- 801 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
PUZZLE 3 - YAP BOZ
PUZZLE 3
YAP-BOZ
Yoruldum. Sandıktan çıkardığım iki anı bile beni halsiz düşürdü. Bu sandık öyle kolay kolay boşalacağa benzemiyor. Günlerimi, belki de haftalarımı alacak. Olsun hepsi ile yüzleşmem ve kurtulmam gerek. Geride kalanlara ise boş bir sandık bırakacağım. Hemen yanı başımdaki divana uzanıyorum, dizlerimi karnıma çekip, tavşan uykusuna dalıyorum. Gündüz uykusu bana hiç iyi gelmez. Sıkıntıyla uyandım. Karnım acıkmış. İşte işin en zor tarafı. Artık kendime hizmet vermekten hoşlanmıyorum. On dakikada bitecek bir şey için yarım saat çalış. Onun yerine kitap okumayı tercih ederim, ama yemeden de olmuyor. Allah, iyi ki tavuğu, dolayısıyla da yumurtayı yaratmış. Hemen patatesli omlet, yanında da salata yapıp, bu görevi başarıyla bitiriyorum.
Eskiden böyle değildim tabii ki. Mutfakta çalışmayı, akşam yatakta ertesi günün mönüsünü düşünmeyi, yemekleri sevgi katarak pişirmeyi severdim. Bizde de büyük sofralar kurulurdu. Neşeyle, sohbet ederek, iştahla yemeğimizi şölen havasında yerdik. Seneler önce apartman hizmetlisinin Türkçeyi zar zor konuşan doğulu karısı, birisine güzel bir şey söylemek istediğinde;
’Oğulların ve kızlarınla aynı sofrada yemek yiyesen inşallah’’ temennisini o kadar ciddiye almazdım, ama şimdi kalabalık sofraların ne kadar önemli olduğunu anlıyorum.
Tekrar sandığın başına dönüp, elimi içine daldırdım, bir güzel karıştırdıktan sonra, küçük bir bohça çıkardım. Bohçayı açtığımda karşıma siyah ilkokul önlüğüm çıktı. Arasında ise sınıf arkadaşları ve öğretmenimizle çektirdiğimiz siyah beyaz fotoğraf. Önlüğün eteği boydan boya söküktü ve kat yeri soluk bir çizgi halinde gözüküyordu. Etek ucu kısmı ise yukarıya göre daha siyahtı. O zamanlar bize, ertesi sene de giyebilelim diye her şey bol ve uzun yapılırdı. Dikildiği sene bol, ertesi sene dar, hep vücudumuza uymayan giysilerle dolaşırdık. Eteklerinde ise uzatmanın işareti muhakkak soluk katlama çizgisi bulunurdu. Daha o zamandan kendime söz vermiştim, bir gün çocuğum olursa giysilerini vücuduna uygun yaptıracağım diye. Öyle de yaptım.
Önce resmi aldım elime, hemen hemen herkese dikkatlice baktım. Hiçbirini anımsayamadım. Ortalarda pırıl pırıl parlayan Ekrem hariç. İlkokul üçüncü sınıftayız, Ekrem benim ilk aşkım. Sadece benim aşkım mı? Sınıfta ki bütün kızlar da ona âşık, ama ben daha çok. Öğretmenimiz ise ona hayran.
İnsanların daha aklı başında olduğu, gösterişten uzak sade yaşamlar yaşıyoruz. Okulda kızlı erkekli, zengin fakir, aynı giyiniyoruz. Siyah önlük, beyaz yaka. Oğlanların altında kısa veya uzun, ucuz kumaşlardan dikilmiş pantolonlar, ayaklarda ise, rugan benzetmesi lâstik ayakkabılar.
