ZAMANSIZ MEKAN - SÜMERBANK
Bazı şeyler hep eksik kalır.Ne kadar tamamlanmış olması gerektiğini düşünseniz de. Bazen son sayfasını okumuş da olsanız sonu gelmeyecek bir hikayenin başında sanırsınız kendinizi. Sahi ben başucumda duran bunca kitaptan hangisinde hangi hikayenin orta yerinde bekletiyorum yaşanacakları...Çıktığınız yolda hiç son duraklar yoktur aslında.Çıkamadığım o uzun yolculuklarda sırtımda taşıyacağım çantaya hangi anıları doldurup hangilerini geride bırakacağım? O yollar hep patikalara çıkacak ulaşmak için düşlediğim renklere.
Biri ölecek yine.Onun o son nefesini düğümleyip boğazıma üç gün ağlayıp sonra diyeceğim ki; işte üç günlük dünya. Gidemiyorsan da hayallerini al yanına ve sarıl uykunda. Var sanıp varsayarak yuvarlanacak günler ayların, aylar yılların altında. Uyaksız uyuşmazlı bir hayatın yalancı baharında, kara kışlar da nasılsa artık küresel olarak ısınmakta...Biliyorum kocaman bir uçurum var yaşımla yaşantım arasında...
Bu şehir hep karanlık sanki. Havada dolanıp duran ve belki de sadece beni bulan bir gri bulut. Binalar, parklar, yollar,hep ciddi, hep olması gerekenli, gidip gelmeli, biraz gözü kapalı, biraz ruhu yaralı...Keşke şimdi yağmur yağsa demenin tamda zamanı.Zaman saatin üstündeki rakamların işaret dilindeki anlamı. Yollarımız kesişsin diye senaryosu yazılan, kapısı açılınca koca bir harabeyle merhabalaşan ben. Hikayeni bilmiyorum ki senin. Kimin bu her köşesinden birinin yada bir şeyin çıkacağı kesinmiş gibi görünen hayaletlere terk edilen yer. Baktıkça kalabalıklaşıyor, tökezliyor zihnim. Duraksıyorum ve dinliyorum. Kırık camlar batıyor gözlerime, kanamıyor ama seni artık hiç seçemiyorum...
Bir taşın üstüne oturup sessizliğin içinden çıkacak hayatların hikayesini bekliyorum. Boyası katmanlarca atmış bu duvarlardan sızacak bir ışıkla yansıyacak suretlerden o hikayeleri dinlemeliyim. Havuz başında tango yapanların ritminde hayaller kurup belki de bir adım daha ileri gitmeliyim. Küf kokusunu saklayan tozları üfleyip ışığa yol açsam da, kırık camların acısını gözlerimden nasıl gizlerim?
Sanki... etrafta koşturup duran onlarca çocuk saklambaç oynarken unutmuş gibi saklandığı yerden çıkmayı. Gölgemi yakalamaktan başka bir işe yaramaz biliyorum sobelemek için ne kadar arasam da onları.Gölgemde kaç tane ben gizli? Hangisini tanımam gerektiğini bilmiyorum ki...
Birden, siyah beyaz ve acıklı bir fotoğraftaymışım gibi hapsedilmiş hissediyorum kendimi. Binaların duvarlarında emir kipli cümleler. Sanki bir cezaevinin gardiyanı gibi soluk bakışlı ve çığırtkan tüm levhalar. Soğuk ve gri kapıların ardında bambaşka bir hayat. Güneşli ve yemyeşil caddelerdeki coşkuya inat . Zamansızlığın içindeki yaşanmışlığa denk gelen o anlardaki gerçeklik hiç çekilmemiş fotoğraflarla yitmiş. Oysa sararmış takvim yapraklarından yerlere saçılan birkaç rakamın hüzünlü bekleyişi erimeden yıllarca direnmiş.Elbet biri Ekimin 29 unda 98 yılında doğmuş,evlenmiş, askere uğurlanmış,sevmiş,ağlamış,çaresiz hissetmiş yada hayata sığınmış sonrada koçanından yırtılıp atılan bu takvim yaprağı gibi sırası gelmiş ve gitmiştir.
Burda, artık bu harabeye dönmüş fabrikanın sokaklarında dolanırken, bu karanlık ve bana ait olmayan şehirde tüm kavgalarımın devre arasındayım. Yarını dünden kopamamış, bugünün hüznüne sıkışmış bir acı ile direniyor yıkıntılar. Şaşkınım bunca yağmalanmış bir geçmişin üstünde umarsızca adım atmaktan. Hepsi birbirine çıkan kocaman hangarların sisli anıları çamura bulanmış hatıralara saplanmış .
Sümerbank benim için çiçekli basma elbiselerimin kumaş dükkanıydı oysa sadece. Annemin marifetli ellerinde elbiselere dönüşen sihrin malzemesine ait bir isim. Çok sevdiğim ve özledikçe kıymetlendirdiğim doğup büyüdüğüm şehirde,bir köşe başında üç katlı bir renk balosuydu.o kadardı işte.
İçinde bu harabeye dönmüş fabrika, bu fabrikada çalışanlar, onların çocukları, bu devasa makineler, onların kulaklarımı tırmalayan sesleri, etrafa dağılmış ip yumakları,o işçilerin sıraya girip yemek yediği, şu tavanı parçalanmış yemekhane yoktu. Doku-yamadıkları hayatları, doku-namadıkları sevdaları yoktu. Olsa olsa fırfırlı etekleri , pembe çiçekleri vardı.
Çok yağmur yağdı, hava karardı. Fotoğraflardaki pus belki de olması gerekeni yansıttı. Oysa ne hayallerle doku-namadığımız hayatlardan kalan dokulara odaklamıştık makinalarımızı. Olmadı, olsaydı da bu hayalet şehrin sahiplerine takılacaktı aklım. Olmadı ya yeniden buluşmak için kendime bir sebep daha yarattım. O kırık masanın altına saklanıp açan sarı papatyayı koparmadım. Bir yanı kahkahalar atan, bir yanı filmlerdeki savaş sonrası kampları hatırlatan bu çok tozlu, haksızlıklara hakkını soramayacak kadar yorgun sokaklarından çıktım arkama bakmadan.
Bu bana ait olmayan şehirde, arayıp da beni bulamadığınız zaman ;hikayesini daha yazmaya başlamadığım, düşlerimde sakladığım o yerdeyimdir belki. Gözlerimdeki kırık camların acısıyla yolumu bulmaya çalışırken, gölgemle saklambaç oynayan. Zamansa sadece saatteki işaret dilidir hiçbir anlamı olmayan....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.