- 576 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kaza
KAZA
Otel odasına girdiğimde şafak sökmeye başlamıştı. Kendimi o halde yatağa bırakmıştım. O halde ne kadar yattım hatırlamıyorum. Çok sonra telefonun sesine uyandım. Bir an açmakla açmamak arasında gidip gelmiştim. En sonunda telefonun sesine dayanamamış telefonu açmıştım. Telefondaki ses babamdı. Kardeşimin kaza geçirdiğini, Çukurova Üniversitesi Balcalı Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesine alındığını söylüyordu. Ne yapacağımı bilemeden öylece kalakaldım yatakta. Hemen gelmemin gerektiğini söylüyordu babam. ‘’Acele kan lazım’’ acıyla boyanmış sesi yankılatıyordu kulaklarımı. Kardeşimin kanı ender bulunan kan gurubu (B negatif) işimiz çok zordu. Babam ‘’ Ahmet hemen gelsen iyi olur. Aksi takdirde kaybedebiliriz kardeşini diyordu. Beynim durmuştu. Babamın arka arkaya gelen yumruk gibi sözleri beni yerle bir etmeye yetmişti. İnme inmiş gibi hiçbir şey yapamadım. Telefon öylece kayıp gitti elimden. Kendime geldiğim an hiçbir şeyle uğraşmadan Yavuz’u aradım. Yavuz, yeşil gözlü asi çocuk. Çocukluktan beri iyi günümde kötü günümde yanımda olan, rahatlıkla omzumu dayayabileceğim iyi bir dosttu. Radyo Yeşil’de dj olarak çalışıyordu Yavuz. Olanı biteni hızlı bir şekilde aktardım. Sessizce dinledi ve ‘’tamam Ahmet’im hemen gerekeni yapıyordum’’ dedi. Radyo Yeşil’den Kan için hemen anons geçmeye başlanacaktı. Ben nerdeydim ne yapıyordum Bugün ne işim vardı, bir işle uğraşacakmıydım anımsamak bile istemiyordum. Benim için ne işimin ne de zamanın, bir önemi kalmamıştı. Otel odasının duvarları üstüme üstüme geliyordu sanki. Sağa sola çarparak banyoya attım kendimi. Gece çok içmiştim. Kendime gelmek için buz gibi suya ihtiyacım vardı. Kendimi buz gibi duşun altına bıraktım. Kaç dakika kaldım soğuk duşun altında hatırlamıyorum. Aklıma takılan şey, benim kardeşim nasıl kaza yapmıştı? Araba onun için bir tutkuydu. Evet, hızı severdi. Ama direksiyona geçtiği anda karayılan gibi kıvrılırdı yollarda.“Nasıl, ne zaman oldu bu lanet olası kaza? Daha dün aramıştı beni. ‘’Ağabey ne zaman geliyorsun rakı balık seni bekliyor’’ demişti. Bütün arkadaşlar Koca Reis’in meyhanesinde bir araya gelecek geçmişi ıslatacaktık. Şaşkınlık hali uzun sürmedi. Hızlıca kendimi toparlayıp, üzerimi giydim. Kardeşimi hayata döndürebilmenin umuduyla hemen yola çıktım.
Adana’ya ulaştığımda gece yarısını çoktan geçmişti. Yol boyunca kardeşimle yaşadığımız maceralar gözümün önüne gelmiş Konya’dan Adana’ya kadar ağlamıştım. Öğlene doğru Çukurova Üniversitesi Balcalı Devlet Hastanesine ulaştım. Arabamı hastanenin otoparkına park ettim. Kardeşimin çok sevdiği türküler çalıyordu arabada. Kardeşimle, yaşadıklarımız film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Koca bir mercanı çekerken ya da sırtında tüfek bir alabak kuşunun peşindeyken. Çok neşeli bir insandı kardeşim. Onun hayaliyle arabada öylece kaldım bir süre.
Ne kadar engel olmaya çalışsam da kardeşim sigara içerdi. Hem de Çok derin çekerdi sigaranın dumanını. Sigarasının dumanıyla şekiller çizer ’’ bak ağabey şimdi kalp çizeceğim içinde de sevdiğimin baş harfi olacak’’ der elindeki sigarayı bir aşağı bir yukarı hareket ettirir, garip garip şekiller oluştururdu. Kardeşimin yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Hayatla adeta alay edercesine yaşardı. Ondaki yaşama sevinci kimse de yoktu.
