- 841 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şafaklar Gizlenir Yüreğimin Derinliklerinde
Asi bir çağlayanım ben, gönlümün korsan afişlerinde aşkın devriyeleri
Yüreğimin pınarlarından yaşam akıyor, yitirdik masum ve duru sevgileri
Ömür haylaz bir mevsim, çığlıklar ekerek tükettik sevginin asil çiçeklerini
Fatihasız elvedalar çoğalıyor çevremde, sevinin kıymıkları batarken tenime
Zılgıt dalgalarla övünen denizlerin en soylu karıdır tuz. Öfkeyle çarptıkça taşa, sürtünür öfkeye su, delirmiş sorguların kapılarını rüzgâr gıcırdattıkça. Mavinin yoldaşıdır yeşil, kırmızı şafakların nuru hep gizemi saklar koynunda, yalçın dağların ve azgın dalgaların buluşmasıyla öfke dönüşüverir bir anda hazza.
Göğsümüzü örseleyen yorgun yakamozların kırık uzantılarında hep bir başınalığın derin iç çekişlerine vurur imgeler. Sorgulardan arınmış gemilerin yaslı güvertelerinde ay’ı izler bir kadın, bir sevdanın geliş türküsünü diline dolayarak. Kıyım sızılar küresine bir gül atar, deniz dalgalanır ve alır gemiyi götürür aşkın adalarına.
Gümüş renkli günlerin musallasından mezarlara beden taşıyor insanlar. Fatihasız ayrılıkların toprağını atarken kefene yorgun ve hüzünlü kollar. Kapanmış bir ömrün çukurundan feryat yükseliyor durmadan, huysuz renklerin saydam dallarından omuzlara düşerken meneviş nidalar. Kalburüstü masalların son sayfasında hazin düşler var, gönülsüz gidişlerin savaş arabalarından sarkarken sevgisiz başlar. Ömür yakarısız bir dönence, üzünçlerle denizlerden, çok uzaklara kaçarken balıklar.
Gölgenin rahmindeki gülüşe sordum seni, isimsiz ölülerin kayıklarında defne dalları cevap verdi, kırmızılı entarinle karşıla diye cennetinde ruhumu. Dudak çizgilerini yürek çizgilerimle dolaşıp nikotin sarmalı gönlündeki o arsız bıkkınlığı çıkardım tutkuyla.
Ne kadar inkâr etsen de, bütün kaçışlar tutkuyu besler unutma, mevsim zemheri de olsa iki ten atılır bir anda ataşa. Dudakta kan toplanırken, bedenden akar utkular, mahrem kokuların salıyla açılırken biz kendimizden çok uzaklara.
Bazen, kımıltısız bir gök ararız kendimize, iç sesimizin tiz yalnızlığına tutunarak gölgelerle sevişmek istediğimizde!
Bazen, yükümüz ağır gelir bedenimize, yangın sağarız aynı gökten, menzilsiz öpüşmelerin sadağındaki oklar gibi uzaklara atılmak isteriz sevgilinin gözlerinde!
Bazen, gönlümüzün alabora olmuş kıyımlarında çığlık ekeriz göklere, yaman bir ağrı böler uykularımızı, suskumuz olur düşünüşler, dalarız uzaklardaki sis perdelerine!
Bazen, eskimiş aşkların namahrem yatağında kırık iç çekişleriyle sevdanın ellerini bağlarız ve o mor boyalı coğrafyada şafakları emzirtiriz yüreğimize!
Yangın olur düşünüş bazen, rüzgâr kar etmez, mevsimler ne kadar istesek de kükremez ve bir resim seçeriz kendimize, eli yanağındadır bakışların, coşkumuz olur itiraf, ne söylesek de fayda etmez!
Buz gibi toprağa uzanan cansız bir beden düşle şimdi. Aklanmış, paklanmış dualarla sarmalanmış. Mevsimin ne olduğunun, ya da kimlerin onu uğurlamaya geldiğinin ne önemi var! İnsan yaşadığı süre içerisinde mağrur bir yarış atıdır unutma. Bizler o atın sırtından indirilerek hacmimiz kadar toprağa konulurken neler düşünüyor, nelerle hesaplaşıyoruz!
Tüm bunları bir kenara koyarak o tükenmiş bedeniyle sonsuzluğa taşınan ruh, nereye sığınıp ısınmayı diliyor, hangi duadan medet umuyor!
Hayat mevsimlerin uçarı kanatlarından akıp gitmiş ve sona gelinmiş. Bir kaç kürek toprakla neyi örteceğiz ki! Onun için yaşamın her anının kıymetini bilinmeli ve hiçbir şey için kimselere hesap verilmemeli.
İnsanı sevmek, ya da hayvanı sevmek! Bütün değerlerimiz aşka ve sevgiye, ya da sevgiyle atan bir yüreği sevmeye, aşkla coşan bir bedeni kucaklamaya, ya da bir köşeye çekilip ölümü beklemeye odaklı!
Kurşunun neremizden girdiğinin önemi yok özetle! Çünkü akıp giden bir ömrün içerisinde yaralarımızı iyileştirmeye yetecek çok büyük alanlar var. Bir köşeye sığınıp önce kendi yaralarımızı yalamayı öğreneceğiz, tıpkı hayvanlar gibi!
Sonrası başka bir şafak, bambaşka bir nurlu sabah! O yalçın kayalıklara tırmanıp, ey hayat benimle misin? Diyebilmek bütün mesele! “Ey hayat, seninle sevişmek istiyorum” dercesine asil ve mağrur ve de kararlı!
Şimdi yaslan ardına ve bir şarkı seç kendine ve yaşam oksijenini ruhuna doldurarak farklı bir resim seç. Ne güzel. Belki de bir şarkının yamacına bağdaş kurup, ya da meçhul bir aşkla sırt sırta verip hayatı konuşmak isterdik, kim bilir!
Kendi repliğimizin kurak ovalarında yağmuru bekler gibi gözlerimiz, yeni umutlar ekmek için mor ovalara. Avuçlarımız terliyor, ben saçlarından yayılan kokuya veriyorum ruhumu, sen dudağımdan dökülen cümlelerle ruhunu soyuyorsun.
Dönsek birbirimize kıyamet kopacak belki
Belki de umutlar yeşerecek yağmurlar yağmadan
“Ne yana dönsek aşk” diye kapıldığımız bir umudun penceresinde seller dolacak belki de narin ovalarımıza!
Sen iklimlere kızacaksın, ben ansızın bizi üşüten rüzgâra! Kendi üşümüşlüğümü bir yana bıraksam sen varsın, seni ısıtmaya kalksam yaşam izin vermeyecek sanki!
Ve o örülmeyi ve öpülmeyi bekleyen yüreğimizin sevgi imparatorluklarında bir yabanıl türküdür dilimizdeki, ıslak duvarlara vurup tekrar içimize geri dönen. Derin denizlerin girdaplarına şiirler savuracağız geceleri, geri gelmez mutlulukların sağrısındaki bedeli göğsümüze yüklemek için umutlarla birbirimizi arayacağız bu yamalı gök kubbe altında.
Ölümle ve ömürle aynı anda çarpan bu kocaman atlasta kendimize aşk biçmeyi bilmeliyiz, kararlı ve korkusuz. Hızla akıp gidiyorsa vakit, bırakalım onu yakalamayı, ağır ve aksak adımlarla bile olsa yürümeliyiz, o bir şekilde bizi beklerken, biz kendi yaşam repliğimizi kusursuzca ezberlemeliyiz.
Selahattin Yetgin
FOTO: SENEM KAHYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.