdığı mesajının aynı mantığı kullanan başka kabiledaş arkadaşlarına ulaştırabiliyormuş.
Bumba kabilesi orta halli kabilelerden biriymiş. Bu kabileden biraz saf bir delikanlı bu keşiflerden daha çok hikayelerinden etkilenmiş. Yalnız saflığından olsa gerek mağarada yetişen gençlerin bu keşifleri başarabilmesi hikayesinde mağara kısmını kabilenin mümbitliğini gösteren kısmı olarak algılamak yerine bizzat kerametin kaynağı olarak algılamış. Bir gün bir fırsat bulmuş ve Humba topraklarına doğru yola çıkmış. Bir haftalık yorucu bir yolculuktan sonra mezkur mağaralardan birine varmayı başarmış. Mağaranın içine girmiş ve eline aldığı bir meşaleyle korkusuzca yürümeye başlamış. Bir müddet yürükten sonra sağ tarafında büyük bir kaya fark etmiş. Kayayı yerinden oynatınca gözlerine inanamamış. Önünde sağlı sollu ışıklandırılmış güzel işlemeli bir koridor uzanıyormuş. Koridorda epey yol alan genç sağlı sollu modern odalar örmüş. Odalar içinde birçok insan çalışıyormuş. Koridorun bitimindeki kapı açılmış. Orta yaşlı biri çıkmış, gence bakmış
’Seni mi gönderdiler?’ demiş.
Genç soruya bir anlam verememiş.
’Kendim geldim.’ demiş.
’Ne demek kendim geldim, mağaranın girişinde kimseyi görmedin mi?’
’Hayır.’
O sırada diğer odalardan başkaları da gelmiş ve gence bakmışlar. Orta yaşlı adam çok sinirliymiş.
’Gidin şu nöbetçiyi çağırın.’ demiş.
İçlerinden biri koşarak gitmiş. Bir müddet sonra yanında başka biri ile gelmiş. Orta yaşlı sinirli adam nöbetçi olduğu anlaşılan kişiye sormuş
’Bunu mu gönderdiler?’
Nöbetçinin rengi benzi atmış
’Hayır. Şey ben bir ufak su dökeyim demiştim. Demek ki o sırada gelmiş.’
Genç olan bitene bir anlam verememiş
’Ne oluyor. Siz burada ne yapıyorsunuz?’ diye sormuş.
’Müze.’ demiş orta yaşlı adam zerre miktar gülümsemeden ve kızgın bakışlarını bir an bile bekçinin üzerinden almadan.
’Buluşlar müzesi. İç mimar bekliyorduk. Sen gelince seni o zannettik.’
’İyi fikirmiş.’ dedi genç.
’Bu durumda şanslıyım desenize. Müzeyi ilk gören ben oluyorum.’
Bu kez gülümsedi orta yaşlı adam
’Daha da şanslısın evlat. Müzeyi biraz daha uzun süre göreceksin. Bir müddet misafir edeceğiz seni.’
Kuzey yolcusu ciddi gözlerle Adalının ciddi gözlerine baktı bir müddet. Sonra ikisi de gülmeye başladı:
’Komplo teorisi.’ dedi Kuzey yolcusu. Adalı onayladı
’Komplo teorisi dostum, uzun anlatımlı bir komplo teorisi.’
İkisi de kupa bardaklardan birer yudum daha aldılar. İkisinin de içeceği epey soğumuştu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.