- 1031 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ŞÜKREDENLER AZDIR
Bir köy varmış. Toprağa bağlılar. Kıt kanaat geçiniyorlar. Öyle küçük hayalleri var ki; onlara biri dese ki, “sizin bu topraktan kazandığınızın iki üç mislini ben size, çalışmadan vereceğim. Sizi karşılıksız maaşa bağlayacağım..” Bu hayali söyleme dünden razı olurlar. Ve derler ki:” sen böyle bir iş yaparsan biz senden razı oluruz sana selam ve dua ederiz...” Hikaye bu ya çok zengin biri de bunu demiş. Ve dediği gibi de yapmış. İnsanlar bolluk içinde yaşamaya başlamışlar.
Aradan bir süre geçer. Ben diyeyim bir yıl siz deyin on yıl. Belki daha az belki daha çok. İnsanlar sıkıntılı günlerini unuturlar. Yeni bir yaşam biçimi de kendiliğinden oluşur. Derken aldıkları yardımı ‘hak’ görmeye başlayıp, azlığından yakınmaya başlarlar. İçten içe kızarlar yardımı yapana. “O kadar zengin daha fazla verse ne olur diyorlarmış...” Karar verirler yardımın çoğalması için istemde bulunmaya. İstemleri fazlasıyla kabul edilir. Fakat bu sefer bir şart vardır. “Siz de, size fazla gelenden muhtaçlara vereceksiniz. ” İnsanlar bundan da çok memnun olurlar. Ve şöyle cevap verirler: “ Sen bize sahip olduklarımızın kat katını verirsen biz elbette senden razı oluruz , sana selam ve dua ederiz. Ve elbette fakirlere veririz. Çünkü sen bizi alan el değil veren el konumuna getireceksin...”
Yine aradan epeyce zaman geçer, artık bir kuru ekmeğe muhtaç oldukları zamanları tamamen unutmuşlardır. Hele çocuklar ve torunlar bu nimetlerin kaynağından hiç haberi yoktur. Çünkü ana babalar, nimetin gerçek kaynağını garip bir bencillik, kıskanma ve büyüklenmeyle çocuklarına kavi bir dille anlatmamışlardır... Derken yine aldıkları yardımı hak olarak görmeye başlarlar... Yaşam biçimleri ilk noktayla kıyaslanamayacak kadar değişir. Fakirler bazen akıllarına geldiğinde ihtiyaçlarının henüz bitmediğini kendilerine bahane ederler. Bunun içinde şöyle bir düşünce yolu geliştirirler: Sahip olmak istediklerini zihinlerinde hemen ’lüks’ olmaktan çıkarıp ihtiyaç ‘haline’ getirirler. Ve tabi ihtiyaçlar hiç bitmez ve fakirlerde unutulur...
Derken bu insanlardan biri bir gün payına düşenden biraz daha fazla ister. İsteği kabul edilir. Herkes hemen sıraya geçer. Adam da kimine verir kimine vermez. Tabi önceki yardımlar devam eder... Ve kıyamet kopar. “ Nasıl olurda bize de fazla vermezsin” derler. O da der ki: “ mal benim değil mi? Dilediğime veririm.”
Ve insanlar bu insana isyan ederler. Sanki önceki yardımları kendi kazanımlarıymış gibi davranırlar. Hâlbuki ilk geldikleri noktanın çok çok üstündedirler. Artık adama dua etmezler. Fakirleri de gözetmezler. Adam bazılarına yardımı keser. Ama öbürleri garip bir aymazlıkla bu yardımın belki kendileri içinde kesileceğini hala düşünmezler. Hiç olmazsa bu korkuyla adama selam ve dua etmeyi ‘yeni psikolojik gururlarına’ yediremezler. Ve birbirleriyle uğraşmaya başlarlar. Birbirlerini sömürmeye ve dolandırmaya başlarlar. Bir ‘açgözlülük saplantısı’ içinde hayatları sürüp gider.
