- 466 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EMRO EMRO BARE* SUYU DA GETİR!
EMRO EMRO BARE* SUYU DA GETİR!
“Hey ulan hey”! Dedi Emro. Köyün çıkışındaki tepeyi aşmadan köyüne bir daha bakarak; “Bir zamanlar üç beş avcı, tepeler arasında ormanlarla kaplı, iki küçük göl ve düzlük görünce burayı yurt edinmişlerdi”.
“İlk geldiklerinde hayvanları, kesici alet, edevatları, yünden, deriden kalın örtüleri mi vardı acaba? Başka da bir şeyleri olmazdı herhalde. Zamanla göller kurumuş, yerlerini sulak çayırlara bırakmıştı. Şimdi, orman olan yerlerde; evler, ahırlar, samanlıklar, tarlalar, bahçeler, yollar, değirmenler, cami, demirci dükkânları kurulmuş. Yanalız bunlar mı? Kilimler, cecimler*, heybeler, yatak, yorgan kap, kacak kağnı arabası, kızaklar, saban, tapan*, yaba, tırmık, yayık, külek vs görünen her şey bu topraklardan bu doğadan dedelerin aklından ve emeklerinden” ...
“Köye yerleşenler, sular, otlaklıklar, orman ağaçları, yabani meyve ağaçları arasında ne kadar da bolluk içinde yaşamışlar. Koca köyün düzlükleri yamaçları hepsi tarla oldu. Bu da yetmedi köyün üst taraflarında köy içinin* iki misli büyüklükte ormanlar kesildi, tarla çayır yapıldı. Ne kadar çoğaldık ki amcalardan kardeşlerden ayrılsak iki cana yetecek ne tarlamız, ne de bir inek besleyecek çayırımız var. Bugün de kalkmışız bey kapısına hizmetkâr olmaya gidiyoruz” diye kendi kendine dertlenirken, karısına anlatmıyordu ama ailece hizmetkâr olmak Emro’nun zoruna gidiyordu. Ünzile de bunun farkındaydı, kocasına moral vermeliydi.
” Emro sen hiç üzülme çok uzaklara gitmiyoruz. Buraya iki adımlık yer. Bey bizi kaydına almayacak ya. Baktık olmadı, çeker geri gelir; bir kulübe yapar yaşarız. Bunu da bir deneyelim, ne yapsaydık? Ev evin üstünde olmadı işte. Sadece iki ev olsa amcalarla beraber yirmi iki nüfus. Çoğu zaman sofradan aç kalktığım oldu. Gelin olduğumdan, çekinirdim. Elimi sofraya biraz yavaş uzatayım derdim bakardım sofrada ekmek kalmamış. Babamın evi dersen bundan da beterdi un uçmaz kepek kaçmaz. Çocukken annemle beraber, kızaklarla, kağnı arabasıyla taşınan buğday başaklarından yola dökülenleri, çeperlere, dikenliklere takılanları toplardık. Yusuf emminin bizi görünce “gelin gelin toplamayın! Toplamayın! onlar karıncaların hakkıdır.” Demesi hala kulaklarımda çınlamakta. Biz karıncaların hakkından medet umar olmuştuk. Baksana evdeki çekişlerimiz de hep yokluktan yoksulluktan olmuyor muydu? Yok gizlice yağı eritmiş yemiş. Harman zamanı bir çuval buğdayı samanın içinde gizletmiş kışın satıp tütüne vermiş. İşin yok her gün evde azar işit. Ben Sabri Ağa’ya güveniyorum hem yabancımızda değil seni beye o söylemiş; bey kötü birisi olsa Sabri ağa bizi onun yanına göndermez. Biliyor musun ben bir defa Bey’i gördüm. Sabri ağagile misafir olacaktı bir hazırlık bir hazırlık yaptılar ki ben de tatar böreği açmaya yardım etmiştim. Onlarda bahçede oturuyorlardı. Beyler Ağalara benzemiyorlar. Biraz daha kibar, iyi giyimli oluyorlar” Emro karısını dinliyordu onun aklına sezgilerine güvenirdi. Kendisi de çok çalışkandı hele mısır çapası yapmada onunla Zabit’i köyde kimse geçemezdi. İşin gücün planına karısının aklı daha çok keserdi. Bilmedikleri de vardı Ünzile’nin. Emro: “Bak Ünzile” dedi. “Bizim ağalar iç memleketlerin ağalarına benzemez