- 462 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Polisiye Deneme Bölüm 2
İlk Bölüm için www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=128692 adresini ziyaret edebilirsiniz.
O gün hiç geçmek bilmedi, nasıl çalıştığını, neler yaptığını bile tam olarak hatırlamıyordu. Sadece aklında Sema vardı. Mesai bir bitse belki de ilk kez eve koşarak gidecekti. Yolu, havayı, şehri bile dinlemeyecekti bu sefer.
Mesai bittikten sonra hızlı adımlarla, sigarasını daha bir keyifle içerek yürümeye başladı. Lokal’in önünden geçerken yavaşladı bu sefer. Korkmuyor muydu ne? Belki kapı açılır da Sema’yı görürüm diye her geçen saniye daha da yavaşlamaya başlamıştı. Canı sıkıldı, ne kapı açıldı, ne de Sema’yı görebildi.
Kafasını istemsizce montunun yakalarının arasına sokarak tekrar yürümeye başladı, sık sık dönüp lokalin kapısına doğru bakmaktan kendini alamıyordu. Mahallesinin girişine geldiğinde iyice sıkıntı basmıştı. Sema’yı bir kez daha görse düzelecekti sanki. Kaldırımdaki taşa bir tekme attı taş yuvarlanarak ilerledi ve karanlıkta kayboldu. Birden takırtılı bir ses duydu. Birkaç saniye önce tekmelediği taş yuvarlanarak ayaklarının dibine kadar gelmişti. Şaşırdı, kafasını kaldırdı.
Karanlığın içinden gelen ayak sesine kulak kabarttı. Ses yerini görüntüye bıraktı.
Ne olduğunu şaşırmış bir vaziyette olduğu yere çakılıp kaldı…
Karanlığın içindeki uzun siyah siluet korkutmuştu onu. Siluetin en üst bölümünde, hafif rüzgarın savurduğu uzun düz saçlar, alt bölümdeyse tek parça olduğu belli olan bir giysi. Sadece ayaklarının görünmesi karşısındakinin bir pardösü giydiğini anlatıyordu. Siluetin hareketi ile sessiz sokakta ayak sesleri yankılanmaya başlamış Mahir’i huzursuz etmişti. İstemsizce geriye doğru küçük bir adım attı. Siluetin yanında beliren daha kısa bir siluet adımlarını hızlandırmış yanına yaklaşıyordu.
“Merhaba Mahir”
Sesi duyunca birden rahatladı Sema’nın sesiydi bu. Ama rahatlamanın yanında suç işlemiş bir çocuğun yakalandığında hissettiği o heyecanımsı iç çekilmesini yaşadı. Korku değildi bu fakat bir huzur hali de değildi. Sonra o kalın ve tok sesi duydu.
“Arkadaşını korkuttuk sanırım sevgilim.” Sözlerdeki alaycı tavrı hissetmek için sesin sahibinin yüzünü görmeye gerek yoktu. Hoş, yüzünün ne hal aldığını tahmin etmek de pek zor değildi ya. Dudakları hafif yayılmış, gözleri hafif kısık ve gülümseme dolayısıyla büyük ihtimalle elmacık kemikleri dolmuştu.
Sinir olmuştu adama, hele o cümlenin sonundaki “sevgilim” lafına ifrit olmuştu.
Siluetler iyice yaklaştıklarında adamın suratını gördü. Tahmin ettiği gibi değildi suratı. Oldukça yakışıklı, düzgün hatlara sahip fakat zayıf bir yüzü vardı adamın. Uzun siyah saçları yüzünün iki yanına dökülmüş, arada sırada esen hafif rüzgârın etkisiyle birkaç tutamı ileri geri hareket edip duruyordu. Elmacık kemikleri zayıflıktan çok belirgin bir haldeydi, ince dudakları ve düz, şekilli burnu yüzüne oldukça iyi oturmuştu. Boyunun en az 190 cm olduğunu tahmin etti Mahir. Giydiği siyah pardösü adama gizemli bir görüntü veriyordu. Mahir onu incelerken, adam da boş durmuyor kafasını hafif sağa eğmiş bir halde aşağıdan yukarıya Mahiri iyice inceliyordu.
