- 1029 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
yaşamdan soğanlı yahni
YAŞAM dan SOĞANLI YAHNİ
Bir Cumartesi gecesi kardeşimle birlikte Çiçek Pasajındayız. 1987 nin o çok soğuk kışının ardından , bol yağmurlu , kasvetli bir hava var ; rüzgarın kırbaç gibi insanın suratında patladığı, aksi bir hava.
İkimiz de yüzbaşıyız ve ben Beşiktaş, o da Karaköy Askerlik Şubesin’ de görevliyiz. Görev yerlerimiz herkesi şaşırtıyor ,çünkü altlı üstlü iki şubede, iki kardeş birlikte çalışıyoruz.
Biralar önümüze ,koca Arjantin bardakları ile buz gibi geliyor. Mezelerin doldurduğu yüksek tabureli masamız , tam televizyonun karşısında. O gece Almanya – Türkiye milli maçı var . Bu yüzden de mekan hınca hınç dolu. Koyu bir sohbet ve biralar , mezeler o kadar güzel ki, ikimiz de ,iyi yemek yiyen tipleriz üstelik.
“Abi, Arnavut ciğeri yeni yıktı , ister misiniz? “
“Alalım oğlum , güzel bir patates tava da getir”
Kağıtta kokar iç , tabak içinde önümüze tam geliyor ve ben sıcak kağıdı açmaya çalışırken , masamıza sırılsıklam pardösü içinde , yarı donmuş , kolunun altında siyah bir büyük çanta sıkıştırmış , 55-60 yaşlarında gösteren bir bey yaklaşıyor. Başını örten fötr şapkanın kenarlarından sular süzülüyor. Bize o kadar yaklaştı ki, sohbeti kesip , masamıza bakan , gözleri kıpkırmızı , sakalları bir haftalık, bu yabancıya dalıyoruz biz de. Bir zamanlar kaliteli bir yerden alındığı belli olan yıpranmış bej pardösü ve fötr şapka , belki de bir zenginden bağışlanmış olabilir. Şapkasını çıkarttığında uzunluğu bir karışa yakın, ağarmış saçlarını eliyle düzelterek gülümsüyor. Gözleri benim henüz buharı tüten kağıtta pişmiş kokar iç imde.
“Sever misin baba? Haydi çekinme buyur”
Adamın gözleri bir daha doluyor sanki. Başı ile “Evet severim” diyor. Garsona işaret ediyorum, kalabalığın içinde sesimi zor duyurarak. Bir bira ve bir kokar iç daha isteyeceğim. Ama o , adamın koluna dokunarak ,
“Rahatsız etme abileri, haydi yaylan. Bıktık bee “ diyerek onu dışarı çıkartmak istiyor. Belli ki, buralarda tanınmış bir otlakçı.
“ Dur oğlum, yanlış anladın . bize bir Arjantin le , kağıtta kokar iç daha al diyecektim. “
Gitmeye hazırlanan adamın kolundan tutarak, kokar iç tabağını ve kendi biramı onun önüne itip, ben kardeşiminkinden yemeye ve sohbete devam ediyorum. Adam hiç konuşmadan koca ekmekleri kokar iç in suyuna banarak yutup , üzerine birasını soluksuz içmekte. Alkolik olduğuna artık eminim.
“Affedersiniz , konuşmalarınızdan subay olduğunuzu anlıyorum . doğru mu? Rütbeleriniz nedir?”
“Evet ikimiz de subayız. Yüzbaşıyız ve hem de kardeşiz. Ben bu yıl binbaşı olacağım . Bir bira daha içer misiniz?”
“Evet ama karşılığında , bu iki yüzbaşım, resimlerini çizmek şerefini . bana bahşederler mi? Lütfen efendim , bunu çok arzu ediyorum “
Adama bak , nasıl da güzel konuşuyor. O bizim resimlerimizi büyük çantasından çıkarttığı resim kağıdına kara kalemle çizerken , biz bir yandan sohbet etmeye , bir yandan da onun yakası yıpranmış ama tertemiz gömleğine ve itina ile taktığı kravatına bakıyoruz . Parmağında altın bir alyans yüzük var. Sanırım evli.
Sevdik bu adamı sanki. Masamızda bir yabancının olması bizi rahatsız etmiyor. Koca bardaklar kalktıkça, neşemiz de artıyor. Oh nihayet resim bitiyor ve önümüze ters olarak konuyor. Heyecanla resim kağıdını çeviriyorum. O da ne? Aman Tanrım. Bu resim , bu resim , hayır bu anca yaşayanın bilebileceği bir şey.