tarlada çayırda çalışırlar, çok zengin de değildirler, rençperlik yaparlar, çalışmayla ağa olurlar. Kısacası bizim burada hali vakti iyi olanlara ağa diyorlar. Zabit ağa değirmen taşı keserek şosenin* yanında koca bir mahallenin düzünü aldı. Zabit ağadan erken tarlanın başına giden var mıydı? Beyler, tarlada çayırda çalışmaz, onların kazada* işleri olur. Hükümet adamı gibidirler. Ne iş yaptıklarını bilmiyorum ama nedense beylerin arazileri çok olur”. Beylerin çalışmadığını duyması Ünzile’nin pek hoşuna gitmedi. Tarlada çayırda çalışmayanlar nasıl iyi insan olur diye düşündü. Emro’nun konuştuğunu, biraz rahatladığını, görünce de sevindi. Arkadan da Emro’nun sırtına elini koyarak, ona her zaman destek olacağını anlatmaya çalıştı. Bugüne kadar köyden çok kişi hizmetkâr olmuştu. Kimi çobanlığa kimi harman işine ama hepsi tek başına, hem de gençliklerinde gitmişlerdi. Köyden ailece hizmetkârlığa giden ilk defa Emro’yla Ünzile’ydi. Emro’nun üzüntüsü birazda bundandı, onlar ilktiler. Elin köyünde ya Ünzile’ye kimse yan gözle bakarsa hiç dayanamazdı. Babasının, “Bey aileleri büyüyü küçüğü bilir birbirlerine saygılıdırlar yeter ki çalış onlar adamı el üstünde tutarlar. Yeme içmede kendileri ne yerse hizmetkârlarına da onu yedirirler, onlara saygılı olacaksın seslendiklerinde sadece buyur demeyeceksin efendimi unutmayacaksın buyur bey efendim diyeceksin, hanımlarına hanım abla diyeceksin” dediklerini hatırladı. Bunları karısına da bir bir anlattı. Ünzile: “Desene çocuklarımız olursa bey terbiyesiyle yetişecekler belki daha iyi olur” dedi. “Beyler çocuklarını okutuyormuş bizim çocuklarımızda onlardan görür okurlar, okumalarını çok isterim. Eğer çocuklarımızın da hizmetkâr olmasını isterlerse bak buna dayanamam”. Emro “ben de dayanamam” .
Nerdeyse yolu bitirmişlerdi uzaktan köy de beyin konağı da göründü. Biraz daha hızlandılar, işe hazır bir şekilde yürüyorlardı. Bey onların geldiğini sırtı aştıklarında görmüştü. Eve yaklaştıkları sırada onları karşılaması için çobanı gönderdi. Her ikisi de önce beyin elini öptüler; otur dediklerinde oturdular. O sırada beyin hanımı da geldi, ayağı kalkıp onun elini de öptüler. Bey Sabri ağayı sordu selamını söylediler. “Şimdi bilirsiniz çayır biçim işleri başladı, sonra buğday arpa biçilir arada mısır tarlaları sulanır, velhasıl iş işi kovalar. Sizin köyün halkı çok çalışkandır. Hele hele Emro’yu bana çok övdüler. Ben tarlanın çayırın zayi olmasını istemem çayırlar kuruyunca sabah erken toparlanmasa ufanır gider. Arpa başakları da öğledir daha erken sabah çisesinde toplanması lazım. Kendi eviniz kendi işiniz gibi hareket edin. Bir kaç ay yeri yurdu tanıyana kadar yardımcı olacaklar, sonra işlerin planını programını da Emro sen yaparsın. Yıllığınızı altı ay sonra alacaksınız. Bayramlarda 1. gün köyünüze gidersiniz”. Emro ile Ünzile sandalyelerde elleri dizlerinin üzerine yapışık şekilde düzgünce oturup her cümlenin sonunda başlarıyla beyin sözlerini anladıklarını tasdik ediyorlardı. Misafirlik durumu olur mu acaba diye düşündüler? O sırada Ünzile’yi beyin hanımı mutfağa çağırdı misafirlik bu kadardı. Ünzile işe koyulmuştu, artık ev hizmetlerine yemek işine başlamıştı bile. “Emro sen de çobanla soğuk suya gidin eve biraz uzaktır suyu görmüş olursun içme için soğuk suyu kullanıyoruz”.
