- 500 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 51
Baba oğul, yıllarca birbirlerine hiç de iyi davranmamışlardı. Fikret’in başına gelen son olay ve yaşadıkları talihsizlikler, babasının ona karşı davranışlarında bir kırılma noktası oluşturdu. Hayata çoktan küsmüş, feleğine kahretmiş bu adam, oğlunun da annesi tarafından ona gönderilmesini manidar bulmuştu. O yüzden çocuğa ısınmakta, ona iyi davranmakta zorlanmış, sevgisini, şefkatini adeta, ondan esirgemişti o güne kadar. Yıllar sonra kendine bir arkadaş, bir can yoldaşı gibi gelen, yeniden aile olma umutları yaşatan oğlunu kaybetme korkusu onu çok etkilemişti.
Daha önce çocuğun para biriktirip, ileride ev bark sahibi olmayı düşünme fikrine ’ Bana ev mev lâzım değil !’ şeklinde tepki gösteren adam, şimdi ona para biriktirmeye başladığını müjdeliyordu. Yaşadığı onca kötü olaydan, hüsranla biten aşklarından sonra, babasının bu davranışı yeniden hayata döndürdü, hayata karşı yeni umutlar bağışladı. Şimdi o da daha çok çalışacak, az harcayacak ve biriktirmesi için babasına verecekti.
Siyasette ’ Karaoğlan ’ rüzgârları esmeye başladı. Kartal Kemâl ile birlikte sık sık Pendik Ülkü Ocaklarına giden Fikret’te, orada gördüğü kişiler ve olaylar yüzünden , Ülkücülüğe karşı bir soğukluk başladı. Onun inandığı, içinde filizlenen ne Müslümanlık ne de Milliyetçilik orada gördükleri gibi değildi. Orada her şey kavga üzerine idi. Onlara göre Türk ve Müslüman olmayan herkes gâvur, kâfir ve dolayısı ile düşman idi. Dünyada Türklüğü ve İslâmiyeti hâkim kılmak gerekiyordu. ’ Saf Türk ırkı’ ndan söz ediliyordu. Oysa Fikret’in kendisi de Arnavut asıllı bir anneden dünyaya gelmişti. ’ Şimdi o Türk olmuyor muydu yani ? ’
Ecevit’in televizyonlardaki konuşmaları, gazetelerdeki demeçleri onu daha çok etkilemeye başladı. Halkçılık, Milliyetçilik, Devrimcilik çok güzel şeylerdi. İnsanları Türk olan ve olmayan, Müslüman olan ve olmayan diye ayırmamak çok daha güzeldi. Kendi ırkından, dininden, mezhebinden olmayanlara da hoş görü ile bakmak, onlara düşmanlık etmemek, tüm insanlığın barış içinde yaşamasını amaçlamak çok güzeldi. Tüm ezilen halkların, sömürüye, emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı birlikte mücadele etmesi, sonunda kardeşliğin, barışın ve emeğin kazanması için insan olan herkesin mücadele etmesi gerekiyordu.
Ecevit’i en çok destekleyen öğrenci örgütü olarak DEV-GENÇ duyuluyordu. Bazı sloganları da aklında kalmıştı. Kartal Kemâl’le hararetle tartıştıkları bir günün gecesinde eline aldığı fırça ve kırmızı boya ile , tek başına Kurtköy’ün sokaklarına, duvarlarına, duyduğu o sloganları yazmaya başladı. ’ Kahrolsun Faşizm ! Bu Düzen Değişmeli ! Yaşasın Sosyalizm ! Tek Yol Devrim ! ’ Kısa sürede Kurtköy’de, adı solcuya çıkıverdi Fikret’in. yerlilerden hemen hiç kimse yoktu onun savunduğu fikirleri savunan. Özellikle gençlerden bir tek bekçinin oğlu Cengiz, Albayın torunu Tibet, Başçavuşun oğlu Vural. Bunlardan en çok cengiz oldukça Aktif’ti. Parti , dernek toplantılarına gider, hatta bazı militanlarla bile görüşürdü. Onlara Fikret’ten söz edince bazıları Kurtköy’e kadar Fikret’le gizlice tanışmak için geldiler. ’ Sakın korkma ; yalnız değilsin. Çatan olursa, bize ismini ver yeter ! ’ diyorlardı. Fikret, bu tür konuşmaları da sevmiyordu. Şiddet yanlısı siyasetten yana değildi. İllegal olmayı asla arzu etmiyordu.
Bir akşam, Fikret’ten yüz bularak, onun sinema oynattığı kahvede, sinema oynarken bildiri dağıttılar. TİKKO imzalı bu bildirilerde eski ve yeni Türk liderlerinin resimlerinin altında ’ Al birini vur ötekine! ’ yazıyordu. Hoşlanmamıştı böyle bir bildiriden. Onun anladığı, savunduğu Devrimcilik, Solculuk, Sosyalizm, Halkçılık böyle de olamazdı.
