- 945 Okunma
- 4 Yorum
- 7 Beğeni
Sırat Köprüsü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bak şu musalla taşının üzerinde uzanana, cansız ve tabutsuz duruyor. Etinden, kanından ve yaşadıklarından öte bir şeyi yok mu ki satıp da kendine güzel bir kefen ya da ahşabı ölü soluyan bir tabut alsın! Yokmuş demek ki... Ölü olarak mı doğdu acaba? Misal şuan ben dişlerimi satsam nereden baksan üç yüz kâğıt ederi var; az buz bir para değil, o parayla yepyeni bir beden veya altından bir diş bile alabilirim. Bedeni ne yapacağım, çabuk çöküyor, en iyisi altın diş; parıl parıl...
Tanıyorum musallada uzanan adamı aslında; de bakma tanımazlıktan geliyorum; böyle bir köy mü vardı acaba: Tanımazlar Köyü... Çok göç vermiş olsa gerek... Neden tanımazlığa vuruyorum? Çünkü ona vuramam, zaten ölü; aslında ölmüşlüğü yeni ama ölümün kendisi eski. Rahmetli dedemher sabah uyandığında neneme "Git bir bak mezarıma, yaşıyor muyum" derdi. Neden böyle yapardı bilmiyorum. Nenem yaşlı olduğundan ben giderdim, koşarak. Hatta yol boyunca da dedem ölmüş diyerek ağlardım. Bakardım ki mezar insan fakiri hoplaya zıplaya eve dönerdim.
Musallada uzananın durumu farklı aslında; iyi kötü bir ceketi vardı. "Sat bana, ücret babında kefenimi vereyim" demiştim. Dudağından düşürmediği sigarasından derin bir nefes alıp "Seni ölümün beni tanımaz" deyip kahvenin önünden ağır adımlarla geçip parkın önündeki banklara oturmuştu. Zaten hep orada otururdu. Neden sürekli orada olduğunu soranlara, cebinde duran yumruk büyüklüğündeki ip yumağını gösterip;
- Gökyüzünün bir yere gitmediğinden emin oluyorum, diye cevaplardı başı yukarı doğru dikilmişken...
Anlattığına göre o iple gökyüzünü bağlamış:
- ucu nerede be adam?
- Doğumumla anam kesmiş...
veya;
- Gökyüzünün tam olarak neresine bağlı bu ip?
- mezarına...
İşte bu sabah koşarken gördüm; evet, evet gördüm... Tam şurada, kısır kuruyemişçinin önünden geçti, ağlıyordu. "Ne oldu lan" diye seslendim, cümlenin sonundaki soru işaretiyle bana münasebetsiz bir hareket yapıp gözden kayboldu. Öğlene doğdu yorgancı Halil yanıma geldi;
- İpini çalmışlar bizimkinin!
- Bizim ki?
- Musa lan...
(Yaşarken Musa’ydı adı, şimdi nedir bilmiyorum; kısaca "ölü" diyorum.)
- Kim çalmış?
- Bilmiyorum ama döne döne ipini arıyor. "öleceğim, öleceğim" diye dolaşıyor.
Birkaç saat sonra da öldü zaten. İşte şimdi de orada, musalla taşının üzerinde uzanıyor. İpi kaybolmadan önceki gece dükkânı kapatırken yanıma gelip bir sigara istemişti, söylenmez ama paketi verdim. Gülümseyerek yaktı hemen, bir tane de bana ikram etti. Bir iki fırt çektikten sonra:
- Sana bir sır vereyim mi?
- Söylersen zaten sır olmaz ki...
- Bu cebimdeki ip var ya... O aslında Sır’at köprüsü...
- Sende ne arıyor Sır’at köprüsü?
- Kendi ölümünü... Ölsün ki hemen ait olduğu dönsün istiyor ama ölmüyorum ısrarla. İnada inat...