BİR PAZAR GÜNÜ
BİR PAZAR GÜNÜ..
Neden bilmiyorum , bu günlerde çok duygusalım. Aslında genel karakterim bu sanırım. Epey bir zamandan beri müzik dinlemediğimin farkına vardım, internetten müzik indirme alışkanlığım olmadığı için ve her zaman kaset ve cd edinme imkanıda bulunmadığından, pek kafa yormuyordum müzik konusuna. Emeğe saygılı olmakla birlikte, bende internetten müzik indirenler kervanına katılmış bulunuyorum. bu nasıl saygıysa.
Nedense akşamları çok duygusal oluyorum. Bu günlerde daha iyi bir hayat kalitesine ulaşabilmenin yollarınıda düşünüyor ve arıyorum. Manevi bakımdan , yani ruhsal olarak, düşünce tarzı olarak. İlk olarak okumaktan başladım ama pek başarabildiğim söylenemez. Ama devam etmeye kararlıyım. Doğan Cüceloğlunun iletişim konusu üzerine yazılmış olan “yeniden insan insana” kitabından başladım. Sanırım iletişim eksikliği konusunda bilinç altımda böyle bir şey var.
Geçen gün yani Cuma günü iş çıkışı, şehri tepeden gören bir yer var, oraya çıkıp şehre şöyle bir baktım. Sanırım güzellikleri görmeyi beceremediğimden, şehir gözüme çirkin göründü, beton yığınlarını gördüm önce . Beklide normal bir insanın görebileceğide ancak bu kadardı, kendime haksızlık da ediyor olabilirim. Ama o çirkin görüntüyü nasıl görmem diye düşünürken, düz ovanın zeytinlik ve bağlarını gördüm yer yer de olsa. Arazinin düz olması nedeniyle, ufuk çizgisine kadar uzanıyordu zeytinlikler ve bağlar ve ufukta kayboluyordu Suriye sınırına doğru arazi.
Pazar günü , yine bağ ve arazi işlerinden sonra eve geldim. Yorgunluktan uyumuşum. Uyandığımda saat 4 tü. Gidip gitmeme konunda tereddüt etsemde , şehre 50 km uzaklıkta bulunan sulama barajına gitmeye karar verdim. Mekan değişikliğine çok ihtiyacım var çünkü. Her zaman aynı şehir, aynı insanlar, aynı yollar, aynı sokaklar…..
Oraya gitmeye Cuma günü karar vermiştim zaten , bir an tereddüt etsemde gittim. Çocukluğumdan beri, yani 20 yıl zamandan beri gitmemiştim o baraja. . O yolu yılda üç beş defa kullansamda , ana yol , yani şehirler arası yol , önünden geçiyor barajın, oradan gelip geçerken hiç durup içerilere gitmemiştim. Dün ise özel olarak gittim. Su güzel bir şey. İnsan ruhuna dinginlik ve huzur veriyor. Bir taraf orman ve ağaçlık, bir taraf su. Mas mavi. Rüzgar dalga oluşturuyor, suyun üzerinde. Kuşlar uçuyor, o günkü yiyeceklerini aramak için. Her barajda olduğu gibi, orada da su azalmıştı. Ama karamsarlık yerine , suyun azalmasını , sulama mevsimi olmasına bağladım, aşağı tarafa doğru Antakya’nın arazileri sulanıyor o barajdan.
Aslında bir amacımda, bir çocuk gibi hiç üzerinden inmek istemediğim motosikleti doyasıya ve çılgınca kullanmaktı yol boyunca. Motosikletimi çok seviyorum. Kışın soğuk olması nedeniyle kullanamasamda , yaz mevsiminde hırsımı almak istiyorum. O , 50 km lik yol pek hız yapmaya uygun olmasada ve benim motosiklet kullanmaktaki doğuştan gelen becerilerim sınırlı olsada , yinede büyük bir tutku benim için motosiklet . Kendimi daha özgür hissediyorum. Bir de diğer sürücüler , motosikletin üzerindekinin insan olduğunu düşünerek, daha bir saygılı olsalar….