Kağıdın bir köşesinde ben , diğer köşesinde kardeşim var. Resmi elbiselerimizin içindeyiz ve üniformalarımızın her özelliği aynen resme yansıtılmış. İkimizin ortasından Kara Harp Okulunun meşhur yokuşu ( Çok dik ve uzun olduğu için teğmen osurtan derler. Eh teğmen öğrencilere göre yaşlıdır ya, ondan işte) onun yukarısında okulun ana giriş kapısı , Atatürk’ ün heykeli , İstiklal Savaşı kahramanı komutanların sü lietleri çizilmiş . İnanamıyoruz , bu adamın bu yeri görüp hafızasına bu denli işlemesi için , ancak subay olması ve o kapıdan en az bin kere geçmiş olması gerekiyor.
Resme kardeşimle çok dikkatli bakıyor ve şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. İlk soru soran ben oluyorum .
“ Baba , sen kimsin Allah aşkına? Bu resmi ancak yaşayan ,içinde olan biri çizebilir. Lütfen söyle sen kimsin? “ Resmi elimden alıp, sağ alt köşesine ismini yazıyor.
“Müstafi Binbaşı Ahmet (…..) “
Ne ,ne ,ne , ben yanlış mı okuyorum. Hayır imza bile atmış Ahmet Binbaşı. Masanın bu şaşkın durgunluğunu kardeşim bozuyor.
“Garson şu biraları kaldır, bize bir yetmişlik büyük aç, beyaz peynir, Çoban salata, lakerda , buz…”
“Çocuklar, ben 1974 Kıbrıs Harekatında, Genel Kurmay ‘ da İstihbarat Dairesinde görevli bir İstihkam subayıydım. 18 Temmuz 1974 gecesi henüz harekat başlamamıştı. On beş gün öncesinden eşimi ve kızımı İzmir ‘ deki annemin yanına bırakmış , özel arabamı orada park edip, otobüsle dönmüştüm .
Eşim ve kızım , hem sıkıldıklarını ,hem beni özlediklerini, bir de kızın ikmal sınavı için kursa gitmesi gerektiğini, her telefonda tekrarlıyorlardı.
Oysa bütün izinler kapatılmış, 24 saat plan başında görevliyiz. Eşim, kendisi gelse , arabam İzmir’ de kalacak, ne yapabilirim diye düşünürken , bir askeri kargo uçağının Güvercinlik’ den ,İzmir’e uçacağını öğreniyorum . Akşam gidip , sabah olmadan arabamı da alıp dönebilirim diye düşünerek ,izin almadan karargahı terk ediyorum. Bu benim hayatımın en büyük hatasıdır.
Akşam geleceğimden haberi olan eşim ve kızımla dönüş yoluna çıkmış , Polatlı yakınlarına yaklaşmışız . Öyle yorgunum ki, artık ışıklar , yol ve zaman bütün hızıyla gözümde büyüyor. Bir saniyeden kısa bir sürede , karşıdan gelen iki ışık , dört tane oluyor. Hatalı sollama yapan bir kamyon bu. Selektör yaparak uyarıyorum , hiç oralı olmuyor
İki kamyonun ortasına doğru , çaresizce dalıyor ve kendimi Ankara GATA da buluyorum . Kendime geldiğimde olayın üzerinden üç gün geçmiş olduğunu , eşimin ve kızımın gömülmüş olduğunu ve benim de hem bacaklarımın kırıldığını , hem de başımdan büyük bir darbe aldığımı söylüyorlar. Saçlarımı o koca ameliyat izini kapatabilmek için uzun bırakıyorum. Ziyaretime gelen dostlarım bakışlarında benim suçlu olduğumu , hep yanlışlar yaptığımı adeta söylemekteler. Ne diyebilirim , haklılar.
Neye üzülmek veya sevinmek gerektiğini artık anlayamıyorum. Kıbrıs’ a çıkmışız, büyük bir sevinç var insanlarda. Birkaç gün sonra askeri savcı ifademi almak üzere yanıma geliyor. Elinde bir emir var, altında imzam olan. Yani benim okuyup tebellüğ ettiğim , ikinci bir emre kadar izinlerin kaldırıldığına , birliği kimsenin terk edemeyeceğine dair bir emir bu.
