- 1504 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
Siyah ve Siyah Mektuplar - 8
’İnsan, dünyada ancak her şeyden uzaklaşıp kendine yaklaştığı oranda mutlu olabilir.”
Jean-Jacques Rousseau, Yalnız Gezerin Düşleri
Bu mektubu bekliyordum. Çok uzun zaman olmuştu. Seninle mektuplaşırken sana benziyorum, senin gibi yazıyorum. Kişiselleştirmek değil niyetim fakat, senin bana yazdıklarını okurken de aynı şeyi hissediyorum. Tıpkı bana benziyorsun, benim gibi yazıyorsun, birbirimizleşiyoruz sanki. Kendimi okuyor gibi hissediyorum. Sen de öyle hissediyor musun? Ayna dediğin şey bu ise haklısın. Aynalar yol gösterici değil, anlatıcıdır. Sivri diline gelince, aynaların hepsi öyledir. Camdan oluşan her şey sivri, keskin ve kanatıcıdır. Buna kalp de dahil, istersen sınayabilirsin..
Yenilgi, tezahurat, anarşi, kaybedenler, varoluş, çıkış...
En sevdiğim kelimeler bunlar. Melankolik olduğumu düşünme. Bu kelimeler insana gizli bir güç veriyor. Yalnızca kelimeler mi peki? Hayır! Hayatımda şimdiye kadar tanıdığım en hakiki insanlar yıkımları tatmış insanlardır. Onlar bilge insanlardır. Onlar saf tutmaz, duyguları da, eylemleri de ayırt etmezler. İyi olandan ziyade kötü olan sahneleri de sahiplenirler.
Çünkü sahne ortadadır ve onlar perdeyi çekip üstünü örtmeye çalışmazlar. Üstünü örttüğümüz tek şey ölülerimiz olmalıdır. Kaybetmenin üzerini örttüğünde kazanmayı hiç bekleme! Çünkü neden kaybettiğini bulamazsan, bir türlü kazanamazsın.
Biz insanlar muhteşem canlılarız. Muhteşem olan bir şeyi mahvetmeyi becerebilen her canlı muhteşemdir. Öyleyse insanın içinde gizli olan yine insan değil midir? Hepimiz içimizde iyi ve kötü olan iki insan taşımıyor muyuz sence? Muhteşem insanlar birden belirmezler. Muhteşem insanlar zamanın mengenesinde preslendikten sonra, acılara ve mutluluklara doyduktan sonra, egolarından arınıp dümdüz, düpedüz sadece insan olmayı başardıktan sonra muhteşem olurlar. Bilge insanlar kendilerini bir hiç olarak görürler. Hiç olabilmek için de belli bir süreçten geçmek gerekir ki, buna oluşum süreci de denilebilir.
Hiçbirimiz birden olmadık. İçimizde bir güç vardı ve biz o gücü dürttük, huzurunu bozduk.
Sonra o huzursuzluk bize geçti. İçimiz hep güçlü fakat derimize temas eden iğneli bir umutsuzluk var. Bu umutsuzluk sadece kendimizle alakalı değil. Dünya adına, insanlar adına, gelecek adına, çocuklar adına büyüyen bir umutsuzluk hali. Susuzluk gibi bir şey bu. Kimse görmek istemiyor ama dünyanın düzeni giderek kötüleşiyor. Dengeler sarsılıyor, atmosferin kafası bozuk, değişik canlılar çoğalıyor, su azalıyor, mevsimler değişken.. Bizi inanç iyi edebilir haklısın. Büyüklerimiz hep dünyanın sonunun binalar ve zinaların çoğalışıyla geleceğini söylerdi.
Her ikisinden de çok var. Her ikisini de iştahla, vahşice çoğaltıyoruz.
’Kitap okuyor musun?’ diye sormuşsun. Aslına bakarsan kitaplar mı beni okuyor, ben mi onları bilmiyorum. Bu net bir cevap değil. Zaten net bir şey yok hayatımda. Ben sıkıntılı bir insanım.
Gayet keyif alınarak yapılabilecek işleri bile kendime sıkıntı haline getiririm. Mecburi bir durum içerisine girdiğinde kitap okumak dahi ayak bağı gibi görünmeye başlar. İşte ben böyleyim. Aynı anda birçok şey yapabilme isteğim bunu perçinliyor. Tek bir şeyle yetinemiyorum. Hiçbir şeyi dozunda yapmayı beceremiyorum. Bir şeye ya tutkuyla bağlı olmalıyım, ya da o şey her neyse hayatımda hiç olmamalı.
Otuz yaşıma geldim. Şansım yaver gitse, şahsım yanlış gidiyor. Doğru olmayan şeyler var!
