- 827 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ALLAH İÇİN BİR ÇABA
Bazı insanlar kendilerine tek hedef olarak belirledikleri dünya nimetlerini elde etmek için çok büyük bir çaba gösterirler. Zengin olmak, statü kazanmak ya da başka menfaatler için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Çok kısa süre içinde tümüyle ellerinden gidecek olan "az bir değer" (Tevbe Suresi, 9) uğruna büyük bir yarış içine girerler. Onlarınkinden çok daha büyük bir karşılığa, elde ettikleriyle kıyaslanması asla mümkün olmayan en büyük nimete, Allah’ın rızasına ve cennetine talip olan müminler de bu hedefleri için ciddi bir çaba gösterirler. Allah, Kuran’da, müminin bu özelliğini şöyle tarif eder:
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
Mümin Allah rızası ve ahiret için "ciddi bir çaba gösterek" çalışır. Tevbe Suresi’nin 111. ayetinde bildirildiği gibi, mümin malını ve canını Allah için "satmıştır."
Allah’a "malını ve canını satmış" olan bir insan, Allah rızası için karşılaşacağı hiçbir zorluktan etkilenmeyecektir. Allah rızası dışında hiçbir şeye yönelmeyecektir. Bedeni ve sahip olduğu mallar "onun" değildir ki, bunlar konusunda kendi nefsinin bencil tutkularına uysun. Bedeninin ve sahip olduğu herşeyin sahibi Allah’tır, tüm bunları O’nun istediği şekilde kullanacaktır.
Bunların yanı sıra göstereceği çabanın gerçekten ciddi olup olmadığı da denenecektir. Allah yolunda hiçbir şeyden çekinmemelidir. Çünkü münafıklar da, eğer kendileri için "yakın bir yarar" görürlerse, görünürde Allah rızasına uygun olan bir işe -Allah’ın rızasını değil de, bu "yakın yarar"ı elde edebilmek için- girişebilirler:
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar (münafıklar) mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)
Dolayısıyla mümin olmanın ölçülerinden biri, Allah rızasına karşı içli bir istek duymak ve gerektiğinde bu yolda fedakarlık göstermekten kaçınmamaktır. Müminler, "katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlas sahipleri"dirler. (Sad Suresi, 46) Mümin, Allah’ın rızasının yanında başka çıkarlar gözetmez. Allah’tan, rızasını, rahmetini ve cennetini umar, çünkü "Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir ’çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa uğramayacaklardır." (Nisa Suresi, 124)
Görüldüğü gibi Allah’ın Kuran’da tarif ettiği mümin modeli son derece açık ve nettir. Allah’a ve ahirete "kesin bir bilgiyle" (Lokman Suresi, 4) iman edip, sonra da Allah yolunda "ciddi bir çaba" gösterenlerin yurdudur cennet. Allah’a ancak "bir ucundan ibadet" edip, Allah’ın rızasının yanında kendi basit dünyevi çıkarlarını korumaya çalışanların durumunu ise, Rabbimiz Kuran’da şöyle açıklamaktadır:
İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
Mümin kendi çıkarlarını gözetmeden sadece Allah rızasını arayarak Allah’ın Kuran-ı Kerim’de bildirdiği, Peygamber Efendimiz (sav)’in hükmettiği sınırları özenle korur, bu konuda sabırlı ve itidalli davranır. Allah’ın sınırlarını korumak konusunda hiçbir şey onu gevşekliğe sürüklemez. Her anında Allah’ın kendisinden razı olacağı şekilde davranmak için titizlik gösterir. İman sahibi bir insan ibadetlerini de büyük bir titizlikle yerine getirir, Allah’ın farz kıldığı 5 vakit namaz, abdest ve oruç gibi ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. Allah’ın tüm Müslümanlara bildirdiği emirlerinin yanı sıra özel olarak Müslüman kadınlara bildirdiği emir ve yasakları da bulunmaktadır. Bunlardan biri de, başörtüsüdür. Kuran’a göre Müslüman kadın, başörtüsü takmak ve Kuran ayetlerinde bildirilen şekilde tesettürüne dikkat etmekle yükümlüdür. Mümin kadınların bu yükümlülüğü Kuran’da şu şekilde haber verilmiştir: Mümin kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar..." (Nur Suresi, 31) Peygamber Efendimiz (sav)’in hadis-i şeriflerinde de, kadının nasıl giyinmesi ve nasıl iffetli olması gerektiği açıkça tarif edilmiştir. Her asırda o devrin İslam alimleri başörtüsünün önemine dikkat çekmişler ve bu konunun önemi üzerine fikir birliği etmişlerdir. Bediüzzaman Said Nursi de Emirdağ Lahikası isimli eserinde: "Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların kudsî bir düstur-u hayat-ı içtimaîsi (sosyal hayatın mukaddes bir prensibi) ve üç yüz elli bin tefsirin mânâlarının ittifaklarına iktidaen (uyarak) ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdatlarımızın itikadlarına ittibaen (atalarımızın inançlarına tabi olarak) tesettür hakkındaki..." (Emirdağ Lahikası, 361) diyerek bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere başörtüsü konusu her dönemde İslam alimlerinin, üzerinde ittifak ettikleri, Kuran ayetleriyle de hükmü sabit olan bir konudur. Mümin kadınlar Yüce Allah’ın tesettür konusundaki emrine titizlik göstererek hem dünyada saygın, onurlu, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürerler hem de ahirette Allah’tan güzel bir karşılık umarlar.