Ecevit seçimleri kazanıp koalisyon olarka kurduğu hükümette Başbakan oldu. Kısa bir süre sonra Yunaistan’ın Kıbrıs’ı karıştırmaya kalkmasıyla Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldı. O yıl askerlik yoklaması olan Fikret’in hem ’ Kıbrıs Fatihi ’ ilân edilen Ecevit hayranlığı artmış, hem de kabaran kahramanlık duyguları yüzünden askere gitme hevesi debreşmişti. Bir an öne asker , hatta gönüllü olarak, Kıbrıs’a gitmek istiyordu. Ecevit, on ay kalabildiği başbakanlıktan çoktan ayrılmak zorunda kaldı.
Yıl 1975 olmuş , ilk asker toplama ayı olan Mart ayını iple çekmeye başlamıştı. O yıl hayatında çok önemli değişiklikler olacaktı. İlk önce, oturdukları harabeyi andıran evden çok daha iyisine taşınma imkânları oldu. İçine kar yağmayan, rüzgâr girmeyen, yine iki katlı eski bir evdi. Üstelik elektiriği bile vardı bu evin. Daha önce kahvelerinde okuma yazma öğrettiği Satılmış amcasının kızı onlara yatak örtüsü bile dikmişti. O günlerde moda olmaya başlayan sünger yataklarından almışlardı iki tane. ilk defa da somya üzerine kurdular yataklarını. Yine ilk defa yatak örtüleri ve hatta şilteleri olmuştu.
Kahvelerin yanındaki Muhtarın fırının arkasında boş bir bahçe vardı. Orası da yine muhtara aitti. Kurtköy’de yazın sinema oynatabileceği doğru dürüst bir yer olmadığı için Muhtardan da izin alıp orayı yazlık sinema yapmaya karar verdiler. Kartal Kemâl’in de yardımıyla etrafını briket duvarlarla çevirip, bir duvarını da sıvayarak beyaza boyayıp perde haline getirdiler. Şimdi Fikret, her zamankinden çok daha mutluydu. Çünkü bir sineması vardı. Kadın ve kızların da gelebildiği bu sinemaya bir gün seyyar bir de tiyatro ekibi geldi. Kurtköy’e gelen ilk tiyatro ekibiydi bu. ’ Hayırsız Evlât ’ adında, daha önce filminin de yapıldığı bir oyun sergilediler.
Murat-124 otomobillerin ülkede en çok konuşulur ve gençler tarafından en çok heves edilir günlerdi. Elbette ki Fikret’in de böyle bir arabaya sahip olma hayâlleri vardı. Üstelik babası, biriktirdikleri para eğer yeterse, ona böyle bir araba alabileceğini de söylemişti.
Bir gün, köye sonradan yerleşen Bağattin adında , kırklı yaşlarda bir adam Fikret’in babasıyla konuşuyordu. Konuşma bittikten sonra Fikret’i de yanlarına çağırıp yolun kenarındaki bir arabanın yanına gittiler. Babası, Fikret’e arabayı gösterip ;
’ Bak bakalım şuna bir !’ dedi. Çocuk şaşırmıştı. Arabaya öylesine bir göz attıktan sonra ;
’ Baktım, ne olacak ? ’ diye sordu.
’ Nasıl, beğendin mi ? ’ diye sordu adam. Ne cevap verebileceğini bilemedi Fikret. Adam daha sonra elini oğlunun omuzuna atarak konuşmaya başladı.
’ Bak oğlum : Sana yepyeni bir Murat-124 alabilmeyi çok isterdim. Fakat, ne kadar çalışsak da öyle bir para biriktirmemiz mümkün değil. Doksan bin liradan söz ediyorlar. Biriktirdiğimiz para, ancak beş bin lira oldu. Bu parayla, ben sana , ancak böyle bir araba alabilirim. Eğer, istersen alalım.
51 Model bir Opel’di bu araba. Eski ya da yeni, araba sahibi olmak, Fikret için muazzam bir şeydi. Hiç düşünmeden kabul etti. Beş bin lira peşin, ayda da bin lira ile anlaştılar. Fakat ortada ne ruhsat, ne de resmi bir satış sözleşmesi yoktu. Akıllarına bile gelmiyordu. Kahvenin yakınındaki emlâkçıya gidildi. Arabayı onlara veren adamın bu emlâkçıdan alacağı arsanın taksitlerini, arabanın taksitleri olarak onlar ödeyeceklerdi. Dolayısı ile emlâkçının hazırladığı yirmi tane bin liralık senedi imzaladılar.
Yaşı yirmi olmuştu ama ehliyeti yoktu Fikret’in. Üstelik şoförlüğü de yoktu. Ama kendine güveni vardı. Kısa sürede öğreneceğine inanıyordu. Aldığı kişinin gösterdiği, tarif ettiği bir kaç şeyden sonra geçti direksiyona. Direksiyondan vitesli arabayı sürerken kaçıncı vitesle gittiğini bile anlamıyordu. Buna rağmen köyün içinde, dışında başladı gezmeye.