İkilinin birbirini detaylı incelemesini fark eden Sema’nın sesi duyulduğunda ikisi de Sema’ya döndüler.
“Korktuğunu sanmıyorum canım, gecenin bir yarısında, karanlıkta karşına senin gibi birisi çıksa sen de huzursuz olursun sanırım” derken gülümsüyordu. Uzun boylu adam Sema’ya sert bir bakış attıktan sonra haklı olabileceğini destekleyen bir hareketle iki elini yanlara açtı ve başını biraz aşağı eğdi.
Mahir bir şeyler söylemek istedi tam ağzını açacaktı ki. Adamın kendisine uzanan elini gördü. Geriye doğru atılan ilk adımın ardından adamın elini tokalaşmak maksadıyla uzattığını anladı. Çok utanmıştı. Ne kadar da korkak görünmüştü.
Elini adama uzattığında adamın kalın sesini tekrar duydu. “Adım Murat dostum. Kusura bakma eğlenmek istedim sadece. Sema senden bahsetti koca mahalledeki tek komşumuz senmişsin.”
“Komşumuz” kelimesi canını iyice sıktı mahirin. Demek ki; Sema evde tek başına yaşamıyordu.
Mahir’de elini uzattı adam mahirin elini çok dostane bir şekilde tutup sıktı ve iki kez salladıktan sonra bıraktı. Adamın eli de yüzü gibi kemiklerin oldukça hissedilebileceği yapıdaydı.
“Mahallemize hoş geldiniz. Uzun zaman sonra buralarda dolaşan birilerini görmek hoş olacak.” Mahir, bunları söylerken çok samimi olmadığını kendisi de fark etmişti.
Mahir, “Neyse çok yorgunum, bundan sonra sık sık görüşürüz artık” diyerek yanlarından ayrılmak üzere adımını atıyordu ki, Semanın elini göğsünde hissetti.
“Bizimle gelmek istemez misin?” Bunu söylerken Murat’ın yüzüne biraz çekingen bir bakış attığını fark etmişti Mahir. Ne diyeceğini bilemedi. “Teşekkür ederim, belki başka zaman. Yorucu bir gündü. Hemen uyumak istiyorum.”
“Yarın Pazar değil mi? Çalışıyor musun? Hem, bak Murat’ın arkadaşının barına gidiyoruz eğlenceli olacak. Güven bana. Senin için de bir değişiklik olur belki.”
“Teşekkür ederim, belki sonra” diyerek izin istedi ve mahallenin karanlık yoluna girdi. Murat Sema’ya bir şeyler söyledi, Sema’da sert bir cevap verdi fakat tam olarak ne konuştuklarını anlayamadı.
Binasının önüne geldiğinde anahtarını çıkarmadan önce onları bıraktığı tarafa dönüp tekrar baktı. Gitmişlerdi. Canı çok sıkıldı, elini cebine atıp anahtarı çıkardı, anahtarı deliğine yerleştirmek için ittiğinde kapıda ileriye doğru hareket etti.
“Noluyo lan, kapıyı mı kilitlememişim.” kendi kendine söylenirken yine o heyecanımsı his oturdu vücuduna. Anahtarı cebine tekrar soktuktan sonra kapıyı iyice ittirip gürültüsü sokağı doldururken tam olarak açılmasını sağladı. Kafasını uzatıp bir şeyler görebilmek için uğraştı. Karanlıktan hiç bir şey görünmüyordu. İçeriye bir adım attı. Işığı açacak olan elektrik anahtarı bir buçuk metre ilerideydi. Elini duvara sürerek anahtara ulaşmaya çalışırken parmakları birden kaydı. Islak, yağlı bir şey olmalıydı. Tekrar elini duvara koyup ilerletti ve elektrik anahtarını buldu. Düğmeye bastığında elindeki kırmızılık dikkatini çekti. Yaklaşık 50 santimlik üst üste üç kırmızı çizgi vardı duvarda. Çizgilerin sonuna baktığında büyük kırmızı renkli alanı fark etti.