Bugün bile, kendi yapımları helvalarını, güllü, sakızlı lokumlarını ve rengârenk akide şekerlerini satın aldığım Ali Uzun Şekercisinin kızı sınıf arkadaşımız. Onlar zengin. Ama o da aynen bizim gibi giyiniyor. Siyah önlük, beyaz yaka, lastik ayakkabı. Belli ki aile onu farklı giydirip, sınıfta uyumsuzluk yaratmasını istemiyor. Ama bütün sınıfın sevgilisi, öğretmenimizin gözdesi Ekrem öyle mi? Başka boyuttan fırlamış gibi. Pahalı kumaşlardan dikilmiş takım elbise ile geliyor okula. Ceketinin üzerinde usta terzi elinden çıkmış pırıl pırıl satenden önlük. Pantolonu gıcır gıcır ütülü, duble paçalı, ayakkabıları deri, yeni cilalanmış gibi. İncecik zarif bir çocuk. Saçları hafif kıvırcık, bal renginde, babamınki gibi. En ön sırada ortada oturuyor. Öğretmen ne anlatsa sanki sadece Ekrem’e anlatıyor. Sanki sınıfta başka öğrenciler yokmuş gibi. Bizler de dersi öğretmene bakarak değil de Ekrem’e bakarak dinliyoruz, ya da dinleyemiyoruz. İleri yaşlarda bazı insanların Ekrem’in sahip olduğu çekicilikle doğduğunu anlıyorum. Gözlemlerimde fark ediyorum ki, gösteri sanatçıları, ya da topluma hitap eden insanlar, seyirciler arasından birini seçiyor. Aslında o kişiyi hiç tanımıyor, uzaktan iyi de göremiyor. Ama gösterisine o kişiye bakarak başlıyor ve yine ona bakarak bitiriyor. Bu sanki karşılıklı olumlu enerjinin alış verilişi gibi bir şey.
Ekrem aynı zamanda çok zeki. Sanki her şeyi doğmadan öğrenmiş gibi. Öğretmen tahtaya bir problem mi yazıyor, daha biz ne olduğunu sökemeden, Ekrem çözüveriyor. Herhangi bir soru karşısında bizler acaba parmak kaldırsak mı diye düşünürken, Ekrem öğretmenimizin hayran bakışları altında cevabını veriyor. Sınıf bizim değil Ekrem’in sınıfı. Bizde onun bendeleriyiz. Öğretmenimiz gibi o da bizi görmezden geliyor. Sanki hepimizi küçümsüyor. Kendi dünyasında mutlu ve gururlu.
Aslında parlak bir öğrenci değildim. Birinci sınıfta, okumayı ilk söken bendim. Önceki öğretmenim beni arka sıraya oturtur, başka çocukların da okumayı sökebilmeleri için yardımcı olarak kullanırdı. Sınıf geçme karnem yıldızlı pek iyilerle dolu idi. İş gezisinde olan babama göstermek için günlerce yastığımın altında sakladım. Ama babam hiç dönemedi ve benim de artık iyi not almak gibi derdim olmadı. Okula gitme isteğim sadece Erkemi görmek ve yol üstündeki kırtasiyecinin vitrinine bakmak içindi.
Sabah erkenden evden fırlar, hayli uzak mesafedeki okuluma koşarak giderdim. Şimdilerin nanemolla çocukları gibi okul servisimiz filan yoktu. Öyle kar çizmeleri, içi muflonlu paltolarımız da. Bata çıka giderdik okulumuza. Kız çocuklarının sabahları nöbetleşe sıraları silme görevleri vardı. (neden erkek çocuklara da bu görev verilmiyor diye hiç sorgulamazdık) Sıra bana gelince Ekrem’in sırasına daha özen gösterir, daha uzun zaman harcardım. Sanki gelip oturduğunda bana teşekkür bakışı atacağını umardım. Ama ona yapılan her şey yapılması gereklidir davranışı içinde, yine kimseye bakmadan sırasına otururdu.
