DEĞİŞİM
Dışarıdan bakıp yüzümden anlamayanlar, sözüme bakıp anlasın diye değil kelimelere sığınışım. . Cümleler devrik, yüklemler yersiz olsun. Zamiri olmayan sıfatsız insanlar, fikirlerin hikayesi, hikayelerin hüznü, olabilirse de içinde biraz umut olsun.
Haziran ayında Karadeniz gezisinde Trabzon’daki Ayasofya Kilisesine ( cami mi demeliyim yoksa?) gittiğimizde öğrenmiştim Klisenin Camiye çevrilmeye çalışıldığını, içim sızlamıştı. Yok ben Hristiyan değilim. Ama Kültür denen şeye önem veririm. Geçmiş kıymetlidir. Bugün dünsüz nasıl var olurdu ki diye düşünürüm ve çoğu zaman o zamanı bu zamandan çok severim. Benim zihnimde hiçbir açıklama mantıklı bir yer bulup da oturamaz bu değişim, değiştirme, yok sayma hatta yok etme eylemlerine. Bir şeye sahip olmak onu kendine benzetmek midir? Kendinden emin olmayanlar, özgür bıraktıkları şeyin hep kendilerine zarar vereceğini sanıyor belki de... Ve düşünüyorum, görmediğimiz, okumadığımız, duymadığımız için hiç olmamış sandığımız neler dönüşüyor, değişiyor, yok ediliyor...Sonuç mu? Atmış olsam da imza çok geçti verilmiş kararları geri aldırmaya...
Babam beni sanırım 6 yaşımdan itibaren Ankara Sanat Tiyatrosunun çocuk oyunlarına götürürdü her Pazar. Kapıda heyecanla beklerdim oyunun başlamasını. Lise zamanlarıma geldiğimde haftada iki gün tiyatro kapılarında buldum kendimi. Yetmedi lise ikide bir sene de amatör tiyatrocu oldum aklım sıra. Ahh.. hayatımın en büyük handikapıdır. Uğraştığım şeyin hakkını veremediğimi düşündüğüm an uzaklaşırım. Çünkü eğer hakkını veremiyorsanız, haketmiyorsunuzdur fikrimce. Keşke bu konuda biraz daha zaman tanımayı öğretebilseydim kendime. Ne zaman oyun bitse kalkar ayakta alkışlarım, ellerim acır, engel olamam öyle ağlarım. Utanmasam çıkıp sahneye yada kaçıp kulise boyunlarına sarılır nasıl tebrik etsem şaşarım. Dün Dünya Tiyatrolar günüydü. Evet yine ağladım. Ülkemde sanatı sevmeyen, kendini ifade edebilecek, düşünebilecek, zerafet gösterebilecek, anlayışlı, hür, evrensel insanlar olmasın diye uğraşanlar kapatmaya çalışırken perdeleri, susturmak isterken sizi başka dünyalara götüren senfoni orkestrasını ve baletlerle balerinlerin yaralı ayaklarının altından çekerken sahneyi.... Daha çok ağladım. Tamam belki hiç sevmiyorsunuz, tiyatro sıkıcı geliyor belki hiç bale, opera, senfoni dinlemediniz. Yoktu belki de şehrinizde bu sizin suçunuz değil. Ama ben dün o oyunu seyredene kadar hiç düşünmemiştim ; çeltik tarlaları köyleri su altında koyuyor mu? Bu insanlar Çukurova da nasıl yaşıyor? Bilmiyordum ki her sene 500 çocuk sıtmadan öldü, ölüyor. İşte o yüzden duyuruyorum size. TİYATROLAR KAPANIYOR!!!
Radyoları bir yerlere kaldıralı çok oldu. Oysa pkaplı radyolarımız vardı bizim. İğnesi çizecek diye plaklarımızı aklımız çıkardı.Radyo dinlemek özel bir zaman ayırmaktı kendine. Üniversitedeyken ben,Melon Şapka vardı mesela. Buğulu sesiyle şiirler okuyup konuşan. Radyoyu duvara dayar uykuma arkadaş ederdim geceleri. Walkmenler çıktığında ne havalıydı yürürken dinlemek müzikleri. CD çaları taşımak zordu ama çabuk geçti onun hevesi. Şimdi mi... Radyoda ekranda, televizyonda... derken !!! Zamane radyosunu kapatıverdiler birden. Sakıncalı neşriyat dediler. Ama necefli maşrapa resmi koymadılar. Tamam ben çatal sokup arkasına açtım ama bir arkadaşın da dediği gibi; kızım valla çok bozuldu bu anlam veremediği duruma. Oysa çocuk sadece müzik dinleyip dans ediyordu odasında tek başına kaldığı zamanlarda ekranındaki şarkı söyleyen radyosuyla...
Aklıma gelmişken mektup arkadaşınız oldu mu sizin hiç? Gazetelerde mi çıkardı adresler tam hatırlamıyorum ama bulurduk bir şekilde birbirimizi. Ne masumca, dostça güzel arkadaşlıklar kurulurdu. Bayramlarda kart atardık uzaklardaki sevdiklerimize. Özenle seçilir, dolmakalemle yazılır, pul yalanır zarfa yapıştırılırdı. Şimdi mektubu bilmeyen neslin elinden pulunu, kartını, zarfını aldınız. Postane yerinde dursa ne olur ki. İletişimsiz toplum, sadece duyurulana inanacaktır nasılsa sandınız ama mektubu bilen bir nesil, kırtasiyelerde hala dolmakalem var unuttunuz!!!
Ayakkabı almak için indirim bekleyene birinin kolundaki saatin ederi, kirasını ödeyemeyene kalan parayla alınan villalar, evine bayramdan bayrama çikolata girene çikolata kutusuna saklanmış dolarlar, belki ömründe uçağa binmemiş binemeyecek olana özel uçaklar, ünlü bir ressamın adını bile duymayana trilyonluk tablolar, dolmuş parası çıkmayıp yayan kalanlara lüks arabalar, aş evinden yemek alana restoranda ıstakozlar... Rüyada görse hayırdır diye uyanır herhalde insanlar...
Geceden sabaha ...
Zaman su gibi akıp geçiyor, geçerken de dereler Hes’lere kurban ediliyor...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.