- 614 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KISACA...
Yakıp yıkarken ahvalim yedi düveni, seyrindeyim: Umarsız desem değilim, mutlu mu şüphe götürür, belki de sessiz bir tükenişin eşliğinde. Ya farkındalıklar: Ne fark eder, kendilerini bilmez iken, benden onlara ne. Ama görmeden de geçemiyorum işte: Ah, benim saf yanım, mümkün mü kayıtsız kalmak. Ne var ki; elden de bir şey gelmiyor seyrindeyken bu yıkımın. Diğer yandan kendi dünyalarını da kirletiyorlar kanatırken yürekleri. Bir yürekleri olduğuna dair şüphem var hatta neredeyse eminim yürek yerine taş taşıdıklarını. Taş mı attım da yoruldum. Varsın bu denli muhalif olayım. Olayım da inancım pekişsin insan olmanın yolunda. Hassasiyetin yıkımı onların yıkımından da beter. Ne vardı sanki bu denli algılayıp, duyumsamakta. Yaş da aldıkça daha köreliyor umarsız yönüm. Hayatımın hiçbir döneminde kayıtsız kalamadığım onca şey, onca insan ve derken yaş alan ruhum. Belki bin yaşında ama ya yüreğim; o henüz büyümedi. Sayısız ikilem, sayısız kaygı ve bir o kadar sorgu sual.
Ümitlerim pekişiyor git gide bir yandan kolum kanadım kırılsa da. Sanırım değişkenliğin sırrı ile savaş vermekteyim sayısız cephede.
Duygular nasıl da pür nakıl dökülmüş gönülden. Kiminin ise en derinden hissedip, yansıtmadığı, köşe bucak gizlediği ve gizlendiği. Oysa ne suç ne de ayıp; duyguları yansıtmak. Ama çoğu insan vakıf değil buna. Mümkün mertebe bir sır perdesinin ardına gizlenip, kılıktan kılığa giriyorlar.
Nasıl ki örtünüyoruz nasıl ki kamufle ediyoruz bedenimizi duygularımızı da aynı oranda gizleyip saklıyoruz. Aslında çok da zor değil tahmin etmek kimin neyin ardına sığındığını. Ama duyumsamak ayrı, duymak ayrı. Kim ne isterse onu yapsın yeter ki kırıp dökmesin, yeter ki incitmesin. İncinmişliklerinin intikamını alan sayısız insan kısaca.
Oysa milyonlarca kez incinmiş biri olarak nasıl oluyor da incitmeye yeltenmiyorum... Nasıl düşünebilirim incitmeyi. Vicdanım ne el verir ne de dayanır. Zira zafiyetine veriyorum taş yüreklerin acımasızlığını. Belki de gizlemek, gizlenmek adına verdikleri tüm zarar. Aslında o zarar bir şekilde onları daha da yaralıyor ama ne görüyorlar bunu ne de kabul ediyorlar. Farkındalık boyutu ne de olsa.
Tam yağmur yağarken, göğe bakıp şükrediyorum rahmete ve güneş yakarken yine şükrediyorum sıcağa. Şükretmeliyim de en azından nefes aldığıma, yürüdüğüme hatta üzüldüğüme bile şükretmeliyim zira yüzümün gülmesini bekliyorum bu sefer.
Mutsuzlukları insanların canımı yakıyor her ne kadar benim mutsuzluğumla beslenenler olsa da. Sözüm var kendime ve bilmekteyim de; ömür boyu mutsuz olacağımı bilsem dahi harici mutsuzluklar ruhumun gıdası asla olmayacak. Bakamam Rabbimin yüzüne ne bu dünyada ne de ahrette.
Canım yansa da nasıl can yakabilirim? Mümkün mü?
Ya canları yanmayanlar nasıl can yakabilmekte?
İşte cevapsız sorularımdan bazıları. Olsun, cevabını almasam da benzemek gibi bir niyetim yok kimselere.
Bu yüzden seviyorum kendimi, bu yüzden saygım ömür boyu baki ve bu yüzden mutluyum en mutsuz anımda bile.
O kadar da kötü değil mutsuz olmak: En azından kendimle barışığım. Evet, az da kavga etmem benliğimle ama eninde sonunda uzlaşırım kendimle ve noktayı koyarım.
Neyin garantisi var ki şu hayatta? Anı yaşarken nasıl emin olabiliriz ki bir adım ötemizde bizi bekleyenden. Belki somut belki soyut belki iyi belki kötü ama tek gerçek şu ki; koca bir bilinmez bir adım ötemizde duran. Her zaman o kadar kolay değil noktayı koymak hele ki söz konusu başkaları ise… Hele ki kıymet verdikleriniz ve sevip saydıklarınız oldu mu değil noktayı virgül koymak bile ne mümkün.
Ve soru işaretleri… Ve ünlemler; hayret ve şaşkınlık dolu… Ve üç nokta; ardı arkası kesilmeyen ne varsa.
Kısaca sayısız bilinmeyen ve belirsiz bir gidişat ve sonu gelmek bilmez bir döngü; bazen kısır bir döngü ama yine de değişmeyen tek şey; iç içe geçmiş sayısız halka; irili ufaklı ve bazen bir labirent çıkış noktasını bulamadığımız.
Kim bilir belki de upuzun, tümseksiz bir yol; fark etmeden adımladığımız ya da adımlıyor olacağımız.
Tek bir ihtimal dahi olsa beklemekten kendimizi alıkoyamadığımız: Yeni güne, yeniliklere, sevgiye, mutluluğa kavuşma ihtimali. Kendimizden vazgeçmeme ihtimali en azından zira tek terk edemediğimiz ve terk edilmediğimiz mefhum: Ruhumuz, özümüz kısaca biz olabildiğimiz kadar, olmamız gerektiği kadar ve duyumsadığımız sürece ve diğer ihtimaller eşliğinde…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.