En az otuz santimlik bir alan kıpkırmızıydı. Aşağı doğru akmış yedi – sekiz damlalık bir sıvı yolu aşağıda küçük bir kırmızı göl oluşturmaya başlamıştı.
Küfür ederek eğildi. Apartmanın çıkışından kendi ayaklarının dibine kadar gelen kırmızı ayak izlerini gördü. Hemen kapının dışına koştu. Karanlıkta görmek için çakmağını yaktı, kan izlerini takip ederek karşı binaya, Sema’nın binasına kadar gitti.
Binanın kapısına geldiğince, kapının kilitli olduğunu gördü. Birkaç kez kapıyı açmak için yüklendi. Açamıyordu. Neler olmuştu burada? Kimdi bunlar? Kafasını toparlamaya çalışırken küçük metallerin birbirine çarparken çıkardığı sesi duydu.
“Bunları mı arıyorsun?” diye sordu ses, elindeki anahtarları göstererek.
Mahir arkasına döndüğünde heyecandan kalbinin duracağını düşünmüştü. Arkasında duran Murat’ın yüzündeki sert ifade onu iyice korkutmuştu. Zaten karanlıkta olmak onu yeterince tedirgin ediyordu.
“Ha., hayır Murat Bey, kan izlerini takip ediyordum. Sizin binanın kapısına gelmişim. Belki birisinin yardıma ihtiyacı olabilir diye kapıyı açmak istedim. Baksana” diyerek çakmağı yere iyice yaklaştırarak kan izlerini göstermeye çalıştı. İçten içe de tırsmıyor değildi. Sonuçta bu mahalle başka yaşayan yoktu ve Murat ve Sema’nın yanından ayrıldıktan hemen sonra bunları yaşaması korkusunu artırıyordu. Büyük ihtimalle, yerdeki kanın sahibine neler olduğu hakkında bilgi sahibiydiler.
Murat yerdeki kan izlerini görünce hemen elini beline attı, beline boş giden eli, geri geldiğinde gümüş renkli bir silah tutuyordu.
“Lanet olsun” diye geçirdi içinden Mahir. “Lütfen, kimseye söylemem. Lütfen abi bana bir şey yapma” derken iki elini de kaldırmış, çakmağı yerdeki küçük bir kan birikintisinin üstüne düşürmüştü. Çakman düşünce yerdeki kanın bir kısmı ayakkabı ve pantolonuna sıçramıştı.
“Hey, hey sakin ol. Nerden çıkardın sana bir şey yapacağımı.” derken Murat’ın yüzünde bir şaşkınlık vardı. “Bunları benim yaptığımı mı düşünüyorsun yoksa?” Elini pardösüsünün içine doğru götürünce Mahir iyice korktu. Bu sefer elinde siyah bir şey vardı. “Bak. Ben bir polisim. Korkman gereken en son kişi benim. Merak etme her şey kontrol altında. Burada bekle, ben içeri bakayım. Hiçbir yere ayrılma.” derken kapıyı açmak için anahtarını sokup çevirmişti bile.
Kapının açılma sesinin hemen akasından birden ortalık aydınlandı. Murat binanın ışığını yakmıştı. O zaman Mahir yerdeki kanların yoğunluğunu iyice anlamıştı. Cebinden bir sigara çıkardı, dudaklarının arasına sıkıştırdı, çakmağını almak için elini cebine attı. Eli boş çıkmıştı cebinden. Birden çakmağı geldi aklına, orada kanın içinde duruyordu. Almaya cesaret edemedi ama sigara içmezse kendine gelemeyecekti sanki. Eğilip çakmağını aldığı anda içeriden gelen sesle irkildi ve hem çakmağı hem de ağzındaki sigarayı düşürdü. Murat içeriden bağırıyordu “Mahiiiiir!”
Mahirin ayakları kıpırdamak istemiyor, kıpırdasa bile geriye doğru gitmek istiyordu. İkinci kez Murat’ın bağırışını duyunca “Lanet olsun, neden ben” diye kendisine kızıp binaya daldı.