Hayatımda insanların sığlıklarından hiç bu kadar soğumamış, hiç bu kadar uzaklaşmamı sağlayacak kadar tiksinmemiştim. İnsanların gözüme görünen hallerini anlatsam beni fazla kötümser bulabilirsin. Bunun en kötü tarafı giderek onlara benzemeye başlıyor olmam. Kendimi ellerimden kayıp gidiyor gibi hissediyorum. Onlarla; bencil, çıkarcı, boşboğaz ve bağnazlıklarından oluşan bu tutumlarından ötürü iletişim kurmakta zorlanıyorum.
İnsanlarla iç içe olmak zorunda olduğum bir işim var. Sürekli soru soruyor, sürekli bir şeyler tüketiyorlar. Hırçınlar, agrasifler ve paranın her şeyi -buna ruh da dahil- satın alabileceğine inanıyorlar. Bazen kalbindeki hisleri pisliklerle besleyenlerle aynı cinsten olduğum için çok utanıyorum. Bunları neden söylüyorum, ben çok mu mükemmelim? Elbette hayır! Ama en azından kalbimi çöp yığınlarından uzak tutuyorum.
’Ruhumun bedenimle bir türlü beraber yaşamaya alışmaması’ diye bir cümle kurmuşsun. Benim içim de başka şeyler yapmak istiyor. Ama bedenim bambaşka işlerle hemhal oluyor. Bundan mütevellit ne yaptığımdan emin değilim. Bizi üreten bu toplumun bizi tüketmesine izin vermememiz gerektiğini düşünsem de, elimden çok da mukaddes bir çaba gelmiyor. Senin cümlenle özet geçebilirim hislerime; ’Hırçınca aradığım şey sonsuzluk olduğu için, bu dünyada sıkışıp kalıyorum.’ Biz mi kelimelere itaat ediyoruz sence? Yoksa kelimeler bize boyun mu eğiyor? Parmaklarımızın ucundan süzülen çılgınca fikirlerin esiri mi olmuşlar? Yoksa onları da mı mecbur tutuyoruz bize tercümanlık yapmaları için? Nasıl da uçuşan perdeler gibi uçuşuyor kelimeler aklımda hissedebiliyor musun?
Kapitalizm ve metafizik kulağa ne hoş geliyor. Ama kelime anlamlarına bakıldığında uygulaması ne kadar zor. ’Sadakat’ kelimesi odaya hapsedilmiş bir böceği çağrıştırıyor bana. İçinde çok fazla ’a’ var ve kaba saba bir kelime. Belki de bu yüzden o kelimeye itaat etmiyor insanlar. Kelimenin kendisi güvenilir değil bir kere. İnsanların ona ihtimam göstermesini nasıl bekler!
’Devrim’ kelimesini de seviyorum. Bana hep çok sempatik, hem de çok asi geliyor. Bu kelime insanı dürtüyor sanki. Hep, anlamını yerine getirme isteği veriyor. Ama buna gere yok. Zaten hiçbir şeye gerek yok, her şey kimseye ihtiyaç duymadan kendi kendine devam ediyor. Koşan atlar arkalarına bakmazlar, hayat benim için koşan bir at sadece. Ne ardına kattığı toza dumana, ne de önüne çıkanları nasıl un ufak ettiğine bakmıyor. O sadece koşuyor, ona biçilen rol bu..
Sana gelince Or. belli ki benim aksime yıllar çok şey değiştirmemiş senin için. Her şey bildiğim ve bilmediğim sevecenlikte, sevimsizlikte süregelmekte. Sıkıntı ırmağını huzur denizine ulaştırmaya çırpınışını seyrediyorum gıptayla. Tek istediğim yapabileceklerini fark etmen. Kadim bir iyilik olurdu bu. İnsanlar sana kendini kötü hissettiriyorsa, benim sana söylediklerimi düşünüp sakinleşmeye çalış, unutma ki hiçbir zaman her şey iyi veya kötü gitmez. Engebeli ovalardan ve bulanık nehirlerden geçersin. Bazen çiğdemlerle dolu bir düzlükte buluverirsin kendini. Bazen olur bir çiğdem için uçurum kenarında ne işin olduğunu düşünür, şaşırırsın haline. Mektubunda en çok dikkatimi çeken de bu. Kendinle iç savaşın. Yetersizliklerin..
Ruhun senin düşmanın değil, onunla dövüşmeyi kes artık. Aciz bir kul olduğunu kabul ediyorsun madem, o zaman o aciz kulun elinden gelenin en iyisinin bu olduğunu da gör ve onu kabullen. Bundan sonra senin için her şeyin daha güzel olacağını hissedebiliyorum..
Mektubunu bekleyeceğim..
Daimi sevgi ve selamlar..
fulya/nisan2014
önceki mektup; www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=128080