Müminin asıl hedefi ahirettir. Allah mümine ahirette sonsuz güzel bir yaşam vaat etmektedir. Rabbimiz mümin kullarına dünyada da güzel bir hayat vereceğini vaat etmiştir; ama bu onun dünyada hiç zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmayacağı anlamına gelmez. Karşılaşacağı zorluk ve sıkıntılar ise, onun denenmesi ve olgunlaşması içindir.
Müminin karşılaşacağı zorluklar, aslında dışarıdan zor gibi görünen, fakat tam bir teslimiyetle içine girildiğinde, Allah’ın her kolaylaştırdığı olaylardır. Örneğin, Hz. İbrahim (as) imanından dolayı ateşe atılmak istendiğinde Müslümanca karşılık vermiş, inancından ve Allah’ın emirlerinden hiçbir taviz vermeyerek ateşe atılmayı göze almıştır. Ateşe atılmak, dışarıdan bakan ve imanın derinliğini kavramamış biri için bir insanın dünyada başına gelebilecek en büyük fiziksel işkencedir. Fakat Allah’ın bu denemesini en güzel, en teslimiyetli bir biçimde karşılayan Hz. İbrahim (as), dışarıdan zorlu görünen bu olaydan Allah’ın yardımıyla hiçbir zarar görmeden kurtulmuştur.
Nitekim Allah Kendi rızası için sahip oldukları herşeyi ortaya koyanların hiçbir zarar görmeden, maddi ve manevi kazançlarla geri döndüklerini ayetlerinde şöyle haber verir:
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah’tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Benden korkun. Küfürde ’büyük çaba harcayanlar’ seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azab vardır. Onlar, imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 173-177)
Sonuçta Allah’ın rızasını arayan ve gözeten bir mümin için hiçbir sıkıntı, zorluk ve üzüntü yoktur. Yalnızca, Allah’ın dünyada bir imtihan olarak yarattığı ve müminin tevekkül, sabır ve teslimiyetini denediği olaylar vardır. Bunlar, dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünen, içine girildiğinde ise Allah’ın kesin bir rahmetiyle karşılaşılan olaylardır.
Allah Kuran’da, mümin kullarına kaldırabileceklerinden fazla yük yüklemeyeceğini de bildirmiştir:
.Allah Kendisi’ne gereği gibi kulluk eden müminler için her iki hayatta da güzellik olduğunu şöyle bildirmiştir:
(Allah’tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi, 30-31)
Allah rızasını gözetmede zaaf gösteren, Allah’a tam bir teslimiyet göstermeyen, nefsini ön planda tutan kimselerin başına ise, bu yanlış tutumlarını değiştirip düzeltmedikleri takdirde, Allah’ın bir uyarısı olarak azap, zorluk ve sıkıntı gelir. Müminler hata yaptıklarında, kendilerine yapılan uyarılardan ders alıp, tevbe eder ve davranışlarını düzeltirler. İnkarcılar ise, dünyada yaşadıkları süre boyunca Allah’ın kendilerini uğrattığı zorluk ve sıkıntılardan, belalardan ibret almaz ve ahiretteki büyük sonsuz azabı hak edecek bir duruma gelirler
YORUMLAR
"ciddi bir çaba" işte bütün mesele bu. ciddi bir çaba, teyakuzda yaşamak.
selam ve dua ile.