Binanın içi dışarıdan daha kötüydü. Leş gibi kokuyor, sadece yerler değil duvarlar da tavana kadar kan izleri ile doluydu. Murat’ın sesi aşağıdan geliyordu. Eline bir şeyler alabilse iyi olurdu. Ne olur ne olmaz belki lazım olurdu. Ama hiç bir şey yoktu. Merdivenden aşağı inmesi gerekiyordu fakat aşağıda ışık yanmıyordu. Basamakların hemen başlangıcında duvara dayanmış olan eski bir elektrikli süpürge ucu gördü. 30 – 40 santimdi. İşe yaramayacak olduğunu bile bile eline aldı. En azından caydırıcı olabilirdi.
Aşağı doğru baktığında, her bir basamağın gittikçe belirsizleştiğini ve karanlıkla bütünleştiğini fark etti. Zaten korkuyordu, iyice kötü olmuştu. Bu sefer Murat’ın sesi daha gür ve sert çıkmıştı. “Mahir orda mısın?”
Mahir’in ağzından refleks olarak “Geldim” kelimesi çıktı. Adımlarını kontrol ederek aşağı doğru tek tek basamaklardan inmeye başladı. Bir süre sonra tamamen karanlıktaydı.
“Murat?” sesindeki korku kendini çok belli ediyordu. “Orda mısın?”
“Buradayım. Işık lazım. Sanırım yerdeki kanın sahibini buldum. Bana ışık bulman lazım.” Murat’ın bu sözlerini duyan mahir derin bir oh çekti. “Tamam, hemen çakmağı alıp geliyorum” deyip merdivenleri çıkmaya başlamıştı.
“Çakmak yetmez, daha büyük bir ışık kaynağı lazım”
“Tamam, eve gidip bir şeyler ayarlayayım o zaman” der demez merdivenleri karanlığa aldırmadan birer ikişer çıktı. Kendi binasına gitti. Bu sefer ışığı çabucak yakmıştı. Eve girip, el fenerini alması bir dakika bile sürmedi. Hemen binadan çıktı. Kapıyı çekti ve Murat’ın yanına koştu. Bir kan birikintisine basıp kaydı ve düştü. El fenerini de düşürdü. “Lanet olasıca..” diye söylenerek karanlıkta el fenerini bulup yoluna devam etti. Aşağıya indiğinde Murat’ı otururken buldu. El fenerini Murat’a verdi ve merakla beklemeye başladı.
Murat el fenerini direk olarak yanına tuttu. Mahir gördüğü şey karşısında şoka uğramıştı. Elindeki elektrikli süpürge parçasını düşürdü ve parça yuvarlanarak Murat’ın ayaklarının ucunda durdu. Murat önde yerdeki parçaya sonra Mahir’a bakarken yüzündeki küçük gülümseme çok şey anlatıyordu Mahir’e. Murat’ın yanında birisi oturuyordu. Fakat başı yoktu. Murat, Mahir’in halini görünce suratındaki alaycı bir gülümsemeyi artırarak el fenerini Mahir’in hemen ayaklarının dibine tuttu. Mahir o anda daha büyük bir şok yaşadı. Adamın kafası sol ayağının hemen yanında, gözleri ve ağzı açık bi şekilde duruyordu. Kafa tamamen keldi ve fenerin ışığıyla parlıyordu. 40lı yaşlarda olmalıydı. Sakallarının çene kısmı neredeyse beyazlamıştı.
İstemsizce sağa doğru bir adım atıp şokun etkisiyle sağ elini destek olarak kullanıp oturdu. Midesi çok kötü bulanmıştı.
Dışarıdan gelen polis sirenlerini duydu. Murat boş durmamış hemen polisi aramıştı. Murat hadi biraz dışarıya çıkalım yoksa seni de kaybedicez burada diyerek kalkması için elini uzattı. Mahir elini tuttu ama kalkacak mecali kalmamıştı. Zorlayarak kalktı. Birlikte yukarı çıktılar.