Ders saati sona erince, Ankara Kalesi yokuşundan kendimi aşağıya vurur, Hal’in girişinde ki kırtasiyecinin önünde frene basardım. Bu vitrinin bana verdiği zevki, hiçbir oyuncak vitrini veremezdi. Allahım, nasıl şeylerdi onlar. Sanırım sarı ve birkaç ortalı defterler dışında hepsi ithal malı idi. Kutular içinde; ‘’Caran d’ache, Faber markalı’’ renkli boya kalemleri, Sulu boyalar, resimli kalem kutuları, dünya güzeli silgiler, pırıl pırıl defter kaplama kâğıtları, çevirdiğin zaman dökülmeyen mürekkep hokkaları, zarif dolma kalemler, ekseni etrafında dönen küre biçiminde dünya haritası. Daha neler neler. Her objenin yerini bilirdim. Yeni bir ürün konulduğunda da hemen fark ederdim. İstemeye istemeye vitrinden ayrılır, yolumu uzatarak Ekrem’in mahallesinden geçer ve eve dönerdim.
Annemiz çalıştığı için biz dört kardeş her işimizi kendimiz yapardık. Buna kişisel bakımımız da dâhildi. Bugün bile unutamadığım o felâket başıma gelmeden önce, önlüğümü giydim, yakamı taktım, lastik ayakkabılarımı temizleyip, acele ile ayağıma takarken, önlüğümün eteği kapının çengeline takılıp, söküldü. Onaracak vakit yoktu, olsa da dikiş konusunda maharetli değildim. Fırladım okula gittim. Ekrem görmesin diye teneffüslere de çıkmadım. Ama nasıl olduysa oldu, Ekrem’den gözünü ayıramayan öğretmenimin beni o gün tahtaya kaldıracağı tuttu. Sökük etek, ne işlendiğini bilmediğim konu, soruları cevapsız bırakırken, öylece apışıp kaldım.
İşte o gün ben insanların gözlerini okumayı öğrendim. Öğretmenin gözlerinde nefret ışıkları, yandı yandı söndü.
‘’neden eteğin sökük senin’’ dedi
‘’sabah söküldü öğretmenim’’
‘’annen yok mu ?’’
‘’çalışıyor öğretmenim’’
‘’ Ben de çalışıyorum ama çocuklarımın etekleri sökük değil. Çık bakayım şu kürsüye’’
Yanındaki sandalyeye basarak kürsüye çıktım. Ekrem dâhil bütün sınıf nefesini tutmuş bana bakıyordu. Öğretmen hışımla saldırıp eteğimin tamamını söktü ve
‘’hadi şimdi git bakalım, annen diksin’’ dedi.
Gözlerim karardı, bir an kör oldum sandım. Sonra, etraf yavaş yavaş aydınlandığı zaman sadece Ekrem’i görebiliyordum. Gözlerinde hafif bir aşağılama ifadesi mi vardı anlayamadım.
O günden sonra ben artık eski ben değildim. İçime kapandım. Okula utanarak başım önümde gidiyordum. Kırtasiyecinin vitrini bile beni neşelendirmiyordu. Eskisi gibi Ekrem’in yüzüne de bakamıyordum. Başım öne eğik, sadece onun pırıl pırıl deri ayakkabılarına bakabiliyordum.
İşte ne olduysa, Ekrem’in ayakkabılarına bakarken oldu. O inanılmaz mucize gerçekleşti. Önce hayal görüyorum zannettim. Ama birden ayak çevresinin ıslandığını fark ettim. Ondan gözünü ayırmayan öğretmen durumu fark edip derhal imdadına yetişmiş, güzelim kumaş pantolonun arkasında ıslaklık ve yerde ufak bir utanç gölcüğü bırakarak kaptığı gibi dışarı çıkarmıştı. Gözlerim fal taşı gibi açık, gölcüğe bakakaldım. İnanılır gibi değildi, Ekrem altına kaçırmıştı.
Bazen yukarılardan mucize bir parmak uzanır, aşağıdaki resme dokunur ve manzara tamamen değişir.