Kendime geldiğimde arabanın içinde terden sırılsıklam olmuştum. İç Anadolu’da yaşayan bir kişi için zordur Çukurova’nın sıcağı. Hemen babamı aradım’’ baba nerdesiniz? Ben geldim aşağıdayım’’ demiştim. Babam hemen aşağıya indi. Elini öptüm ve sımsıkı sarıldım ikimizin de gözleri yağmura yenik düşmüştü. Dakikalarca birbirimize sarılıp ağladık. Babam ‘’Oğlum kardeşin ölüyor. Durumu çok kritik. ‘’ Hayata doyamadan gidiyor Murat’ımız diye. Haykırıyordu.
Uzun zamandan beri gelmemiştim memlekete. Hayatımda ilk defa aşık olmuştum. Aşık olduğum kadınla birlikteydim. Ankara’nın soğuk ve ayazlı gecelerinde bir dost meclisinde tanımıştım Ceylan’ı. Ondan başka bir şey düşünemiyordum artık. Onunla ilk tanıştığım gün kararımı vermiştim. Kendi kedime ‘’oğlum Ahmet eğer bir gün evlenirsen işte böyle bir kızla evlen’’ demiştim. Ceylan’la evlilik hayalleri kuruyordum. Onunla evlenecektim ve bu serkeş hayatı terk edecektim. O günlerde piyasaya çıkan ‘Yorgun Sandalcı’’ adlı şiir kitabım elden ele dolaşıyordu. Kitap sayesinde Ceylan’la arkadaşlığımı ilerletmiş aşk yaşamaya başlamıştık. Artık evlilik planları yapılmıştı. Yeşil gözlü asi çocuk Yavuz düğünümde sağdıcım olacaktı. Ceylan’la bir ömür boyu mutlu olacaktık
Yeni çıkan şiir kitabımın imza günü için Konya Selçuk Üniversitesine geçmiştim. Bir gece Konya’da kalacaktım. Yorgun bir günün ardından geceyi geçireceğim otele gelmiş ve otelin barında kafayı çekmiş sonra da odama çekilmiştim. Ertesi gün gelen Kardeşimin kaza haberiyle Adana’ya geçmiştim. Ceylan Ankara’da beni bekliyordu. Ona akşama Ankara’da olacağımı söylemiştim. Kaza haberini ona verememiştim.
Babamla bir süre aşağıda konuştuktan sonra kardeşimin yattığı yoğun bakım ünitesine çıktık. Annem ve diğer kardeşim harap bir şekilde bekliyorlardı. Annem beni görünce sımsıkı sarılarak gözyaşlarıyla anlattı acısını. Durumu çok ciddiydi kardeşimin. Doktorlar her şeye hazırlıklı olun diyordu. Yirmi dört saat içinde uyanmazsa bir daha uyanamayabilirdi. Geçmek bilmeyen saatler içinde aklımda hep kardeşim vardı. Kardeşimle çok kavga ederdik ama aynı gün geri barışırdık. Çok yaramaz bir çocuktu Murat.
Her türlü yaramazlığı yapardı. Ama babamdan azar işiten ben olurdum. ‘’Sen büyüksün sahip çık kardeşine’’ diye paylardı beni babam.
Telefonun sesiyle kendime geldim. Arayan Ceylan’dı. Ankara’ya ne zaman döneceğimi soruyordu. Ben de ona gözyaşlarına boğularak kardeşimin durumunu anlattım. İlk uçakla geleceğini söylemiş telefonu kapatmıştı. Sabaha karşı doktor görüşme odasına aldı bizi. Kötü haberi vereceği surat ifadesinden anlaşılabiliyordu. Doktor ‘’Mehmet Bey maalesef Murat’ı kaybettik. Organ bağışı için ne düşünüyorsunuz. Oğlunuz başka insanlarda yaşasın istiyorsanız organlarını bağışlayın. Yok, hayır istemiyorum diyorsanız saat 09.00 da cenazeyi alabilirsiniz dedi. Ölmez ailesi olarak dünyamız başımıza yıkılmıştı. Annem olduğu yere yığıldı kaldı. Kardeşim annemi kendine getirmeye çalışıyordu. Evin büyük oğlu olarak ayakta olmalıydım. Babam gözyaşlarına hakim olamamış üzüntüsünden doktorun sorduğu soruya cevap verememişti. Babamın yerine ben cevap verdim ‘’gereken neyse hemen yapılsın kardeşim bir başkalarının vücudunda yaşasın’’ dedim. Kalbi ve böbrekleri başkalarına nakledilecekti. Öğleden sonra bütün işlemler bitmişti. Ceylan’da gelmiş ilerde mensubu olacağı ailenin acısını paylaşmıştı. Kendisini biraz toparlayan babam, sabah köye telefon edip, mezar hazırlamalarını söylemişti. Sarı İsmail, Pala Recep ve Sarı İsmail’in eniştesi Yusuf mezarı hazırlayacaklardı.