İlk kez mahallesi ışıl ışıldı, polis arabalarının üstündeki çakarlar, mahalleyi kırmızı ve mavinin ritmik renk değişimleri ile süslüyordu. Polis arabasının kapısı açıldı. İçinden oldukça kilolu birisi indi. Elindeki telsizi kullanarak olay yerine intikal ettiği ile ilgili bir şeyler söyledi ve Murat’ın yanına yaklaştı. Yaklaşırken bir yandan da Mahir’i süzüyordu.
Mahir hala o kafanın ve kafasız vücudun etkisinden çıkamamış aptal aptal etrafına bakınıyor ne yapacağını bilemiyordu. “İyi ki Murat polismiş” diye geçirdi içinden.
Murat ve gelen polisin kendisine bakarak bir şeyler konuşuyor olduklarını fark edince. Merakla yanlarına gitti. Murat, “İşte olayı ilk fark eden kişi de geldi. Mahir, arkadaşıma baştan başlayarak her şeyi anlatır mısın?” diye yumuşak bir şekilde sorunca Mahir biraz rahatladı.
“Aslında her şeyi sende biliyorsun. Sadece kanların başlangıç yeri benim binamda. Kanı fark edince izleri takip ederek sizin binaya kadar geldim. Sonrasını sen biliyorsun zaten” dedi.
Murat, “Kahretsin” diyerek Mahir’in binasına doğru yürümeye başladı. Diğer polis ve Mahir’de peşinden gittiler. Kapı açıktı, içeriye girip binanın ışığını yakıp etrafı incelemeye başladılar. Murat elini duvardaki üç çizgi şeklindeki kan izlerinin üzerinde gezdirmeye başladığında, Mahir “Onlar benim izlerim. Elektrik anahtarını bulmak istediğimde oldular” diyerek mahcubiyetini ve suçsuz olduğunu belli eden bir ses tonu kullandığının farkında bile değildi.
Murat, sessizce kafasını salladıktan sonra iyice binanın içine doğru yürümeye başladı. Yukarıya doğru çıkan merdivenin başına geldiğince şaşırmıştı. Sessiz olmalarını işaret ederek onları da çağırdı. Beline koyduğu tabancasına yavaşça uzanıp eline aldı. O sırada Mahir ve Şişman polis de yanına kadar gelmişti. Murat, silahının namlusunu dudaklarına getirerek sus işareti yaptı ve dinlemelerini söyler gibi bir kafasını hafifçe merdivenlere doğru döndürdü. Mahirin kalbi yerinden çıkacaktı neredeyse. İçeriden kıpırtılar geliyordu. O anda el fenerini aldıktan sonra binanın kapısını kapattığını hatırladı. Ama Murat biraz önce kontrol için binaya geldiğinde kapının açık olduğunu da hatırladı.
Murat sessiz adımlarla tek tek basamakları çıkıyordu ki. Dışarıdan tok bir ses geldi. Bir şey düşmüştü sanki. Sesle birlikte bir “ah” sesi de gelmişti. Kafalar birden binanın dışına döndü ve hemen koşup dışarıya çıktılar. Sol taraflarına baktıklarında bir siluetin karanlığın içine daldığını gördüler. Geç kalmışlardı. Mahir yerde parlayan bir şey görüp Murat’a işaret etti. Murat eğilip yerdeki şeyi eline aldı. Bir cep telefonuydu.
Murat bakalım kimmiş bu diye telefonun rehberini açtığında gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Rehberde tek kayıt vardı. O da kendi numarası ve “AŞKIM” olarak kayıt edilmişti.
Telefonu inceledi, tanıdık değildi. Sema’nın olamazdı. Zaten neden bir tek kendi numarası olsun ki. Bilerek mi düşürdü acaba derken. Elindeki telefon titremeye başladı. Birden titreyince refleksle telefonu elinden düşürdü.
Bir küfür edip, yerde titreşen telefonu eline aldı. Arayan numara görünmüyordu. Hiç düşünmeden telefonun kabul düğmesine basarak kulağına götürdü. Hiç bir şey söylemeden dinliyordu. Karşı taraftan hiç ses gelmiyordu. Birkaç saniye daha bekledikten sonra “tanımadığım numaraları işte bu yüzden açmıyorum diyerek” telefonun kapama düğmesine bastı ve tekrar arayacaklarından emin bir şekilde beklemeye başladı.