Genç hizmetkârlar birkaç gün içinde işlerini kavradılar. Bey çalışmalarından çok memnundu. Emro iki kişinin göreceği işi rahat görüyordu. Ünzile bilmediği şeyleri çok çabuk öğreniyor mutfağı ev işerini sallan sırt ederken harmana, kapı bacadaki işlere de yetişiyordu. Sorumlulukları fazlaydı. Emro’nun bazen yorgunluktan uyuyamadığı olurdu. Ama o yine de çalışmadan geri durmazdı. Ünzile bazen kendi tarlamız çayırımız olsa da çalışsak ne güzel olur diye düşünürdü. Bey iki günde bir al atıyla kazaya giderdi. Çayır işleri bitmiş, tarlaların hasadına daha başlanmamıştı. Yakında harman yapılacak, saplar* çekilecek, harman dövülecek, lençberliğin asıl çalışması harman zamanında olacaktı. Harman zamanı koşu öküzün, bir de adamın iyi olmalıydı.
Bey bu yılki harman iyi olacak diyordu. Bir de yenilik yapacaktı. Buğdayı samandan ayırmak için rüzgârda savurmak yerine artık makineyle savuracaktı. Emro’nun köyünde Hafiz usta geçen yıl bir makine* yapmış herkes o makineyi konuşmuştu. Bey bunu duyunca harman ayına yetişmek üzere Hafiz ustadan bir makine de kendine yapmasını istemişti. O günlerde Hafiz usta beye makinenin bittiği haberini gönderdi. Makinenin kasasına, eklenecek pervaneleri diğer ahşap parçaları ile demir aksamları ve çarkları kağnı arabasıyla getirilecekti. Yerinde yapılacak işler için de Hafiz usta ile birlikte demirci Demirali usta da gelecekti. Sabahleyin Emro kağnı arabasını hazırladı. Köyüne gidecekti. İçinde bir sevinç vardı. Bir an köyünden kopamayacağını düşündü. Tepeye çıktığında doya doya köyünü seyretti. Yol boyunca kimselerin rastlamasını istemiyordu. Kısa süreliğine evine uğradı, ayaküstü hal hatırdan sonra doğruca makinenin bulunduğu ustanın evine gitti. Ustalar hazırdılar makineyi arabaya yerleştirdiler. Yolda ustaların sohbetleri Emro’yu memnun etmiş, onu rahatlatmıştı. “Ustalar ne iyi adamlardı”.Emro ilk defa ustalara bu kadar yakın olmuştu. Köye vardıklarında Bey ustaları büyük bir sevinçle karşıladı, onlara hürmet etti. Öğle yemeğinde ustalara kendi eliyle hizmette bulundu. Ünzile beyin ustaları ağırlamasına bakarak; öyle ya ustalar olmasa kim ne yapabilir ki böyle ağırlanmak onların hakkı diye düşündü. “Beyler, ağalar, ustalar önemli kişiler, ha bir de memurlar da var”.
İkindi vakti makine kuruldu, eski samanla denemesini de yaptılar. Ustalar Emro’ya, “Bak en çokta Emro senin öğrenmen gerek. Bir durum olursa haber verin geliriz” dediler. Bey ustalara parasını vererek onları köyün çıkışına kadar uğurladı.
Emro ile Ünzile işlerinin başındaydı. Havaların iyi gitmesiyle beraber beşinci harmanı da yola koymuşlardı. Makinenin çarkını Emro çeviriyor Ünzile de dövülmüş buğday arpa saplarını makinenin girişine yaba ile atıyordu. Yorgun argın odalarına gidince de: Ünzile hep çocuklarının iyi işlerinin olmasını, usta olmalarını, hatta memur olmaları hayallerini kuruyordu.