İkindiye doğru yeşil renkli cenaze aracı önde biz arkada Toroslar’a ulaştık. Ceylan yanımdaydı. Yol boyunca çam ormanı nefis kokusuyla adeta mest ediyordu. Kozan ile Akkaya arasındaki ağu ağaçları manzarayı renkten renge boyuyor, sarp yamaçlı yeşil dağlar gökyüzüne doğru yükseliyordu. Her zaman beni ve kardeşimi hayal alemine daldıran bu güzel manzara şimdi canımı acıtıyordu. Kardeşimle yapılan yolculuklarda muhakkak her çeşme başında durur. Etrafı seyreder manzara fotoğrafları çekerdik.
Kardeşimin cenazesi çok kalabalık olacaktı. Dörtyol’dan yola çıkan arkadaşlar bize Feke’de yetişmiş büyük bir kortej oluşmuştu. Murat’ı herkes çok severdi. Kimseye zararı olmayan herkesin yardımına koşan iyilik meleği bir gençti.
Kardeşimin tabutunu taşıyan yeşil renkli cenaze aracı önümüzde acı siren çalarak mezarlığa gelmiştik. Mezarlık köye girmeden çam ve meşe ağaçlarının arasında çınar ağaçlarıyla kaplı, küçük bir derenin kenarındaydı.
Sarı İsmail, önce babama sonra bana sarılarak ağladı. ‘’Murat’ımızı Zekeriya’mızın yanına koyacağız Memmedim’’dedi. ‘’Amcasının yanında yatsın yiğidim amcasına yoldaş olsun’’ dedi Bütün köy mezarlıktaydı. Ağlaşmalar çam ağaçlarında bulunan cırlavukların sesine karışıyordu. Ceylan, annemin koluna girmiş ona destek oluyordu
Tabutun kapağını ellerimle açtım. Annem, babam ve kardeşimle son bir defa Murat’ın gülümseyen yüzüne bakacaktık. Kardeşimin yüzünü açtım. Annem ellerliyle okşayarak ‘’güle güle git yavrum mekanın cennet olsun’’ diyerek feryadı bastı. Ceylan hemen koluna girerek çam ağacının dibine oturttu annemi. Babam kardeşim ve ben alnından öperek yüzünü sonsuza dek örtmüş tabutunu mezarın başına getirmiştik. Mezara Sarı İsmail ile Pala Recep inmişti. Beyaz kefene sarılmış kardeşimi sonsuzluğa hapsetmeleri için onların eline teslim etmiştik. Dualar eşliğinde defin işlemi bitmiş, Ölmez ailesi olarak yakarırcasına dua ettik.
Güneş artık batmaya yakındı. Mezar başındaki mahşeri kalabalık erimişti. Murat’ın başucuna, sarı kırmızı kaşkol bağlı çam dalı kondurmuşlardı. Annem, babam kardeşim, Ceylan herkes arabalara dönmüştü. Bense hareketsiz bir şekilde, Murat’ın üzerine atılan toprağa baktım. Birlikte çıktığımız balık avları ya da elimizde kuş lastikleri maya diplerinde beklediğimiz karatavuklar geldi aklıma. Ankara’ya geldiği ilk yılı anımsadım bir an Anıtkabir’e gitmek isterken kaybolmuş polis ekibiyle birlikte yanıma gelmişti. Çünkü ondan önce hiç Çukurova’dan çıkmamış, büyük şehir görmemişti kardeşim. Ona son kez seslenmek istediysem de başaramadım. Kelimeler dilimde düğümleniyordu adeta. Sesi hep kulaklarımdaydı Murat’ın. Ağlamak istedim ama onu da başaramadım. Göz pınarım kurumuştu sanki. Yıkılmıştım. Hayata sımsıkı bağlı güler yüzlü sevecen kardeşimi toprağa vermiştim.
Bir anda arabada bekleyen annemi, babamı kardeşimi ve hayatımın kadını Ceylan’ı unutmuştum. Murat’ın üzerindeki toprağı okşayarak hoşça kal kardeşim diyebilmiştim sadece. Murat’ın başından ayrılarak araba doğru yöneldim.
Murat ÖLMEZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.