Bu konudaki becerilerimin farkındayım, ona göre kullanıyorum motosikleti .
Yolun bir kısmında , ormanlık bir alan var, giderken orada durdum, küçük bir baraka, yemek ve çay bulmak mümkün. Oturdum bir çay içtim. ormanın sesini duymaya çalıştım. Güzel dakikalardı, yemek yiyen insanlar vardı. “Ne kadar” dedim işletmeciye, nezaketen soruyorum tabi, hakkını tam vermek ve acaba fazlasını bir saygısızlık olarak algılar mı endişesi ile. Yoksa üç beş kuruş bırakır gidersin. “Varsa şu kadar, yoksa önemli değil kalsın efendim” dedi. “Yok olmaz , teşekkür ederim” dedim, ardından bir çok teşekkür ve güzel sözler…
Memnun olarak ayrılırken ,içimden “ insanların bir birine olan saygısı artıyor” diye geçirdim. Sonra “ iyi davranarak müşteriyi cezbetmeye mi çalışıyor” diye düşündüm, sonra öyle olmadığına ve nezaketin gerekliliğine inanarak söylediğine karar verdim.
Sonra ileride bir çeşme. Durdum, asfaltın sıcağından etkilenen yüzümü yıkamak ve su içmek için . Suyun ayrı bir tadı vardı ve gerçekten soğuktu. insanlar piknikte, malum Pazar günü. Motosikletine atlayan gençler hep bu tip yerlerde. Yaşamak güzel diye düşümdüm o an. Gerçekten yaşamak güzel, hatta her şeye rağmen ve yaşadığımız her ortamın kendine has bir güzelliği var aslında, sadece bunu görebilme becerisini göstermek kalıyor geriye.
Yol üzerinde bizimkilerin , öğretmenlik yaptığı ve benimde 3 yıl , orta okula kadar kaldığım köy. Köy içine girmeyi düşündüm bir an. Ama çocukluk arkadaşlarımı bulup bulamayacağım meçhuldü ve zamanımda dardı aslında. Dönüşte geceye kalmak istemiyordum çünkü. Zaten barajda hemen az ileride.
O masmavi suyun, susuzluktan çatlamış ve cansız gibi görünen toprağa hayat verdiğini düşündüm bir an. Nasıl oluyor diye. Aslında bunu neredeyse her gün gözlemleyebiliyorum. Ama nasıl ve niçin olduğunu bir türlü anlayabilmiş değilim. Barajdan bırakılan su, köprünün altından bir nehir gibi akıyordu. Su sesini hep sevmişimdir , bir şarkı gibi gelir bana. Orada suyun atmosferi soğuttuğunu hissedebiliyor insan. Daha geniş bir zamanda , çocuklarıda alıp tekrar gitmeyi düşünüyorum. Hatta fırsat buldukça her mevsim. Ailece , bir piknik falan , bilirsiniz işte.
Dönüşte daha bir yavaş kullandım motosikleti. Orman içerisinden geçerken bir motor sefası içerisinde… Her zaman gidemediğim , bulamadığım o ağaçların varlığını , temiz havasını hissetmeye çalışarak. Akşam oluyordu yavaş yavaş. Sabahın erken saatleri ile birlikte , günün en çok sevdiğim saatleri akşamüzeri saatleridir. Güneşin tam batmaya yakın, batacağını belli ettiği saatler bunlar. Birde serin bir hava çıkmaz mı, motosiklet üzerinde ayrı bir dünyada hissediyordum kendimi…….
YORUMLAR
Tahtaköprü Barajı ziyaretiniz ve bizimle paylaştığınız izlenimler gerçekten muhteşemdi Aziz Dostum. Ağaçlar, sular, çeşmeler, kır kahvesinde çam kokusu arasında yudumlanan çaylar...
Kuruyan topraklara ilaç desek de olur hayat desek de olur suyun her bir damlası. Saygılarımla.