Bir gün yanına üç arkadaşını da alarak yukarı köylere, daha önce mektuplaşıp ayrıldığı kızın köyüne kadar gitti. Çeşmedeydi kız. Onu gördü, güldü. Gülüşünü alaya yorumladı. Arabasının eskiliğine güldüğüne inandı. Daha çok bastı gaza. Sanki beğenmediği arbanın aslında ne kadar hızlı gittiğini kanıtlamaya çalışıyordu. Köyün çıkışında, mezarlığın bittiği noktada, çok keskin bir viraj vardı. O viraja geldiğinde bile hız kesmek aklına gelmemişti. O hızda direksiyona hâkim olamayınca bocalamaya başladı. Sonunda araba asfalt üzerinde yan gelerek üç takla attı. Dört arkadaş arabadan çıktıklarında köyden ezan sesi duyuluyordu. Fikret bir anda, ölebilmiş olacağını düşündü. Çünkü gördükleri mezarlık ve duydukları da ezan sesiydi.
Şoku atlattıklarında hiç birinde önemli bir yaralanma olmadığını gördüler. Arabanın bütün camları kırılsa da kaportası o kadar çok hasar görmemişti. Birlikte düzelterek yolun kenarına çektiler. Köye geri döndüklerinde o kız halâ çeşmedeydi. İşaretle kolundaki yırtığı ve hafif yarayı gösterip, ufak bir kaza yaptıklarını kıza anlatmaya çalıştı. Kız pek bir şey anlamadığı için sadece gülümsedi.
Yeniden tamir edilen, boyatılan arabanın , tamirci tarafından şasesinin önceden eğri olduğunu öğrenen Fikret, kazanın da bu yüzden olduğuna inanmıştı. Arabayı aldıkları kişiyi bularak, bu eğri şaseden haberi olduğu halde, bile bile kendilerin kandırmakla suçladığı adamla kavgaya tutuştu. Arabanın ne ruhsatını ne de ruhsat sahibini bulamayan adam arabayı geri almayı kabul etmek zorunda kaldı. Tekrar emlâkçıya gidilip arsa ve kalan borçları Fikret’in üzerine yapıldı. Böylece bir miktar zararla bu işten kutulan Fikret şimdi çok borçlanmasına rağmen, Kurtköy’de bir arsa sahibi olmuş ve bu arsanın tapusunu da almıştı.
Askerlik celbinin Mart ayında çıkmamasına bozuldu Fikret. Temmuz celbinde de çıkmayınca iyice bozuldu. Geriye tek celp dönemi kalıyordu, o da Kasım ayı. Ondan sonrası yoktu ; Kasım ayında mutlaka celbi çıkacak ve askere gidecekti. Askere gittiğinde arsanın taksitlerini babasının nasıl ödeyeceğini hiç aklına getirmiyordu. Çünkü o günlerde kahvenin de sinemanın da işleri fena değildi. Renkli televizyonlara rağmen, filmlerin de renkli olması, Yeşilçam’ın bel altı vuruşları, yaptığı işten ne kadar utandırsa da, maddî olarak yarıyordu onlara. Ne parasızlık çekiyorlardı ne de taksitlerde zorlanma.
Yeşilçam’ın televizyonla rekabet yüzünden seks filmlerine yönelmesi , Fikret’in artist olma, şöhret kazanma heveslerini askıya almasına sebep olmuştu. O tür filmlerde, dünyaları verseler oynamayı düşünemezdi. Film aldığı bir şirketin sahibi kendisinin de önemli roller aldığı filmler yapmaya başladığında, ufak da olsa ona da rol verebileceğini söylediğinde, kesin bir dille reddetmiş, adam da buna çok şaşırmıştı. Bir gün o şirketteki bir sohbet ortamına, İtalyanlarla ortak yapılan bir filmin setinden dönen Erol Taş oraya gelmiş, sohbete katıldıktan biraz sonra, o zamanların en zor buluna, en makbul sigaralarından olan Kısa Samsun paketini cebinden çıkartıp önce kendi ağzına bir tane aldıktan sonra oradakilere ikram etmeye başladı. Sıra Fikret’e geldiğinde almayınca, ısrar etti adam. Fikret, ondan daha da ısrarcıydı ve kabul etmeyince çok kızdı adam.
’ Ulan oğlum ! Erol Taş’ın bir sigarasını içitim dersin ! ’ dese de yine de almadı.
Ağustos ayı gelmişti. Okullar kapalıydı. Çocukluk arkadaşı Sedat’ı elinde defter ve kitapla minibüse binerken görünce merak edip sordu. Ortaokuldan beklemeli olan Sedat, kaldığı dersleri verip diploma almak için Pendik’teki bir dershaneden kurs alıyordu. Bunu öğrendiğinde, okuma hevesi tekrar aklına geldi. O da orta okulda beklemeliydi. Bitirme sınavlarına bile girmediği iki dersi vardı : Fen Bilgisi ve Matematik. Aynı kursa gitmeye, orta okul diploması almaya ve hatta liseye de devam etmeye o anda karar verdi ve o gün o arkadaşı ile birlikte gidip kursa yazıldı.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.