Olanları kenardan şaşkın bir şekilde izleyen Mahir ve polis hiçbir şey söylemeden öylece bakakalmışlardı. Onların bu halini gören Murat, “Hayırdır beyler?” deyip kafasını asabı bozulmuş bir şekilde iki yana salladı. Birden aklına Sema geldi. Kendi telefonunu cebinden çıkarıp telefonunun ekranına birkaç kez dokunup kulağına götürdü. Tam konuşmaya başlayacaktı ki, diğer elindeki telefon tekrar titredi. Yine hazırlıksız yakalanan murat neredeyse telefonu tekrar elinden düşürecekti ki bir iki kez zıplattıktan sonra telefonu sağlamca tutup ekrana bakmadan kabul düğmesine basarak kulağına götürdü.
Karşıda ki kişi bu sefer beklemeden konuşmaya başlamıştı bile. “Diğer telefonunu kapat Murat komiser, sana yazmasın” derken zevkten dört köşe olduğu belli oluyordu. Murat diğer telefonu kulağına götürdüğünde adamın kahkaha sesini iki telefonda birden duymaya başlamıştı. Beyninden vurulmuş bir şekilde diğer telefonu elinden bırakmış, bir – iki saniye donmuş bir şekilde beklemişti.
“Laaaaan, kimsin lan sen? Neredeysen söyle hemen geleyim. Gücün kendini koruyamayan bi kadına mı yetiyo. Kimsin laaaan!“ diye bağırırken, birden karşıdaki ses sakin bir şekilde konuşmaya başlayarak onun sesini kesti. “Ben de seni işinin ehli, akıllı bir adam sanırdım komiser. Şimdi sus lafımı kesmeden dinle beni. O kafası olmayan adamın sol arka cebinde bir zarf bulacaksın. Onu önce al eline ve iyice oku. Yine ararım seni, sıkma canını. Bundan sonra sık sık görüşücez akıllı bi adam ol ve telefonlarıma cevap vermeyi ihmal etme. Yoksa Antalya’dan buralara boşa gelmiş olacaksın. Kıyamam sana.” deyip sinir bozucu bir gülümseme sonrasında telefonu kapattı.
Murat “Antalya” kelimesini duyduğunda beyninden vurulmuşa döndü. “Nasıl yaaa. Bu lanet olası herif nerden bilebilir” diye içinden geçirirken. Antalya gelir aklına.
1 Ay öncesi.
Antalya emniyet müdürlüğündeki toplantıyı hatırlar. Hararetli bir toplantıdır. Murat yerinde duramayarak bir o tarafa bir bu tarafa yürüyor kızgın bir şekilde söyleniyordur. “O şehre bir daha ayak sürmeyeceğime yemin ettim ben amirim. Siz de biliyorsunuz. Daha kendime yeni yeni gelmeye başlamışken tekrar o lanet şehre gitmemi nasıl istersiniz benden. Daha görevin ne olduğunu bile bilmiyorsunuz. Neymiş, ben evet dedikten sonra brifing verilecekmiş. Peki, kabul etmezsem ne olacakmış? Yahu amirim, başka kimse yok mu koca emniyette de beni gönderiyorsunuz. Hem de tanımadığım, ne olduğu belli olmayan, aklı beş karış havada bir kadınla! Bu görevi kabul edemem amirim. Eğer ısrar ederseniz buyurun silahım ve kimliğim” diyerek silahını ve kimliğini masanın üstüne koyar. Amiri Murat’a “Bak oğlum. Dikkat et konuşmalarına. Neden beni suçluyorsun ki. Senin olmayacağını, kabul etmeyeceğini söylemediğimi mi sanıyorsun. Senden önce ben karşı çıktım. Ama benim de elim kolum bağlı be oğlum. İlla seni istiyorlar işte. İllaki sen olacakmışsın. Bende söyledim onlara elimdeki en iyi adamı vereyim, Murat gitmez İstanbul’a. Hatta abarttım biraz önce yaptığın şeyi yapacağını, görevden istifa edeceğini bile söyledim. Söyledim de anlatamadım ki. Nuh diyor, peygamber demiyor namussuzlar.” Dedikten sonra, Masadaki silah ve kimliği alır ve Murat’ın önüne koyar. “Ne kadar zor olduğunu biliyorum oğlum. Bak kaç yıllık emeğin var boşa mı gitsin bütün emeklerin? Hem yapacağın görevin tüm detaylarını da bilmiyoruz ki. Sen bir evet de. Göndersinler detayları, belki gitmen daha hayırlı olur”
