- 1478 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Umut Çiçeği
Kendine Gel Ey İnsan!
Üstü başı perişan biri, yokuş yukarı hızlı hızlı yürümeye çalışıyordu. Kan ter içinde kalmıştı. Arada durup arkasına bakıyor, iki elini dizlerine koyup biraz soluklanıyordu. Birilerinden kaçtığı kesindi. Yüzünde kederli, korku dolu bir ifade vardı. Ormanın içinde, ağaçların ve büyük yapraklı otların arasından zar zor ilerlemeye çalışırken önüne sarp kayalıklar çıktı. Var gücüyle tırmandı kayalıkları. Elbet saklanacağı bir yer bulacaktı. Kayalıkların tepesine vardığında yolu da bitmişti, dermanı da. Bulunduğu noktadan her tarafı görüyordu. Uzakta ki tarlaları, kenarlarına sıralanmış meyve ağaçlarını, tarların arasından şehre doğru eğri büğrü kıvrılıp giden yolu. Gür ormansa ayaklarının altındaydı sanki. Kendini saklayacak ne bir ağaç vardı bu kayalıkta ne de bir mağara. Acele gizlenecek bir yer bulmalı, izini kaybettirmeliydi. Neydi bu başına gelenler. ’Sen böylesi bir kaç hırsızdan kaçacak adam mıydın be bahçıvan Rasim’ diye söylendi kendi kendine. Geldiği yolu da kayanın tepesinden rahatlıkla görüyordu. Üç para avcısı onu takip ediyordu, biri yukarıya bakıp bağırdı.
’ İşte orada! ’
O an, bittiği andı. Kapana kısılmıştı artık, ne geri dönebilir, ne ileri gidebilirdi. Cebinden bir küçük torba çıkardı. Elleri titreyerek bez torbanın ağzını açtı. Bir iki kere derin nefes aldı.
’ Dedemin emanetlerini, kırk yılımın birikimini, şimdi elimden almak istiyorlar, verir miyim onları üç beş kuruşa. Olmaz, olmaz öyle şey. Veremem sizi, kıyamam size. Siz, sizi sevenlerin olmalısınız, para her şeyi alır diyenlerin değil’,dedi.
İçinden rüzgarın biraz daha şiddetli esmesi için Hakka yalvarıyordu. Besmeyleyle ’ Rabbim onları sana emanet ediyorum’ diyerek torbanın içindekileri boşalttı boşluğa. Küçüçük küçüçük tanecikler, rüzgarla birlikte uçuşmaya başladılar bahçıvanın etrafında. Bir kaç dakika sonrada kayboldular gözden. Elindeki boş torbayı da bıraktı uçurumdan aşağıya. Kendisini takip edenleri oturup bekledi sessizce. Çok geçmeden üç adam belirdi yanında. Sorular sordular, tartakladılar, üstünü aradılar, aradıkları yoktu. Kaç gündür bu adamın peşindeydiler, boşuna mıydı her şey. Pazarlıklar ettiler, her şeylerini vermeye razıydılar. Sustu bahçıvan, gözlerini bir noktaya dikip dinledi öylesine onları. Baktılar olmayacak, öldüresiye dövdüler. Gözlerini hırs bürümüş bu üç adam ne yapacaklarını şaşırdılar. ’Söyle nereye sakladın. Söyle ne yaptın onları? , diye sordular defalarca. Cevap yoktu. Bir tek ahh sesi yankılandı koca ormanda. Ölmüştü bahçıvan, kendisinin kırk yılda emek vererek geliştirdiği, dünyada eşi bulunmayan, eşsiz güzelliğe ve kokuya sahip çiçek tohumları için öldürülmüştü.
Rüzgar aldığı emanetleri bir kaç gün gezdirdi durdu. Bunlar çok hafif, minik tohumlardı. Dünyanın dört bir tarafına ulaştırdı minik tohumları. Tarlalara, bayırlara, kaşlara, yaylalara bıraktı. Tohumlardan ikisi yanyana bir vadiye düşmüşlerdi. Üzerlerine düşen yağmur damlalarıyla beraber, toprağın içerisine iyice sokuldular. Toprak ana onları bağrına basmıştı. Birbirleriyle konuşarak sıcacık yerlerinde baharın gelmesini beklediler.
Baharda büyüdüler, çiçek açtılar. İlk güneş fark etti onları, gelip dokundu yapraklarına sevgi ile. Sonra kelebekler, arılar, börtü böcekler. Bu iki çiçek çok farklıydı. Öyle bir güzellikleri vardı ki görenler hayran kalıyordu. Bütün hayvanlar gelip kokladılar bu nadide çiçekleri. Yaşama sevinci ile doldular. Çiçekler mutlu, bitkiler mutlu, hayvanlar mutlu.
Bir gün iki sevgilinin yolu geçiyordu buradan. ’Saklanın dedi kuşlar böcekler, saklanın! İnsanlar geliyor saklanın’. Çiçekler:
’ Neden dediler neden? Onlar da Allah’ın yarattığı, ona kul olan varlıklar değil mi? Neden saklanalım?’
Anlamıyordu çiçekler, neden saklanacaklarını anlamıyorlardı. Yinede biri çayırların arasına saklandı, diğeri tüm güzelliğiyle sevgilileri selamladı. İlk delikanlı gördü çiçeği, şaşırdı. Kaşla göz arası koparıp onu, sevgilisinin saçlarına taktı.
’ Bu ancak senin saçlarına yakışır’ dedi.
Kız çok mutlu olmuştu, el ele tutuşup gittiler. Mahvolmuştu saklanan çiçek, keşke onu koparsalardı, keşke. Eğdi başını, üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı. Hele ki bir iki saat sonra sevgililer kavga etmiş bir şekilde geri döndüklerinde, kızın saçlarında göremeyince arkadaşını bitmişti tüm gücü. Onları bu topraklara canı pahasına getirende bir insandı, bir anda koparıp sağa sola atanda. O da günden güne soldu. Sevgililer nereden bilsinlerdi, mutluluk çiçeğini kopardıklarını. Umut çiçeğinin de solmasına yol açtıklarını. Umut çiçeğinin sözleri yankılandı dağlarda.
’ İnsan oğlu yaşatması gerekirken, yaşayanları sevmesi gerekirken, sahip olmaya çalışıyor, öldürüyor. Aslında kendi kaybediyor, kendine gel ey insan! Bir canavara dönüşüyorsun, bundan da haberin yok, kendine gel ey insan!
Saklandı umut çiçeği, saklandı dünyanın en ücra yerine.
Derler ki, rüzgar, bir çok duygunun çiçeğinin, tohumunu taşımış dört bir yana. Koparılma korkusuyla hiç biri asıl renginde ve şeklinde açmamış bir daha. Sizde, sevgi, umut, huzur ,neşe, vefa, çiçeklerine rastlarsınız bir gün inşallah. Bu sihirli çiçekler; gelinciklerin, papatyaların, güllerin, çiğdemlerin şekline de girmiş olabilirler, koparmayın sakın!
Emine Yılmaz Dereci