Bir anda başım dikleşti, gözlerim parladı, ayağa kalktım. Sanki aniden boyum uzamıştı. Gölcüğün yanından geçerek teneffüse çıkarken, Ekrem diye biri yokmuş gibi geldi bana. Başka kızlar ne düşündü bilemiyordum ama, benim için Ekrem, o utanç gölcüğün içinde yitip gitmişti.
Sonuçta ben sevgisiz bir öğretmenin hışmına uğramış eteği sökük küçücük bir kızdım, ama Ekrem öyle miydi;
O ilkokul üçüncü sınıfta, altını ıslatan bir zavallıydı artık.
Bir daha da onunla hiç ilgilenmedim.
Bana tekrar öz güvenimi kazandıran önlüğüme teşekkür ederken, sökük ve solgun tarafından bir parça kesip sandık kapağının en ücra köşesine itinayla yapıştırdım.
AYTEN TEKİN
YORUMLAR
Başka edebiyat sitelerinde fırsatım oldukça yazılar yazıyorum.
Sizin sayfanıza ilk defa geldim.
Yazınızın her satırını geçtikçe keşke daha önce gelseydim dedim. Geç kalmışlığımdan ötürü özürlerimi bırakıp gidiyorum.
İyi ki varsınız.
Ayten Tekin
Ayten ablacığım,
Biraz soğudum bu siteden. Eskisi gibi sık girmiyorum. Az önce fark ettim yazını ve her şeyi bir kenara bırakıp bir solukta okudum. Tek kelimeyle mükemmel bir üslupta yazılmış ve okuyanda bambaşka duygulara dönüşen bir yazıydı. Beni de alıp ilk okul yıllarıma götürdü. Biz de siyah önlük beyaz yaka dönemindeniz. Hatta sert plastikten mamul boynumu son derece rahatsız eden yakalar vardı. Ütü ve yıkama gerekmezdi. Nemli bir bezle silmeniz yeterdi. Benim İlk okul yıllarım hayatta kalma mücadelemizin en çetin olduğu yıllara rastladı. Okul sonrası simit poğaça vb. satıp, aile ekonomisine katkı sağlamam gerekiyordu. Annem pazardan naylon kumaştan üzerime bol gelen bir önlük almıştı, bir de kuşağı vardı. Kuşağı bağladığım zaman etek gibi görünürdü ve bundan çok rahatsız olurdum. Vasat bir öğrenciydim ve Ekrem gibi kızların ilgisini çeken bir öğrenci olamadım. Hatta varlığımdan çok kişinin haberdar olduğunu da zannetmiyorum. Orta okul yıllarımda da aynı mücadele devam etti. Bir gün okulun en popüler kızlarından biri nazikçe yanıma gelip bana bir şey söylemek istediğinde nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Bana ikimiz arasında bir söylenti olduğunu ama onun böyle bir düşüncesi olmadığını açıklamıştı. Ben ne böyle bir söylentiden haberdardım, ne de Tuğba'ya yaklaşma cesareti gösterecek biriydim. Fakat Onunla aramızda bir ilişki olabileceği ihtimalini bile sevmiştim. Yıllar yaşam algılarımızı kaçınılmaz bir şekilde değiştirdi ve bendeniz okulun popüler kızlarından birinin babası olarak veli toplantılarına katıldım. Kızımın ilkokul aşklarını tebessümle dinledim. Onlarla karşılıklı sevgi ve güvene dayalı ilişkiler kurdum. Hala baba kız ilişkisinin dışında yakın arkadaş ilişkimiz devam ediyor.
Görüyor musunuz sizin hayatınızdan bir kesit başka gönüllerde neleri çağrıştırıyor. İyi ki varsınız. Yazın lütfen. Sizi tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum.
Ayten Tekin
Onlarla gurur duyuyoruz. Çok şükür senin gibi insanlar halen var ki, herşeye rağmen Türkiye ayakta duruyor. Tanrı bütün aileni korusun ve seni onların başından eksik etmesin. Sevgiler