...
2004
İşte yine gece oldu, karardı deniz kokulu kentim. Yine elimde koyu bir neskafe ve kalem; önümde beyaz kağıt. Öyle ki bardak içindeki, içecek demeye dilimin varmadığı, sıvı Anadolu’nun verimli topraklarını andırıyor. Benim için ise daha uzun süre uykusuz kalıp yaramın biraz daha deşilmesini sağlayacak bir zehir... işte tüm zehrimi elimdeki kalem ile kağıda akıtıyorum yazımın ilk ne zaman ve kimin tarafından okunacağını düşünmeden. Müziğin beni en çok içlendiren notalarıyla birlikte tüm acım düzensiz aralıklarla göz yaşlarıma dökülüyor özgürce. Yine küçük, şirin ama kişiliğimi yansıtırcasına asi odam, listemdeki Fikret Kızılok şarkılarındaki gitar tınıları ile doluyor. Ama önceleri gibi aklım, kalbim boş diyemiyorum, oysa böyle bir acıyı çekmektense taş yürekliliği yeğlerdim. Eskiden övünecek tek varlığım olarak "normal" insanlar gibi kalbimi yok etme çabasında olmadığımı bilirken şimdi bu övünç keşkelere dönüşüyor; "keşke" diyorum, "Keşke ben de herkes gibi buna çabalasaydım."
Bu gece ne ilham perileri saat geç olduğundan uğradı, ne de uykusuzluğum bu acı sıvıdan kaynaklandı. Düşüncelerimin doğmasına adın yetti; uykusuzluğumun kaynağı ise gönlümdeki acı sadece, içtiğim zehir acı saatlerime saniyeler eklemeye bile yetmez. Düşünüyorum; ama buna kaynak olan her zamanki gibi aklım değil. Uyumuyorum, kapanmıyor gözlerim; ama benim seçimim değil. Seni sevmek de benim seçimim değildi ki zaten; kalbimin kendiliğinden, koyduğum kural ve yasaklara karşı gelerek, sevda zindanlarına düşmesinden geldi başıma tüm bunlar. Aslında kuralları da ben koymamıştım, zaten her aşkın özel kuralları vardı, her acı kendine özgüydü. Sonuçta tüm yaşamıma baksan en küçük ayrıntılar bile benim fikrim değildi, tüm olanları yöneten Tanrı’ydı aslında. Ben ise bu ana kadar hep kendi yaşamıma hakim olduğumu düşünerek benliğimi avutmuştum. İçimde bir olgunluk tutkusu vardı ya, ondan kaynaklanıyordu tüm bu kandırmaca.
Dedim ya, tekrar yazmama sadece adın yetti. Aslında gece yazmam rastlantı bu defa, "boş zaman"ım şimdi olabildiğinden. Önce de söylediğim gibi hayatımı ben yönetmiyorum, sadece rolünü oynayan bir oyuncuyum ben; yazan ve yöneten ise belli. "Boş zaman" diyorum; ancak uzun süredir boş zamanlarım en ciddi zaman aralıklarım haline geliyor. Çünkü ancak bu zamanlarda kendimi dinleyebiliyor, dinlenebiliyorum. Bazen başka bedenlerde olan ancak hepsinde benden bir parça benlik olan dostlarımla bazen de -kimi zaman (Nazım Usta’nın dediği gibi) kendisine nefret ve merhamet duyduğum ve bu yüzden çileden çıktığım- kendimle dertleşiyorum. Böyle zamanlarda kendimi bulabiliyorum ancak. Bu zaman aralıkları geciktiğinde ise günlerime kayıyor gecelerim, hesaplaşmalarım gün içinde gerçekleşiyor. Düşünceler ve zorunluluklar birbirinden kesin çizgi ile ayrılması gereken iki zıt kutup iken, siyah ve beyazın karışması gibi, aklım dumanlanıyor ve bir sis bulutuna gömülüyorum. Ne siyah olabiliyorum ne de beyaz, grinin kararsızlığında kayboluyorum. Sonuçta ise melankolik ve paronayak yani "uykusuz, aksi, nalet bir adam" oluveriyorum.
Bir girdabın içersinde gibiyim ancak nedense bu girdap yutması gereken bir canavar iken birden dışarı fırlatıveriyor beni; böylece yalnızlığımı pekiştirmiş oluyor. Tüm kurulu düzenlerde olduğu gibi sanırım bu aç canavar bile dahil etmek istemiyor beni karmaşasına da olsa. Ben ise tam bu karmaşadan kurtuldum derken ölü, uçsuz bucaksız bir okyanusun ortasında yapayalnız kalıyorum ansızın.
İşte görüyorsun ya; adını anmak bile yetiyor tüm bu karmaşanın oluşmasına ve aşkın artık sadece gönlümde değil, gönderdiği kanın ulaştığı tüm vücudumda etkili oluyor. Ancak kalbim de işlevini yitiriyor artık, temiz ve kirliyi ayırt edemez oluyor.
Elimde Nazım Usta’ın son şiirleri
Aklımda insanlığın hali
Yüreğimde sen varsın
Ve türküler geliyor kulaklarıma
Zafer ve sevda uğruna yazılmış halk türküleri
Birbirini yücelten iki sonsuz güzellik gibi
Senin gibi
Ozan Şenyüz