3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1095
Okunma
İçsel dünyamın manidar başlığını çok sevdim. Bilerek sonuna en sevdiğim 3 noktadan koydum. Sırf aklıma estiği şekilde tamamlayayım diye.
Son zamanlarda iş hayatımda karşılaştığım ve çok rahatsız olduğum bir dedikodu zımbırtısından bahsedesim geldi bu akşam.
İş hayatı dendiğinde, her ne işi olursa olsun, akla resmiyet duvarları gelir. Ya da tecrübesiz civcivlerin aklına gelen budur, bana olduğu gibi. Sonsuz saygıyla ve yardımlaşma duygusuyla bezenmiş bir yer olduğunu düşünürsünüz. Kapıdan içeri girdiğinizde paçanızdan yukarıya kadar başlayan bir titreme duygusu ve yarı açık gözlerinizle gözleminize başlar, içten içe ‘şu yanlış, bu çok doğru’lu cümleleri kafanızdan hızlıca geçirirsiniz. Zaman geçer, ortama alışır ve yapış yapış sözlerin poponuzla beraber sizi takip ettiğini görürsünüz. Aynı dünyada yaşadığını unutmuş insanlar silsilesinin ortasında buluverirsiniz kendinizi. Sizin gözleminize saygı duymadan, kişiliğinizi Besinlerin Oksitlenmiş Kalıntısı (BOK) gibi değersiz gören ucubeler bir sağ kulağınıza, bir de sol kulağınıza fısıldar, ‘şu da şöyle, bu da böyle…’ ile başlayan bitmez cümleleri. Bir insanın, bir insanı ne kadar değersiz görebileceğini size iki günde öğretiverirler. ‘Ay ben uzak durayım bundan’ diyecek olursunuz… Olursunuz da, yakanızdan tutup öfkesini bir güzel kusar suratınıza…
İçinizin ısınmadığı birileri mutlaka olur, ki hepimizin hayatına böyleleri dönem dönem girip çıkmıştır. Yüzyüze dert söylemek, çözüm bulmak varken sırttan çimdiklemek ne zamandan beri insanlığa sığar oldu?
‘Ben seni sevmiyorum kardeş ama saygım sonsuz’ der ve kaçar gidersin. Adamlığın kuralı budur çünkü.
Hoş… Bu akşam kendi babamın 70 yaşındaki anasına kullandığı cümleleri duyduktan sonra dedim ki ‘ neylesin birbirlerine yabancı olan insancıklar?’…
Uzun lafın kısası hayat bazen çok ‘pılını pırtını topla ve git’!