Murat, amirinin ne demek istediğini anlamak istermiş gibi direk olarak amirinin gözlerine baktı
“Amirim, o şehre gidersem ne ben rahat dururum, ne de beni rahat bırakırlar.” Dedikten sonra koltuktan kalkar yüzünü duvara dönüp kafasını yere eğer. Birkaç saniye o şekilde kaldıktan sonra amirine dönüp,
“Tamam amirim. Giderim o lanetli şehre. Ammaaa bana kimse karışmayacak. Raporlarımı sadece size veririm. Sizden başka kimseden emir almam. Aksi olursa ne verdiğim emeklerim, ne de yıllarım umurumda olmaz.”
Günümüz
Murat bütün bunları tekrar hatırlayınca gerildi, Polis memuruna, ortalığa göz kulak olmasını ve olay yeri inceleme ekibini çağırmasını tembihledikten sonra, cesedin vücudunun bulunduğu binaya doğru yürümeye başlamıştı bile. Yürürken “Daha bir haftayı doldurmadan başladık. Hadi hayırlısı” diye söylenmeye başlamıştı.
Mahir olan bitene bir anlam verememiş, yarım saattir yaşadıklarını televizyonda seyretse ne kadar saçma geleceğini düşünmeye başlamıştı. Aklına Sema geldi. O neredeydi acaba. Yarım saat önce Muratla birlikteydi. Murat neden geri dönmüş olabilirdi ki. Murat’ın telefonla konuşurken ki bağırmaları onu çok tedirgin etmişti. Konuşurken, sanki delirmiş gibiydi. Evine gitmek istiyor fakat korkusundan gidemiyordu. Sokakta öylece kalakalmıştı. Gecenin uzun olacağına dair hisleri onu iyice germeye başlamıştı ve bu hoşuna gitmiyordu. Polis memurunun arabasına gidip telsizle bir şeyler konuştuğunu gördü. Tek başına kalmıştı. Polis arabasına doğru gitmenin iyi olacağını düşünüp yürümeye başladı. En azından adam –cüssesi buna tezat oluştursa da- bir polisti ve şuan en güvenli yer yanıydı.
Polis arabasının kapısını kapatıp Mahir’in yanına yaklaştı ve cebinden çıkardığı sigara paketinden bir sigara uzattı. Mahir hiç tereddüt etmeden bir tanesini alıp dudaklarının arasına yerleştirdi polisin sigarasını yakmasına izin verdi. Kafasıyla hafifçe eğerek teşekkür ettikten sonra sigarasından kocaman bir nefes çekti. Dumanı üfürürken Murat’ın binadan elinde bir zarfla çıktığını gördü. Polis arabasının yanına doğru yürümeye başladı, bir yandan da zarfı açıp içindeki katlanmış kâğıdı düzeltmeye uğraşıyordu. Arabanın farlarının önünde yere çöktü ve kaldırıma oturdu. Yüzünü kapatan uzun saçlarını eliyle geriye ittirdikten sonra bir sigara yakıp kâğıda dikkat kesildi.
On – on beş saniye olmuştu ki yerinden fırlayarak ayağa kalktı ve ağız dolusu bir küfür savurdu. “Kimsiniz lan siz, kimsiniiiiiiiiiz?” diyerek bağırmaya başladığında, elindeki kâğıdı buruşturmuş, kağıt, yumruk yaptığı elinde kaybolmuştu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.