Derken altıncı harman açılacaktı. Bu harmanın buğday sapları komşu köyün sınırlarındaydı. Tarla harman yerine hayli uzaktı. Emro geceden kalkarak sabah namazına tarlanın başına gitti. Kağnı arabasına buğday başaklarını dirgenle demet demet yükledi. Arabasının ipini sıktı iyice bağladı. Köye geldiğinde güneş bir adam boyuna çıkmıştı. Nerdeyse harman dövme vakti yaklaşıyordu. Zaman kaybetmeden arabadaki sapları harmana açtı. Daha önce yığılmış bulunan dört araba sapı da hiç durmadan aynı şekilde harmana açarak iyice yaydı. İşini bitirmişti. Bey ve ailesi balkonda Emro’yu seyrediyorlardı. Ünzile de sabah yemeyini hazırlıyordu. Bey Emro’nun işini bitirdiğini görünce balkondan Emro’ya takdir ile emir karışığı rahatça bir ses tonuyla seslendi “Emro Emro! Bare soğuk suyu da getir de sabah yemeğini öyle yiyelim! Ünzile de arada kocasının çalışmasını mutfağın penceresinden izliyordu. “Adam geceden gitti hala durmadan çalışıyor gittiği tarlayı yolları göz önüne getirip vah! Vah! Diye endişeleniyordu. Beyin “bare suyu da getir” sözüyle Ünzile şaşırtmış dona kalmıştı. O an her şeyi unutup, dimdik oldu. Bir beye baktı bir de harmanda Emro’ya . Baktıkça da güçlenmek, büyümek istiyor, anladıkça kendine güveni artıyor korkuları azalıyordu. Sanki bir bilinç patlaması yaşıyordu. Kararlı olmaya, kendini hazırladı. İşine devam etti. Daha da büyüyüp ve güçlendiğini hissetti. Artık hayatının kararını vermişti. Rahatladı, hem de mutluydu.
Ünzile sabah yemeğini yemedi, yemediğini de kimseye anlatmadı. Kocası yemeyi bitirince, ona buradan gitme kararını, “Buralar bize yar olmaz Emro! Buradan gidiyoruz Emro! Diye seslenerek söyledi. Emro karısının bu kararlılığını görünce şaşırmıştı. Aklından başka şeyler geçti. Ünzile tekrarladı buradan gidiyoruz! Kendi yuvamızı kuruyoruz! Geceden başlayıp tek başına böyle ağır çalışmadan sonra Beyin “Bare suyda getir demesi” onu çok çok etkilemiş böylesine kararlı hale getirmişti. Ünzile artık tamda bir kurtuluşun lideri gibiydi. Bey de hanımı da şaşırmışlardı “ne de iyi gidiyordu” diyorlardı. Ne olduğunu anlamadan öylece birbirine bakakaldılar. Eşyalar bohçalar toplandı. Ünzile o kararlı adımlarıyla yeni bir dünya kuracak güvenle yürürken Emro da peşindeydi. Köyün göründüğü tepeye kadar birbirine hiçbir şey söylemediler. Tepede nerdeyse başı bulutlara değecek kadar güçlü bir Ünzile ile ona güvenen onu anlayan, cüssesiyle devleşen bir Emro vardı. Birlikte köylerine doğru bakarken kolkola birbirine sımsıkı sarıldılar.. Başaracaktılar..
Bu kararlılık ve sevgi artık hiçbir engel tanımıyordu. Ünzile ile Emro kısa sürede evlerini yaptılar. Çocukları oldu. Tarlaları, çayırları, inekleri, koyunları da. Çocuklarını okutamadılar ama halleri iyiydi. Torunları memur olmuştu. Emro dünyadan göçmüş, Ünzile torununa bey denilene kadar yaşamıştı. Öğretmen olan torununu arkadaşları kapıdan Kemal bey, Kemal, bey diye sesleyince, Ünzile ninenin yaşına başına bakmadan heyecandan balkona koşması, herkesi şaşırtmıştı, oradan da Emro’nun mezarına, Emro Emro torunun bey oldu! Bey! Diye seslenecekti.
Ahmet ÖZTÜRK
*Bare: Keşke, hiç olmazsa, öyle ise
*Cecim: Ahşap evlerde duvar veya seki sergisi
*Tapan: Sürülmüş tarlanın üzerinden gezdirilerek toprakları ufalayan ağaçtan yapılmış araç
*Köy içi: Kırsal yerleşimde köy evlerin çevresindeki arazi
*Kaza: İlçe merkezi *Şose: Stabilize Yol *Saplar: Yığılmış, demetlenmiş buğday başakları
*Makine: Samanı buğday tanelerinden ayıran makine Tınaz Makinesi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.