Derin ve inceden inceye düşünenler, bu nimetlerin dengeli ve hazmede hazmede verilmesinin öğreticiliğini ve eğiticiliğini görürler. Bazılarının tatminsizliklerinin ve açgözlü olmalarının hazımsızlığa yol açtığını görürler. Ve “taşıyabileceğimiz kadar bize ver derler.” ‘İçlerinden çok azı haline şükreder.’ Çok azı mutlu ve mutmain olur. Sorunları olan insanlar başkalarını hep mutlu görürler. Hele hele de imkanları yerli yerinde görünen insanların hiçbir derdi yoksa bile ‘tatminsizlik’ illetine tutuldukları akıllarının ucundan bile geçmez. Çabasız bir hayat düşlerler hep. O çabaların onları hayatta tuttuğunu çaba içindekiler hiç anlayamazlar ve şükrün hangi noktasında olduklarını da bilemezler. Daha kötüsü dilleriyle şükretseler bile içlerinden şükredecek neyimiz var ki vesvesesine kapılırlar. Konumları değişince derin bir açgözlülükle sanki ‘kaybedilmiş’(! ) yılların açığını kapatmak için her şeyi tüketirler. Tükettikleri sadece maddi şeyler değildir; dostluklarını, sevgilerini, mütevazıliliklerini... Tükettikleri kendileridir. Çok uzun yıllar alır. Ta ki neden sonra derin bir boşluğa düşerler. İşte bu tatminsizlik boşluğudur.
İşte çocuğum hayatta herkesin bir hikâyesi vardır. Amaç o hikâyeyi anlamlı kılabilmektir. Bu da çalışmak ve iyi işler yapmakla mümkündür. Ama çalışmayı, iyi işler yapmanın bir aracı olarak görürsen mutlu olursun; aksi taktirde derin bir ihtiras uçurumunun içine yuvarlanırsın. Mutluluk çalışmak, iyi işler yapmak ve şükretmek üzerine kurulmuştur.
Selahattin Cansız
YORUMLAR
selahattincansız
selam ve saygılar.
yaradılmışlar içinde en acımasız da en mehametli en tutarsız şürürsüzde şükürlüde insandır ... her insan insan kılığında insansı dokusu ile hamd ve senayı bılmez oysa yaradılmış her şeyde ... sevgi niymet bereket vardır yaradılmış her canlı tespih eder ... var edildiğini şükr eder ... yukardakı yazınız çok anlamlı ....
selahattincansız
selam ve dualarımla kalınız.
İnsan-! En değerli varlık-En güzel duyguları var eden. İnsan-! En değersizleşenlerden aşağılara koşabilen. En kötü duyguları var eden. Dünyada karmaşıkları andıran, yumak, yumak sorunlar üretip içinde kaybolan insan. Dünya! Al senin olsun derken bile ben, şaşkın. İnsan olduk binlerce kez. İnsan olduk yaşarken.
''Senin serzenişin benim gülmeme nedense, ağlamaklı hale gelmeme neden senin gülmendir. Öteki yanın(sizin) gülmeniz bu yanın (bizim) ağlamamızla mümkünse, hepimizin mutluluğu için hangi yakanın (kimin)mutsuz olması gerek. İnsanlara mahkûm duygular, gazaba uğratılırsa hayatlara damga (iz) vurulursa, insan nerede insan? Kendini demir döver gibi şekillendirmenin ardını görmeden neye-kime çare? Savaşa inat barışa ses ver, ölüme inat hayata ses ver, kedere inat neşeye ses ver, kötüye inat iyiye ses ver. Bende de inatsa, o zaman insan olmak, insana rağmen. Çünkü insan olduk her şeye rağmen.''N.Doğrul
Kendi (ben duygusunu) sorgulamadan başkasının (ben duygusunu) sorgulamak kaçak hayatin kelepçeli elleriyle zafer işaretini göstermeye benzer....Ahmaklık bu ya kendi ben-duygusuyla körebe oynamaya devam ettiğini sobelenince fark etti....Sen karlı dağların altında nelerin olduğunu merak ediyorsun..Güneş bile senin dilinle konuşuyor.Bak iste yine tepesinde...(maybull)
İnsanı anlamak zor..Zoru başarmak yine zor...
Saygılar usta.
selahattincansız
kim usta kim çırak.
selam ve sevgimle
Hocam, şükretmenin önemine çok güzel bir açıdan bakıp değinmişsiniz.
Şükredecek ne çok şey var. Öyle ki hastalığı bile kabullenip bir misafir olarak görmemiz gerektiği söylenir. İstekler öylesine sınırsız ki ve ardı arkası kesilmeden sürüp gitmekte. hele ki günümüzde; inanılmaz bir tüketim çılgınlığı yaşanmakta.Anlam yüklü ve gerçekçi bir çalışma kaleme almışsınız. Tüm içtenliğimle kutlarım, efendim.
Kaleminize ve şahsınıza saygı ve hürmetlerimle...
selahattincansız
çok teşekkürler, selam ve dualarımla kalınız.