Sonrası malum çocuklar, “Emre itaatsizlikte ısrar ve harekat planını tehlikeye atmak “ suçlarından altı yıl hapis. Çünkü ertesi gün harekat emri verilecek, Çıkartma Birlikleri bu emri bekliyor. İstihbarat planlarını ancak kasayı kırarak açtırıp alabiliyorlar. Orgeneral Semih Sancar , beni seven bir komutandı ama bu sorumsuzluğu asla affedecek biri değildi.
İki yıl askeri ceza evinde rütbesiz olarak yatıp ,iyi halden tahliye olduğumda, lojmandan boşaltılıp, bir kömürlüğe konmuş eşyalarımı, eskiciye satarak , İstanbul’a geldim . Yıllardır bana kucak açan yaşlı bir Ermeni hanımın çatı katında kira vermeden oturuyor , onun gündelik işlerini yapıyorum . İşim kara kalemle portre yapmak ve her şeyi unutmak için sürekli içmektir. Bu gece yağmurun bana iki meslektaşımı sunacağı hiç aklıma gelmezdi. Yıllardır her askerden kaçıyordum. Bu gece sizinle olmaktan ,içimi dökecek , beni dinleyecek birilerini bulmaktan çok mutlu oldum çocuklar, çok.”
Artık ayrılık zamanı gelmişti. Gülerek geçirdiğimiz bu en acı gece sona ermek üzereydi. Tanıdık subaylardan, komutanlardan bahsettik. Babamı da tanıyordu, Barış Kuvvetleri Lojistik Komutanı olduğu için planlamaların bir kısmında birlikte çalışmışlardı.
Masanın altından kardeşime elimi uzattığımda, hemen anlamış ve parayı avucuma sıkıştırılmıştı. Ben de üzerine ekleyerek , Ahmet Binbaşı’ nın vedalaşırken cebine sokuvermiştim.
O an içimden neler geçti neler. Ben , belki de, “Komutanım” dediğim birinin cebine harçlık sokan , ilk asker oluyordum belki de…
E.Yaşar Ovalı 26.04.2014
YORUMLAR
yine çok etkileyici bir hikayeydi, böyle bir hikayeyi yazdığınız için mi, bizimle paylaştığınız için mi, yaşadığınız için mi tebrik edeyim bilemedim, saygılarımla...
kukurikuu
Sayfama şeref verdiniz,güzel yorumunuza ve
iltifatlarınıza teşekkür eder ,saygılar sunarım.
Bizim dışımızda hiç tanımadığımız bir dünya var,tebrik ederim saygılarımla.
kukurikuu
Ben de yazılarımda bu tabu olarak konuşulmayan
konuları açmaya çalışarak, neler olduğunu
anlatmaya çalışıyorum.
Yorumunuz için teşekkür eder, saygılar sunarım
Vay abim vay.
Sende çok anıların olduğunu biliyorum da böyle bir anı beni de şaşırttı.
İnsanın başına ne zaman nerede, ne geleceği hiç belli olmuyor. Bir an için alınan doğru ya da yanlış bir karar daha sonraki tüm hayatını etkileyebiliyor.
Mesela senin aldığın bir karar vardı..Yazmıştın hani...O kararı almasaydın şu anda ya toprağın altında olacaktın ya da bir ayağı olmayan bir insan olarak yaşayacaktın.
Hayat bu..Gerçekten de bazen mucize, bazen de çok acı sürprizlerle dolu.
Selam ve sevgilerimle değerli abim.
kukurikuu
Hayatın ne olduğunu, nasıl devam edeceğini ve
nasıl biteceğini kimse bilemiyor.
Gel hocam, en güzeli aynı tempoda yanlıştan
mütevazi ve kaçarak Allah 'tan korkarak
Günahtan kaçınarak) yaşayıp gidelim.
Oğlanı da nişanladın artık çok da mutlusundur. Tekrar kutlar gözlerinden öperim
hüzünlü ama yaşamın içinden kareler aslında sırdan sandığımız insanların dünyasına girdiğimizde hiç te sırdan olmayan hikaylerele karışlaşırız çoğu zaman ..birde kokreç kokar iç doğrusu hangisi bilemdim şimdi..:) güzel bir hafta sonu hikayesi okudum kaleminize sağlık yazar..sevgilrimle..
kukurikuu
İnsan nerede ve nasıl bir insanla
karşılaşacağını bilemiyor.
Kokan iç organ manasına
kokar iç demek en doğrusu .
Acı bir öyküdür benim için .
Saygılarımla.